Ahmet Altan*
Aşağılık bir darbe girişimini, halk, bütün siyasi partiler, medya bir araya gelerek önledi, nefretle bölünmüş bir toplumun yeniden barışması, demokrasi ve hukukun etrafında birleşmesi, taze bir atılımla yola koyulması için muhteşem bir şans yakaladık böylece…
“Şerden hayır doğması” için bu topluma acıyla yoğrulmuş bir fırsat sunulmuştu.
Bu fırsatı kullanabildik mi?
“Kullanamadık” diye kestirip atmak istemem ama işaretler, bu olağanüstü şansı bir felakete döndürme çabasının yoğunlaştığını gösteriyor.
“İdam” cezasının geri getirilmesinden söz ediliyor, bu adım atılırsa Türkiye Batı’dan iyice kopacak, NATO’yla ilişkileri de sorgulanır hale gelecek.
Dünyadaki dengeleri derinden sarsacak bir hareket olacak seksen milyonluk Türkiye’nin kamp değiştirmesi, eski bir imparatorluğun merkezi olan bu ülke böylesine büyük bir yuvarlanma yaşarsa bundan Ortadoğu, Balkanlar, Kafkaslar da etkilenecek.
Tahminimizden daha büyük bir sarsıntı yaşanacak ve tahminimizden daha fazla sürecek.
İdamdan konuşulurken bu arada 49.321 kişi de görevinden alındı, özel okullarda görevli 21 bin öğretmenin lisansı iptal edildi…. Anayasa Mahkemesi üyeleri, Yargıtay üyeleri, Danıştay üyeleri hukuka aykırı bir şekilde göz altına alınıyor.
Binden fazla dekan üniversiteden istifaya zorlanıyor.
İki binden fazla yargıç kürsülerini terketmek zorunda kalıyor, sekiz bin polisin Emniyet’le ilişkisi kesiliyor.
Haber sitelerine erişim yasakları konuyor.
Televizyonlar kapatılıyor.
Toplumun, iktidar yanlısı olmayan kesimi için bir dehşet havası estiriliyor.
Bu tür “dehşet” dönemleri epey yaşandı insanlık tarihinde, insanlar birbirlerini öldürdüler, korkuttular, acı çektirdiler.
Böyle dönemlerin en bilinen, tarihte en fazla iz bırakmış olanlarından biri, Fransız Devrimi’nin en karanlık süreci sayılabilecek olan “terör dönemi”dir.
“Giyotinli idamların” başladığı dönemdir bu…
O dönemin yöneticisi Maximilien Robespierre’di, ilk başlarda halkın çok sevdiği bir siyasetçiydi, daha sonra devrimin gerçekleştirdiği birçok demokratik reform onun döneminde iptal edildi.
Korkunç bir devlet terörü yaşattı Fransa’ya.
Eğer yanlış bilmiyorsam, bugün Fransa’da heykeli olmayan tek devrim yöneticisi odur.
İdamı, ölümü, giyotini Fransa’nın hayatına sokan, idamları halk şenliğine çeviren, insanların korkudan ödünü patlatan bu adam ne oldu biliyor musunuz?
Bunu, idamı destekleyen bütün siyasetçilere soruyorum?
Biliyor musunuz “idamın sembolü” olan bu adamın başına ne geldiğini?
Alkışlarla başlayan bir Meclis oturumunda yardımcısı Saint Just kürsüde konuşurken birden muhalefet milletvekilleri üstüne yürüyüp elindeki kağıdı aldılar, arkadan birileri “yakalayın” diye bağırdı ve Robespierre’le arkadaşları yakalandı.
Sonra da kullanmaktan çok hoşlandığı giyotinde kafası kesildi.
Ölümle oynamak, siyasetçiler için şayanı tavsiye bir iş değildir, siyasetçiler ölümün değil hayatın savunucusu olmalı.
Hem başkalarının hem kendilerinin hayatını böylece güvenceye alırlar.
Aksi herkes için büyük tehlikeler yaratır.
Üstelik bugün yapılanlar, Türkiye’nin Avrupa’dan kopma ve içe kapanma ihtimali, zaten kötü olan ekonomiyi iyice berbat bir hale getirecek.
Çöken turizm, gerileyen ihracat, duran yabancı yatırımlar, “Türkiye’nin notunu çöpe dönüştürebileceğini” söyleyen Moody’s’in açıklamasından sonra iyice kötüleceşecek.
Bunun etkilerini de yakın zamanda hissedeceğiz.
AKP’liler, taraftarlarının hiçbir şeyden etkilenmeyeceğini düşünüyorlar… Bundan emin olmasınlar.
Eve giren ekmek kesildiğinde kalabalıkların ne yapacağını bilemezsiniz.
Ümit ortadan kalkarsa, ekmek azalırsa, baskı ve karanlık artarsa, o ülke infilak eder.
Halk ciddi tepki gösterir.
Gene iktidar siyasetçilerine sorayım, siz “goril” deneyini biliyor musunuz? Ben daha önce de anlatmıştım sanıyorum.
Üç gorili yavrularıyla birlikte saç bir zeminin üstüne koyuyorlar.
Altından ateş yakıyorlar.
Ateşi ilk hissettiklerinde goriller hemen yavrularını kucaklarına alıyorlar.
Ateş biraz daha artınca, goriller yavrularını yere koyup üstlerine çıkıyorlar.
“Darbe” ateşi hissedildiğinde bu halk sizi kucağına aldı, sizi ateşten korudu ama siz verdiğiniz ve vermeye hazırlandığınız kararlarla o ateşi artırırsanız, ki artıracak gibi görünüyorsunuz, o halk size yere koyup üstünüze çıkar.
Bunlara gerek yok.
Bunları yaşamamıza gerek yok.
Ülkeyi, bir darbe ortamına nasıl getirdiğinizi bir düşünün.
Avrupa Birliği’ne tam üyelik hakkını elde ettiğimizi günü, 7 Haziran’ı bir düşünün, “darbe ortamı” var mıydı?
Sadece bir yıl içinde biz darbeler yapılan, iç savaş tehlikesinin kıyısında yaşayan, NATO’dan, AB’den atılmasından konuşulan, kredi notu “çöpe” dönüşebilecek bir ülke haline nasıl geldik?
Bunu düşünürseniz, buradan nasıl çıkacağımızı da kestirebilirsiniz.
Bütün bu karanlık içinde bana tek umut veren, Meclis’te dört partinin birlikte hareket etmesiydi, Meclis Başkanının bütün parti başkanlarına tek tek teşekkür etmesiydi, Başbakan’ın dostça konuşmasıydı.
Ülkenin ümidi buradadır.
Parlamentodadır.
Bu zor zamanda siyasi partilerin demokrasi ve hukuk etrafında birleşmesindedir.
Bölmek, ilişkileri germek, herkesi korkutmaya yeltenmek, kızdığınız herkesi “teröristlikle” suçlayıp işinden atmaya ve tutuklamaya kalkışmak, böyle zor zamanda bir araya gelmesi gereken halkı gene nefretin iki kutbuna yerleştirmek, idam kararı çıkarmak, Batı’dan ayrılmak, ekonomiyi çökertmek, ülkeyi batırır.
Bunların size de bir hayrı dokunmaz.
Biraz tarihe bakın.
Bu yapılanlar, bunları yapanlara bugüne dek hiç hayır getirmedi, size de getirmez.
İktidardayken politikacıların kimseyi dinlemediğini biliyorum, o iktidar sonsuza kadar sürecek sanıyorlar, içlerinden “sen benden akıllı olsaydın burada sen otururdun” diye düşündüklerini de tahmin edebiliyorum, bazı insanların o iktidar koltuklarını hiç çekici bulmadıklarını kavramalarına imkan bulunmadığını da anlıyorum ama gene de uyarmak için söylüyorum.
Bu yol çok tehlikelidir.
Gitmeyin bu yoldan.
Emin olun ne ülkeye, ne size bir hayır getirecek.
Meclis’in bombalanabileceğini gördünüz, o darbe girişimi başarıya ulaşsaydı bugün ülke bir iç savaşın içindeydi, sokaklarda insanlar birbirlerini öldürüyor olacaklardı.
Ülkeyi darbe ortamından, iç savaş tehlikesinden kurtarın.
Bunu ancak barışla, demokrasiyle, hukukla yapabilirsiniz.
Bana inanmayabilirsiniz ama bir düşünün, milyonda bir ihtimalle bile doğru söylüyorsam ve bu milyonda bir ihtimal gerçekleşirse, sizin hayatınızı, geleceğinizi, ülkenizi “yüzde yüz” etkileyecek bir ihtimaldir.
Değer mi bunu göze almaya?
Bir de adamlarınızın “tutuklama listeleri” yayınladığını duydum, o listelerle sevdikleri için endişelenen insanları korkutuyorsunuz.
Asıl korkutmak istediklerinize, bu kindarlık, acıklı bir ezilmişlik olarak görünüyor sadece… Kendinizi böyle acıklı durumlara sokmayın.
Bir de bunlardan korkan insanlara, yakınları için endişelenenlere seslenmek istiyorum:
Korkmayın.
Unutmayın hayat geçici bir şeydir, hepimiz öyle ya da böyle geçip gideceğiz, korkmaya değmez.
Korkacaksanız, sevdiklerinizin tutuklanmasından, ölmesinden değil, onların boyun eğdiklerini, onurlarından vazgeçtiklerini, ruhlarını sattıklarını görmekten korkun.
Bu yazı ilk olarak Haberdar'da yayımlanmıştır.