15 Temmuz darbe girişimini önceden bildiği iddiası ile müebbet hapis cezası alan ve 2 yıldan fazla süredir Silivri Cezaevi’nde bulunan gazeteci yazar Ahmet Altan’ın “adli yargılamayı etkilemeye teşebbüs” ve “soruşturmanın gizliliğini ihlal” ve “hakaret” suçlamalarıyla yargılandığı iki ayrı dava 26 Nisan 2019 tarihinde Anadolu 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Altan, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un şikayetiyle açılan “hakaret” davasında beraat etti. Eski Sakarya İl Emniyet Müdürü Faruk Ünsal’ın şikayetiyle açılan dava ise 25 Haziran’a ertelendi.
Ahmet Altan duruşmalara SEGBİS’le tutuklu bulunduğu Silivri Cezaevi’nden katılırken avukatı Figen Albuga Çalıkuşu mahkeme salonunda hazır bulundu. Anadolu 2. Asliye Ceza Mahkemesi ilk olarak Ünsal’ın şikâyetiyle açılan davayı gördü. Davada Altan’ın kapatılan Taraf gazetesinde 2009’da yayımlanan “Mafyanın Dışında Kim Kaldı” başlıklı yazısı nedeniyle “adli yargılamayı etkilemeye teşebbüs” ve “soruşturmanın gizliliğini ihlal” suçlamalarıyla yargılanmasına devam edildi. Duruşmada Altan ve avukatı yazılı dilekçelerinin içeriğini tekrar ettiklerini beyan ettiler.
Ara kararını açıklayan mahkeme, "adli yargılamayı etkilemeye teşebbüs" suçunun suç için öngörülen cezanın miktarı itibariyle ön ödemeye tabi suçlardan olduğunu belirterek hükmedilen toplam 1.061 TL'lik adli para cezasının 10 gün içerisinde ödenmesi halinde bu suçtan açılan davanın düşürüleceğine dair ihtarda bulundu. Mahkeme davayı 25 Haziran'a erteledi.
Günün ikinci duruşmasında ise Altan yine kapatılan Taraf gazetesinde 2010 yılında yayımlanan bir yazısı nedeniyle eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un şikayetiyle “hakaret” suçlamasıyla hâkim karşısına çıktı. SEGBİS’le bağlandığı duruşmada savunma yapan Altan, dokuz yıl önce yazdığı bir yazı nedeniyle yargılandığı davayı “zombi dava” olarak niteledi.
Anadolu 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen her iki davada da 6352 sayılı Basın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkındaki Kanun uyarınca kovuşturma ertelenmiş ancak Altan hakkında geçen yıl “Cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasıyla verilen bir mahkûmiyet kararının kesinleşmesiyle bu davalar kaldığı yerden tekrar görülmeye başlanmıştı.
“Ben bu yazıyı yazdığımda askeri vesayet iktidarını sürdürüyordu. İlker Başbuğ da o dikenli iktidarın genelkurmay başkanıydı,” diyen Altan Başbuğ’un o zamanlar “yasalara ve kurallara hiç aldırmadan canının istediği her şeyi” söyleyebildiğini ve “geri kalmış ülkelerin bütün iktidar sahipleri gibi sonsuz bir özgürlüğe sahip olduğunu” sandığını savundu.
Dava konusu yazısında Başbuğ’u iki nedenle eleştirdiğini söyleyen Altan, şöyle devam etti:
“Birincisi, bir genelkurmay başkanı olarak kendi görev sınırlarını çiğneyip parlamentonun seçilmiş üyelerini aşağıladığı için... Bir genelkurmay başkanı siyasete karışamaz, milletin iradesiyle seçilmiş parlamenterleri aşağılayamaz, o parlamenterleri ülkeden kovmaya kalkışamaz, insanları o parlamenterlere karşı kışkırtamaz.”
“Eğer bir genelkurmay başkanı bunları yaptığında eleştirilmezse, kendisine sınırları hatırlatılmazsa o zaman nerede, ne zaman, nasıl ortaya çıkacağı bilinmeyen zehirli bir hasadın tohumları toprağa atılmış olur... Ki bu ülke o zehirli hasatla defalarca karşılaştı. Böyle bir ülkede yazı yazıyorsanız o genelkurmay başkanını eleştirmek sizin hakkınız ve görevinizdir. Dokuz yıl önce de böyle düşünüyordum, bugün de böyle düşünüyorum.”
Bu görüşlerini bugün de savunduğunu söyleyen Altan, “Bu ülke ve bu ülkenin yargısı hala bunun suç olduğunu düşünüyorsa, hala askeri vesayetin karanlık zihniyeti bu topraklarda egemense, hala asker ya da sivil iktidar sahipleri hukukun üstünde kabul ediliyorsa ben bu görüşlerimin bedelini öderim. Hukukun dışına çıkılmasını, insanların iradelerinin yok sayılmasını, haksızlığı olağanmış gibi görmektense cezalandırılmayı tercih ederim,” dedi.
Başbuğ’u eleştirmesinin ikinci nedeninin “askeri vesayetin kanlı yüzüyle ilgili” olduğunu söyleyen Altan, Başbuğ’un JİTEM üyesi olmaktan sanık bir albayı savunduğunu, bunu yaparken de JİTEM diye bir örgüt yokmuş gibi davrandığını, halktan gerçekleri gizlediğini ve “askeri vesayetin gizli ve kanlı bir örgütü hakkında dürüst davranmadığını” söyledi.
Altan, “Binlerce insanı öldüren gizli bir örgüt hakkında gerçekleri söylemeyen bir genelkurmay başkanını eleştirmese miydim? Sessizliğimle o yalana ortak mı olsaydım? Bir yazardan beklenen bu muydu? Bir yazardan bunu bekleyemezsiniz. Yazarlar ve yargıçlar herkesin sustuğu zamanlarda bile gerçeği söylemek zorundadır” diye konuştu.
“Dürüst olmak, gerçeği söylemek, insanların zorbalar tarafından ezilmesine karşı çıkmak, güçsüz olanların hakkını savunmak bizim mesleki görevimiz Sayın Yargıç,” diyen Altan, “İnsan, şartlar ne olursa olsun, üstüne düşen görevi yapmalı. Bu görevi yapmanın zor ve tehlikeli olduğu zamanlar vardır. Ama bir insan öyle zamanlarda görevini yapmayacaksa neden yazar ya da yargıç olur? Görevi yapmamanın insanın ruhuna yansıyan ağır ve acılı gölgesini taşımaktansa üstüne düşeni yapmanın bedelini ödemeyi tercih ederim,” ifadelerini kullandı. Altan savunmasını, “Ben üstüme düşeni yaptım. İlerde çocuklarına ve torunlarına ne söyleyeceklerini bunu yapamayanlar düşünsün,” diyerek tamamladı.
Altan’ın ardından söz alan avukat Figen Albuga Çalıkuşu ise “Sayın Yargıç, sizden sadece Anayasa ve vicdanınıza göre karar vermenizi istiyorum” dedi.
Savunmaların ardından kararını açıklayan mahkeme, atılı suçun yasal unsurlarının oluşmadığının anlaşıldığını belirterek Altan’ın beraatine hükmetti.