Derin KoçerLondra
“Kendine bir dinleyen bulan herkesin anlatacak hikâyesi vardır” diyor Ahmet Altan, Britanya’da geçtiğimiz günlerde raflara ulaşan, hapishanedeyken yazdığı ve denemelerden oluşan kitabında. “Bulması zor olan hikâye değil, dinleyicidir.”
Onun yeni kitabı ‘I Will Never See The World Again’de (‘Dünyayı Bir Daha Göremeyeceğim’) anlattığı öyküler ise, hapishanedeki bir yazarın aklının içinde geçiyor çoğunlukla. Altan’ın özlemleri, hatıraları, korkuları, deliliğe yaklaştığını düşündüğü anlar ile kuruluyor kitabın içindeki denemeler. Dinleyicisi ise, dünyanın dört bir yanından insanlar olacakmış gibi gözüküyor. Zira kitap önümüzdeki aylarda çeşitli dillerde okuyucuyla buluşacak.
Kitabı Türkçe’den İngilizce’ye tercüme eden Yasemin Çongar, İngilizce baskıya yazdığı notta, kitaptaki denemelerin yedi aylık bir süre içerisinde ‘Altan’ın avukatlarına verdiği notlar’ olarak kendisine ulaştığını aktarıyor.
‘Gazeteci’ değil ‘yazar’ Ahmet Altan
Hapishaneden yazılan kitaplar genelde iki ayrı söylemle ulaşır okura: Ya tutuklunun dört duvar arasındayken yazıp dışarıya yolladığı savunmadır onlar ya da içeriyi dışarıya anlatan metinler.
Bazen bu türlerin ikisi bir araya da gelebiliyor. Örneğin, MİT TIR’ları davası kapsamında tutuklanan eski Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar’ın yazdığı ‘Tutuklandık’ kitabı, hem Dündar ile dönemin Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Erdem Gül’ün tutuklanmalarına yol açan haberlerin nasıl hazırlandıklarını anlatıyor hem de hapishanenin kapılarını Dündar’ın gözünden okuyucuya açıyordu.
Kadri Gürsel’in geçtiğimiz aylarda yayımlanan ‘Ben de Sizin İçin Üzgünüm’ kitabı ise hem gazetecinin son yıllarda ana akım basın içinde yaşadıklarını ortaya koyuyor hem de Cumhuriyet davasında kendine yöneltilen suçlara cevabını içeriyordu. Gürsel, soğukkanlılıkla kendini anlatıyordu.
Öte yandan eski Cumhuriyet muhabiri ve şu anda HDP'nin İstanbul milletvekili olarak TBMM'de bulunan Ahmet Şık’ın Cumhuriyet davası kapsamında tutuklu kaldığı 2 yıla yakın sürenin ardından yayınladığı ‘İtham Ediyorum’ kitabı ise, Şık’ın mahkemede yaptığı savunmalardan oluşuyordu.
Altan’ın İngilizce tercümesi Türkçe orijinalinden önce yayımlanan yeni kitabı ise, bir ‘savunma metni’ değil. Altan, her ne kadar tutuklandığı geceyi, ‘pis ve karanlık bir kafeste’ geçirdiği 12 günü, mahkemede yaşadıklarını ve Silivri’de geçen zamanı kitabına yansıtmış olsa da kalemi, zihninin içini yansıtıyor ağırlıkla. Kendisine yöneltilen suçlamalara cevap vermiyor. ‘Gazeteci’ sıfatı değil, ‘yazar’ kimliği ağır basıyor.
Zaten Altan da yazarın hayal gücünün hapishane duvarları ile kıstıralamayacağını anlatıyor uzun uzun, “Yazarın Paradoksu” isimli, kitabın son denemesinde. “Beni hapsetmeye güçleri yeter ama beni hapiste tutmaya kimsenin gücü yetmez” diyor. “Ben bir yazarım. Ne bulunduğum yerdeyim, ne bulunmadığım yerde. Beni nereye kapatırsanız kapatın ben zihnimin sınırsızlığında kanatlanır, bütün dünyayı dolaşırım.”
Kitap, Altan’ın gözaltına alındığı gece ile, polisin kapısını çaldığı gibi başlıyor. Yazar, evi polis tarafından aranırken bavul hazırladığını, bir yandan da çay demlediğini aktarıyor. Polis memurlarına da “Çay ister misiniz” diye soruyor. İstemediklerini söyleyen memurlara ise “Rüşvet değil, içebilirsiniz” diyor, babası Çetin Altan’ı taklit ederek: “Tam 45 yıl önce, aynı bunun gibi bir sabah evimizi basmış, babamı gözaltına almışlardı. Babam, memurlara kahve isteyip istemediklerini sormuştu. Reddettiklerinde ise gülmüş ve ‘Rüşvet değil, içebilirsiniz’ demişti. (…) 45 yıl geçti ve zaman, o sabaha geri döndü.”
Altan’ın ilk defa mahkemeye çıktığı gün de kitapta kendine yer bulmuş. Aslında bu satırlar, yazarın da karşı karşıya olduğu suçlamalarla kitabında karşı karşıya geldiği tek parçayı oluşturuyor. Altan, 15 Temmuz Darbe Girişimi’nden önce, televizyondan ‘sübliminal mesaj verdiği’ gerekçesiyle kendisinin ve ağabeyi Mehmet Altan’ın gözaltına alınmasını isteyen savcının, sorguda bütün bunlara dair sorular sormadığını, “Kurucu Genel Yayın Yönetmeni” olduğu ve 5 yıla yakın bir süre yönettiği Taraf gazetesini merkeze aldığını söylüyor: “Bir noktada bana ‘Darbeciler ile gazetenin bağlantılı olduğunu tespit ettik’ dedi. ‘Kanıtınız nerede?’ diye sordum. Hollywood filmlerinden öğrendiğini ve bir gün kullanmak için sabırsızlandığını düşündüğüm cümleyle karşılık verdi: ‘Burada soruları ben sorarım!’”
Altan ise savcıya ‘söylediklerini kanıtlarla pekiştirmesi gerektiğini’ söylediğini aktarıyor. Taraf’a, Taraf’ta yayın yönetmenliği yaptığı döneme dair herhangi bir söz söylememiş Altan. Fakat o gün kendisini serbest bırakan Hakim’in kendisine dönüp, “Romanlar yazmaya devam edip, siyasi meselelere burnunu sokmamalıydın” dediğini aktarıyor. 24 saat içerisinde ise tekrardan gözaltına alınıp tutuklanıyor.
Yazar, hapishanedeyken ‘şehir dışında, huzurlu ve mutlu bir evi; o evde kendine ait bir yazıhaneyi ve güzel bir bahçeyi’ hayal ettiğini söylüyor, bir başka denemesinde. “Aslında, benim pozisyonumdaki bir insan için hiçbir hayal, ulaşılabilir değildir. Fakat kendimi tutamıyorum ve bu hayallerin ‘ulaşılabilir’ olduğuna dair hayal kuruyorum hâlâ.”