Ahmet Altan: Türkiye’nin başında İttihatçılara çok benzeyen bir iktidar var; onlar gibi hırsız ve zorbalar!

Ahmet Altan: Türkiye’nin başında İttihatçılara çok benzeyen bir iktidar var; onlar gibi hırsız ve zorbalar!

Ahmet Altan*

Elektrik santraline maymun girmiş gibi oldu…

Düğmelere basıyorlar, kırmızı ışıklar yanıyor, sirenler çalıyor, dumanlar çıkıyor, panikleyip başka düğmelere basıyorlar, bu sefer de başka kırmızı ışıklar yanıp, başka sirenler ötüyor.

Korkuyla bir düğmeden öbürüne zıplayıp duruyorlar.

Böylesine ne yaptığını bilmeyen şaşkın bir iktidar galiba cumhuriyet tarihi boyunca görülmedi.

Bir daha da görüleceğini sanmıyorum.

Zaten biraz daha iktidarda kalırlarsa geride Türkiye diye bir ülke de kalmayacak.

“Haddini bilmek”le “haddini bilmemek” arasındaki hayati farkın ne olduğunu bize bu iktidar gösterdi.

Bu AKP’nin yöneticileri tecrübeli inşaat kalfaları.

Ellerine sağlam bir plan verirsen binayı yapabiliyorlar.

2011’e kadar Avrupa Birliği’nin “kriterlerini” ve Kemal Derviş’in daha önce çizdiği ekonomi planını izleyerek gayet iyi geldiler.

Vakta ki Erdoğan 2011’de “ben usta oldum” deyip, planlarını kendi çizeceğini açıkladı, kendisi de Türkiye de bir girdabın içine yuvarlandı. 

Erdoğan, iş “ustalığa”, kendi planını çizmeye geldiğinde eşine az rastlanacak ölçüde yeteneksiz ve öngörüsüz bir siyasetçi.

Devlet yönetimi konusunda neredeyse hiç yeteneği yok. 

Kısıtlı yeteneklerini daha da körelten ise “kendi çıkarını” devletin çıkarı sanması, kendi temelsiz hayallerini devlet politikasına çevirmeye kalkması. 

Seçim kazanmayı, iktidarı ele geçirmeyi, “şu mahalleyi şu ilçeden alıp şu ilçeye bağlarsak şu kadar daha oy kazanırız” türünden hesapları, toplumu ikiye bölmeyi, nefret odaklı kutuplar yaratmayı biliyor ama ülkeyi yönetmeyi bilmiyor.

İyi bir “seçim kampanyası yöneticisi” olur, iyi bir örgütçü ama iş ülke yönetmeye gelince, olabilecek en kötü yönetici.

Siyasetçilik, sadece seçim kazanmak değil.

Seçim, ülkeyi yönetmek için kazanılıyor. 

İktidara gelmeyi becermek de, ülkeyi yönetmeyi becermek anlamına gelmiyor.

Hitler de binbir oyunla iktidara gelmeyi ve iktidarda kalmayı iyi biliyordu.

Milyonlarca insanın ölmesine ve ülkesinin iki bölünmesine neden oldu.

İyi bir siyasetçi miydi? 

Enver Paşa da iktidara gelmeyi iyi biliyordu.

33 yaşında bütün imparatorluğu ele geçirdi.

Sokaklar “yaşasın Enver” çığlıklarıyla yıkılıyordu. 

İmparatorluğu ele geçirmeyi, üstelik de defalarca ele geçirmeyi becerdi ama yönetmeyi beceremedi.

Milyonlarca insan öldü, 600 yıllık imparatorluk sersemce politikalarla parçalandı.

Erdoğan’la Enver’in siyasi körlükleri, çılgın hayalleri de birbirine benziyor.

Enver, dünyadaki bütün Türklerin lideri olacağını sandı, “Türklük” üzerinden bir siyaset yürüttü. 

Birçok etnik kimliğin birarada yaşadığı bir  imparatorluğu parçalamak için en iyi yöntem bu kimliklerden birini merkeze almaktır. 

Diğer bütün kimlikler ayaklanır.

Ayaklandı da zaten.

Erdoğan da 2011’de dünyadaki “Sünnilerin” lideri olacağını sandı.

Son beş yılda izlediği dış politikaya bakın, “Sünni liderlik” uğruna neler yaptığını, Türkiye’yi nerelere sürüklediğini görürsünüz.

İzlediği politika öyle bir duvara tosladı ki beş yıllık politikayı beş günde apar topar değiştirmek zorunda kaldı.

 “Politik körlüğün” nasıl bir şey olduğunu anlamak için yalnızca şu son Rus olayını izlemek yeter.

Kalkıp Rus uçağını vurdular.

Altı ay sonra Erdoğan Putin’e “beni affet” diye mektup yazmak zorunda kaldı.

Altı ay sonrasını göremeyen bir siyasetçiye, iyi siyasetçi mi diyorsunuz?

Özür dilemek zorunda kalacaktın da neden uçağı düşürdün?

Hadi diyelim yanlışlıkla düşürdün, niye hemen özür dilemedin?

Neden özür dilemek için turizmin kalp krizi geçirmesini bekledin? 

Bunun böyle olacağını görecek bir öngörün yok muydu, hadi senin yoktu, bu devlet yönetiminde seni uyaracak kimse de mi yoktu? 

Kendisini uyarabilecek herkesi yönetimden uzaklaştırmış, sadece her dediğine “evet” diyecek insanları yönetime doldurmuş biri iyi bir yönetici mi? 

Bu ekiple Türkiye hayırlı bir yere gidebilir mi?

Ya Suriye politikasına ne diyeceğiz?

Esad’a karşı bir “demokrasi cephesi” kuracağına bir “Sünni cephe” kurup da dünyanın bütün eli kanlı fanatiklerini Suriye’ye doldurunca, dünyanın dengesi çarpıldı.

Şimdi AKP’nin beslediği adamlar Türkiye’yi vuruyor.

Onların vurduğunu bile söyleyemeyip, havaalanı katliamında ölen masumların daha bedeni soğumadan “köprü açtık” diye göbek atıyor, katliamı unutturmaya uğraşıyorlar.

Tabii o yanlış politkaların bir başka sonucu olarak üç milyon biçare Suriyeli geldi Türkiye’ye. 

Erdoğan kalktı bir açıklama daha yaptı.

“Suriyelileri vatandaşlığa alacağız” dedi.

“Vatandaşlığa alacağız” dediği insanlar, Türkiye’nin beş yıldır “mülteci” statüsü vermediği insanlar.

Neden o sahipsiz, çaresiz insanlara “mülteci” statüsü tanımadın? 

Mülteci statüsü tanımadığın insanlara, hangi altyapıyı hazırlayarak “vatandaşlık” vereceğini söylüyorsun? 

Neden Avrupalı ülkeler “yüz bin mülteci” gelecek diye dehşete kapılırken, Türkiye üç milyonuna vatandaşlık verebileceğine inanıyor? 

Avrupalılar neden korktu, Türkiye neden korkmuyor?

Avrupalılar korktu çünkü onlar ülkelerine gelen her Suriyeliye “insan” muamelesi yapmak, bunun altyapısını hazırlamak mecburiyetinde ve bunu gerçekleştirmek zor iş.

Türkiye korkmuyor çünkü onun Suriyelilere “insan” muamelesi yapmak diye bir derdi yok.

En basitinden o Suriyeli çocukların eğitimi nasıl olacak, anadillerinde nasıl eğitim yapacaklar, elde bunu gerçekleştirecek bir öğretim kadrosu var mı diye bile bakmıyorlar. 

Suriyeli insanları, iç politikanın bir aleti olarak görüyorlar.

Alevi köylerinin arasına, Kürt kasabalarının ortasına Sünni Suriyelileri yerleştirip o bölgelerin demografik yapılarını değiştirip, kendi oy tabanlarını genişletecekler. 

Hesapları bu kadar körce, bu kadar bencilce, bu kadar insafsızca. 

Bu hesabın yaratacağı çatışmaları, akıtacağı kanı, coşturacağı ırkçılığı düşünmediler bile. 

Irkçılık daha şimdiden başladı.

Zavallı Suriyeliler için neler yazıyorlar, nasıl aşağılayıcı sıfatlar kullanıyorlar. 

Bir de Alevilerin arasına milyonlarca Sünniyi, Kürtlerin arasına milyonlarca Arabı koyunca olacakları düşünün. 

Bu, bir siyaset mi sizce?

Bu, öngörülü bir yönetim biçimi mi?

Bu, iktidarı kaybedeceği korkusuyla çıldıran bir grubun geçirdiği panik atakların bir sonucu.

İlk Suriyeli göçmenler gelmeye başladığında çıkan haberleri hatırlıyorum, Birleşmiş Milletler birlikte çalışmayı önermişti, bu iktidar reddetmişti. 

Çünkü o göçmenleri baskı aracı olarak kullanarak dünyanın Suriye politikasını etkileyeceklerini sanıyorlardı. 

Son beş yılda düşündükleri bir tek şey doğru çıkmadı ki bu çıksın.

Dünyayla birlikte çözmek zorunda olduğumuz bir sorunu şimdi “AKP’nin siyasi çıkarları” için şekillendirmeye çalışıp daha büyük felaketlere yol açacağız.

Neden?

Çünkü Erdoğan öyle istedi.

Bunun yanlış olduğunu ona söyleyebilecek kimse de yok yönetim kadrolarında.

Enver Paşa da her şeyi kendisinin bildiğine inanıyordu.

Kimseyi dinlemiyordu.

Bir küçük “askeri başarı” kazanıp halktan alkış almak için Balkan Savaşı sırasında orduyu kış vakti bir bataklığın içine sokmaya kalkmıştı da tecrübeli paşalar bunun bir felaket olacağını anlatabilmek için kıvranmışlardı.

Bu planın işlemeyeceğini söyleyen paşalara Enver karargahlarında silah çekmişti.

Sonunda Enver’in ısrarlarına dayanamadıkları için  bir saldırıya olur dediler, plan işlemediği için binlerce askerimiz Çanakkale yarımadasında bir günde öldü.

Enver de muhaliflerini her yöntemi kullanarak sustururdu.

Korkuturdu.

Onu eleştirecek kimseyi bırakmazdı. 

Dünya çapında bir cihangir olduğuna inanırdı.

Sarıkamış’ta binlerce askeri donarak ölmeye sürüklediğinde kimse bundan söz edememiş, bunun hesabını soramamıştı.

Onun döneminde hırsızlık alıp yürümüştü, onun yakın çevresi orduyu da ülkeyi de soyup sovana çevirmişti.

Tarihimizde bugünkü hırsızlıklarla kıyaslanabilecek tek dönem sanırım İttihatçıların o korkunç soygun dönemiydi.

İkinci Meşrutiyet’te İttihatçıları destekleyen Tevfik Fikret daha sonra onların yaptıklarını ve hırsızlıklarını görüp de eleştirmeye başlayınca, bir yandan İttihatçı medyayı üstüne salmışlar, bir yandan da kapısına kalabalıkları gönderip “kırılsın seni Fikret diye alkışlayan eller” diye bağırtmışlardı. 

Çaldılar çırptılar, devleti soydular, muhalifleri susturdular da sonra ne oldu?

İktidarı ele geçirmeyi beceren ama ülke yönetmeyi beceremeyen bu hırsızların elinde koskoca imparatorluk darmaduman oldu. 

Bugün Türkiye’nin başında İttihatçılara çok benzeyen bir iktidar var.

Onlar gibi beceriksizler.

Onlar gibi hırsızlar.

Onlar gibi zorbalar.

Onlar gibi muhalefeti susturuyorlar.

Onlar gibi öngörüsüzler.

Onlar gibi yanlış hesaplar yapıyorlar.

Onlar gibi, “her şeyi ben bilirim” diyen, “dünya lideri” olacağını sanan, yasaları dinlemeyen, anayasaya karşı gelen, öngörüsüz ve yeteneksiz bir liderleri  var.

Ve onlar gibi ülkelerini paramparça edecekler.

Eğer, bu gidişattan memnun olmayanlar bir araya gelmezse, mücadele etmezse, bugün küçümsediğiniz o Suriyeli göçmenlerin yaşadıklarını yaşama ihtimaliniz her gün biraz daha artacak.

Trafoya girmiş maymun gibi ne olduğunu anlamadığı düğmeleri kurcalayan bu iktidar, ülkeyi yakacak çünkü.

Bu yazı ilk olarak Haberdar'da yayımlanmıştır.