Ahmet Davutoğlu: Çözüm sürecinin durması içime sinmiyor

Ahmet Davutoğlu: Çözüm sürecinin durması içime sinmiyor

Başbakan Ahmet Davutoğlu, 7 Haziran sonrası bitme noktasına gelen çözüm sürecine ilişkin olarak, "Çözüm sürecinde o kadar mesafe alınmışken ve Türkiye'de şiddetin, terörün bütünüyle bitirilebilineceği bir aşamaya geçilmişken; önce Kobane bahane edilerek, daha sonra bölgedeki gelişmeler de istismar edilerek terörün tekrar hortlatılması "Bu prensipsel olarak Türkiye açısından da AK Parti politikalarımız açısından da kabul etmediğimiz, edemeyeceğimiz bir süreç oldu. Bizden kaynaklanmadığı halde içimize sinmeyen bir durumdu" dedi.

Habertürk'ten Kübra Par'ın sorularını yanıtlayan (26 Ekim 2015) Davutoğlu'nun açıklamalarından bazı bölümler şöyle:

-Başbakan olduğunuz dönemde geriye dönüp baktığınızda içinize sinmeyen bir şey var mı?

Elimizden geleni yaptık. Yine de bizden kaynaklanan sebeplerden olmasa da içimize sinmeyen birçok süreç yaşandı. Mesela çözüm sürecinde o kadar mesafe alınmışken ve Türkiye'de şiddetin, terörün bütünüyle bitirilebilineceği bir aşamaya geçilmişken; önce Kobane bahane edilerek, daha sonra bölgedeki gelişmeler de istismar edilerek terörün tekrar hortlatılması. Bu prensipsel olarak Türkiye açısından da AK Parti politikalarımız açısından da kabul etmediğimiz, edemeyeceğimiz bir süreç oldu. Bizden kaynaklanmadığı halde içimize sinmeyen bir durumdu…

-4 bakanın yüce divana gönderilmesi konusunda sizin gönlünüzden geçenin hukuki sürecin işlemesi olduğu söyleniyor. “Kabataş saldırısı, camide içki iddiası gibi sonradan ispatlanamayan konular AK Parti'nin dindarlık imajına zarar verdi” gibi bir eleştiri de söz konusu. Bütün bu meselelerle ilgili içinize sinmeyen şeyler var mı?

Bizim bu konularda tutumumuzun ne kadar ilkesel olduğunu herkes bilir. 17-25 Aralık soruşturmaları da sadece yolsuzluk iddiaları ile ilgili bir mesele olsaydı mutlaka farklı düzlemlerde davranırdık. Ama bu konular bir siyasi operasyon amacıyla kullanıldı. Burada önemli olan bu konulardan hareketle bir siyasi komplonun yaşatılmış olması. Bundan sonra da AK Parti'nin kurucu ilkeleri olarak gördüğümüz yolsuzlukla mücadele konusunda ilk günkü yaklaşımımızı aynen muhafaza edeceğiz. Nitekim son kongremizde bir etik kurulu oluşturduk. Bu konulardaki hassasiyetimizi sürdüreceğiz.

-Siz hep bir medeniyet tasavvurundan söz ediyorsunuz. Medeniyet tasavvurunun önemli parçalarından biri de mimaridir. AK Parti dönemimin mimari anlayışı içinize siniyor mu?

Bu meselenin AK Parti’nin ötesinde yaşanan toplumsal değişimle ilgili bir boyutu olduğu kanaatindeyim. 1950’den bu yana hızlı şehirleşme, sanayileşme ve sosyal dinamizm yaşayan bir toplumuz. Başka toplumların 200-300 yıl içinde yaşadığı süreçleri biz 60 yıl içinde yaşadık. İstanbul’da esas büyük mimari kaybın 1950’lerden itibaren yanlış şehirleşme soncunda sadece Eminönü ilçesinde 180 civarında cami ve mescit yıkıldı. Bu vahim bir tablodur. O zamandan beri bir bilinçsizlik var. AK Parti döneminde büyük bir ekonomik kalkınma söz konusu oldu. Refah arttığı için konut talebi de arttı.Terör sebebi ile köyünü terk edenler şehirlere geldiler. Mardin’in nüfusu kadar Mardinli, İzmir ve İstanbul’da yaşıyor. Tüm bunların biriktirdiği bir tablo var. Peki, biz buna hazırlıklı mıydık? İtiraf edeyim, geldiğimiz 12 yıl içinde ben de buna çok eleştirel bakanlardanım. Kendimize özgü mimari geliştirme konusunda eksik kaldık. Dikey mimariye karşı yatay mimariyi savunduğumu hep söylüyorum. Ancak tüm bunlar son 13 yıl içinde toplumun bir çok kesiminin konut ihtiyacının karşılandığı, yaşadığımız ciddi ekonomik büyümenin ve istihdamın hatırı sayılır bir kısmının inşaat sektörüne dayandığı gerçeğini de değiştirmez. Önemli olan bu dengenin kurulabilmesi. Bunun için de ciddi çalışmalarımız var.

 

"Sanata sınırlama getirilmesi yanlış"

 

-AK Parti’nin kültür politikası da eleştiriliyor. Sanata muhafazakârca yaklaşan, tiyatrocuları isyan ettiren, AKM’yi bir türlü yapmayan AK Parti imajı sizi rahatsız etmiyor mu?

AKM ayrı bir olay, çünkü onun hukuksal bir süreci var. Taksim konusunu ayrıca konuşabiliriz. Ama kültür konusunda belli alanlarda ciddi mesafeler alındı. Mesela tarihi eserlerin restorasyonu, modern sanatların desteklenmesi ve müzelerin yaygınlaşması konusunda ciddi çalışmalar yapıldı. Türkiye’nin her yerinde kültür merkezleri açıldı. Ama eksikler ve bazı problemler de var. Daha fazla özen göstermek gerekiyor.

-Sanata baskı ve sansürden şikâyetçi sanatçılara cevabınız nedir?

Hayatını bu tür çalışmalarla geçirmiş birisi olarak söylüyorum, sanat ve kültür hayatına herhangi bir sınırlama getirilmesinin doğru olmadığı kanaatindeyim. Büyük fikirler ancak özgür bir ortamda gelişebilir. Kaldı ki bugün de tüm eksiklerine rağmen Türkiye’deki tartışma ortamı bir çok Avrupa ülkesinde olmadığı kadar canlı. Bu yeterli mi elbette değil ama kimse de Türkiye’yi kimsenin fikrini ifade edemediği ülkelerle karşılaştırmaya da kalkmasın. Son tahlilde herkes her istediği görüşü hakaret etmeden ifade edebildiği bir ortamdayız. Sadece seçim kampanyasındaki tartışmalara bakmak bile yeter bunu anlamak için. Bunları söylerken, son yıllarda kültür ve sanat alanında uğraş veren bazı isimlerin, birleştirici olmak, ortak bir duygunun oluşmasına katkı vermek yerine dışlayıcı, kutuplaştırıcı bir dil ve davranış içinde olduklarını da görmemiz gerekiyor. Bu eleştirilerin bir çoğu, uzlaşmacı olmayan bu ruh halinin yansıması.

-Ankara patlamasının amacı neydi? Sizce arkasında bir devlet var mı? DEAŞ ve PKK'nın işbirliği yaptığı iddianızı pek ikna edici bulunmadı…

Terör örgütleri alanda birbirleriyle içli dışlı faaliyet gösteriyorlar. Ankara patlamasında DEAŞ terör örgütünün doğrudan müdahalesi yanında özellikle lojistik aktarım ve kamuoyu algısı oluşturma bakımından PKK'nın da etkide bulunduğu bir süreç gözlüyoruz. Benim kast ettiğim bu. Dolayısıyla kokteyl bir terörden bahsediyoruz. Mesela Suruç bombalamasından sonra PKK'nın Ceylanpınar'da ve Adıyaman'da saldırıya geçmiş olması bir tesadüf olamaz. Aynı şekilde Ankara patlamasından sonraki tavırlara, tutumlara bakıldığında da Suruç sonrası sürece bir paralellik görüyoruz. Ayrıca istihbari olarak da birtakım irtibatlar tespit ediyoruz. PKK'nın, DEAŞ'ın ortak hedefi; Türkiye'de istikrarsızlık ortamı çıkarmak, seçimlere doğru giderken Türkiye'deki demokratik seçim ortamını olumsuz yönde etkilemek ve bu istikrarsızlık ortamında kendi ideolojilerine uygun şartlar yaratmak. Çünkü bu seçimlerde temel çerçevede nihai soru AK Parti'nin tek başına iktidar olup olmayacağı sorusu. Diğer partilerin performanslarında da büyük değişiklikler, bir takım iniş çıkışlar var ama hükümet formüllerini etkileyecek bir durumları yok. 7 Haziran'da temel soru HDP'nin barajı aşıp aşmayacağı sorusu idi şimdi ise AK Parti'nin tek başına iktidar olup olmayacağı sorusu.

-Yeni patlamaların olabileceği iddiası var. Endişe etmeli miyiz?

Terör örgütlerinin hedefi zaten böyle bir endişe ortamı çıkarmaya çalışmak. Devlet olarak bizim görevimiz her türlü tedbiri almaktır, alıyoruz da. Terör örgütleri bir kaygı psikolojisi oluşturmaya çalışıyorlar. Dikkat çekici bir şey, meydanlarda yeniden mitinglere çıktığımız anda bu malum fuatavni denilen hesaptan katılacağım bazı mitinglerde bombalı saldırı yapılacalağı twitleri atıldı. Bu dahi, bombayı yapanlar bir örgütten olsalar bile bundan istifade etmek isteyenlerin başka bir örgütten olabileceğini ortaya çıkartıyor. Bu twitlerin iki amacı olduğunu düşünüyorum. Birincisi, mitinglerime halkın katılımı azalacak ve AK Parti başarısız görünecek. İkincisi, halk tedirgin olacak ve bu tedirginlik içinde toplumu yönlendirmek, belli algıları oluşturmak kolaylaşacak. Dolayısıyla bunlar bile terör örgütlerinin arasındaki irtibatı ortaya koyan durumlar.

 

"Rusya'ya gidişi aslında Esad'ın zayıflığını ortaya koyan bir durum"

 

-Esad'ın Rusya'ya gitmesi ve Putin'le verdiği fotoğrafı nasıl yorumladınız?

Esad'lı geçişten söz ediliyor, peki geçişten sonra ne olacak? Halkına bu derece zulmetmiş, yüz binlerce vatandaşını kendi eliyle katletmiş, milyonlarcasını ülkeden sürmüş bir diktatörle geçiş yapılabileceğine biz inanmıyoruz. Konuşulacak konu Esad'ın gidiş formülünün ne olacağı konusu olmalı. Bu gidişin nasıl olacağı ve Suriye halkının geleceği bakımından bu geçişin nasıl sağlanabileceği hususlarında bazı egzersizler yapılabilir. Rusya'nın Suriye'ye müdahalesi ve sonrasında Esad'ın Rusya'ya gidişiyse aslında Esad'ın zayıflığını ortaya koyan bir durum. Esad kendi ordusuyla, milisleriyle artık durumu kontrol edemediği için İran'dan destek istedi ve İran Devrim Muhafızları müdahil oldu Iraklı Şiiler müdahil oldu. Yine ayakta duramadı bu sefer Rusya müdahil oldu. Tüm bunlar Esad'ın başarısını değil olayı kontrol etme kabiliyetini tümüyle kaybettiğini gösteriyor. Dün bildiğiniz gibi Türkiye, Rusya, Amerika ve Suudi Arabistan dışişleri bakanları arasında dörtlü bir görüşme yapıldı. Bu önemli bir gelişme. Böylece bu dörtlü mekanizma üzerinden geçiş sürecinin nasıl olacağını bütün taraflarla görüşüyoruz.

Söyleşinin tamamı için tıklayın