Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan'ın, 30 Ağustos töreninde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın karşısında 'öne eğilerek selam verdi' tartışmalarıyla ilgili olarak "Fotoğraf karesinin anlattığı şey ile videonun anlattığı şey aynı değil. Keşke... Ben de fotoğraf karesinin aldatıcılığına bu kadar kolay teslim olmayıp azıcık kuşkulu davranabilseydim" dedi.
Ahmet Hakan'ın "Eğildi mi eğilmedi mi?" başlığıyla yayımlanan (7 Eylül 2017) yazısının ilgili kısmı şöyle:
Videoyu izledim.
Toplam 6 saniyelik bir olay.
Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la el sıkışıyor ve tam giderken çok hafif eğilerek bir baş selamı veriyor.
*
Gerçekten de...
Fotoğraf karesinin anlattığı şey ile videonun anlattığı şey aynı değil.
*
- Fotoğrafa baktığınızda: Rahatsız oluyorsunuz. Sanki Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önüne gelmiş ve itinayla eğilerek selam vermiş gibi bir durum...
*
- Videoya baktığınızda: Kuzey Kore stili bir eğilme meğilme yok. Hatta rahatsız edici tek bir unsur bile yok. Gayet normal bir selamlaşma... El sıkışılıyor ve hafif bir baş selamı veriliyor. O kadar!
*
Kısacası...
Bir kadraj oyunundan ziyade fotoğraf karesinin açık ve net bir aldatıcılığı söz konusu...
*
Keşke...
Zühtü Arslan, bu konunun ortaya atıldığı ilk anda “Biz Allah’tan başka hiçbir gücün önünde eğilmeyiz” açıklamasını yapsaydı.
*
Keşke...
Ben de fotoğraf karesinin aldatıcılığına bu kadar kolay teslim olmayıp azıcık kuşkulu davranabilseydim.
SEVGİLİ “Türkiye’de ensest oranı yüzde 40’tır” diye üfürenler!
Sizin gibi düşünmeyen, sizin gibi yaşamayan, sizin kadar cici olmayan, sizin gibi inanmayan, sizin kadar zengin olmayan, sizin kadar eğitimli olmayan, sizin kadar “janti” ve “klas” olmayan insanlara karşı öyle nefret ve hınç dolusunuz ki...
Onlarla ilgili kulağınıza üflenen her türlü palavrayı anında doğru kabul ediyorsunuz.
*
Hatta kulağınıza üflenen palavrayı bile yeterli bulmuyor, “Ne yüzde 40’ı yahu! Yüzde 40’tan bile fazla” falan diyerek...
Sizin gibi olmayan insanların ana, bacı, yeğen, kardeş, amca, dayı, çocuk falan dinlemeden ırza tasallut ettiklerine şeksiz şüphesiz iman ediyorsunuz.
*
Nefret, gözünüzü öyle köreltmiş ki...
“Bir toplumun neredeyse yarısı aile içinde önüne gelene cinsel saldırıda bulunmaz, olmaz böyle saçmalık” demiyorsunuz, diyemiyorsunuz.
*
Nefret, izanınızı öyle esir almış ki...
“Hani bu araştırmanın künyesi? Nerede bunun finansörü? Nedir bunun metodolojisi?” sorularını bile sormaya gerek duymuyorsunuz.
*
Nefret, mantığınızı öyle bağlamış ki...
Verilen rakamın mantıksızlığını sorgulamıyor, hemen satın alıveriyorsunuz. Bu saçma rakamı sorgulayanı da “ensest destekçisi” ilan ediyorsunuz.
*
Ey “yüzde 40 ensest var” diyenler!
Sizin mantık sınırlarını zorlayan bu nefretiniz, karşı tarafta da mantık sınırlarını zorlayan bir nefreti besleyip büyütüyor.
Siz onlardan nefret ediyorsunuz, onlar sizden nefret ediyor.
Ve bu nefret ilişkisinin kazananı, kalabalık olan tarafa yaslanan siyasetçiler oluyor.
*
Siz o insanların ana, bacı, kardeş falan dinlemeden birbirlerinin ırzına musallat olduğunu tartışmasız bir veri olarak kabul edecek kadar nefret dolu olursanız...
Her seçimde “bunlar niye onlara oy veriyor” diye daha çok ağlaşırsınız.
BİR başörtülü kadın, başı açık kadınları “kabuğu soyulmuş domatese” benzetti ya...
Başörtülü kadınlar işte buna şiddetle itiraz ediyorlar.
*
Bana gelen mesajlardan bazıları şunlar:
*
- Çok çirkin bir yaklaşım... Asla tasvip etmiyoruz.
*
- Başörtülü kadınların tümünün aynı şekilde düşündükleri şeklinde bir algının oluşmasına katkı verilmemeli. Genellemelerden kaçınmak gerekir.
*
- En iyi arkadaşlarımın başı açık... Ne ben onları ne onlar beni yadırgıyor.
*
- Bu tür yaklaşımları ön plana çıkarmayın. Bırakın marjinal kalsın bu çirkinlikler. Bunların ön plana çıkarılması nefreti ve düşmanlığı körüklüyor.
*
Çağrım şudur:
Hakikaten de kabuklu domatesleri bırakalım, bu güzel mesajlara odaklanalım!