17 ve 25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmaları kapsamında "şüpheli" sıfatıyla ifadesine başvurulan Hürriyet gazetesi yazarı Ahmet Hakan neden ifadeye çağrıldığını açıkladı. Hakan, 17 Aralık sürecinde Başbakan Tayyip Erdooğan’la yaptığı telefon görüşmelerinde Habertürk’te yayınlanan haberler için aldığı talimatlara ilişkin ses kayıtlarıyla gündeme gelen, “Alo Fatih” olarak ünlenen Fatih Saraç’la yaptığı telefon görüşmesi nedeniyle ifaye çağrıldığını ifade etti.
Saraç’la öğrencilik yıllarında arkadaş olduğunu belirten Hakan, iki yıl önce Fatih Saraç’ın kendisini arayarak, “Ben Habertürk’ün başına geçtim. Burada bir süre işlere nezaret edeceğim. Seninle de görüşmek istiyorum... Ne yapabilirim, birlikte ne yapabiliriz” teklifinde bulunuduğunu ve bu görüşmenin dinlemeye takıldığını söyledi.
Ahmet Hakan’ın Hürriyet gazetesinde “Şüpheli, sıfatıyla ifade verdim” başlığıyla yayımlanan (5 Haziran 2014) yazısının ilgili kısımları şöyle:
Yağmurlu bir öğleden sonrasıydı.
Telefonuma bir mesaj geldi. Şöyle bir mesaj: “Sayın Ahmet Hakan... Şu sayılı soruşturma dosyası kapsamında ifadenize başvurulacaktır... Şu tarihte şu adliyede hazır bulunmanız rica olunur...”
*
Bu gayet teknolojik ve gayet nazik daveti alınca... Ülkesinin adliyesinin bu denli teknolojik ve bu denli nazik olamayacağına alıştırılmış deneyimli bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak... “Acaba kekleniyor muyum” diye düşündüm. Hemen avukatımı aradım. Avukatım, “Ben bir inceleyeyim, seni ararım” dedi. * İncelemenin ardından avukatım telaş içinde şu bilgiyi verdi: “Seni meşhur ‘17 Aralık/25 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu’ kapsamında şüpheli sıfatıyla ifadeye çağırıyorlar.” * İlk olarak... “Allah Allah, bu ne iştir yahu?” dedim. İkinci olarak... “Benim 17 Aralık’la/25 Aralık’la falan ne işim olabilir?” dedim. Üçüncü olarak... “İfadeye çağıranlar paraleller mi? E hani paraleller dağıtılmıştı?” dedim. Dördüncü olarak... Kendimi bir an kutularla oynarken, vergisi bile ödenmemiş pahalı kol saatleriyle haşır neşir olurken, kupon arazi peşinde koşarken, bir vakfa yüklü miktarda bağış yaparken hayal ettim. Beşinci olarak... Egemen’ler, Zafer’ler, Muammer’ler falan geçti gözümün önünden... Altıncı olarak... Dumur oldum. Öylece kalakaldım. * İşte tam bu altıncı aşamada avukatım devreye girdi. Dedi ki: “Birazdan dava dosyasına bakarım. Mesele neymiş öğrenirim.” Çok geçmeden de meseleyi öğrenmiş bir şekilde döndü. * Her şeyi baştan sona anlatıyorum. Mesele şuymuş: MEŞHUR “Fatih” var ya... Hani şu “Alo Fatih” diye ünlenen... İşte o Fatih, benim çok eskiden beri tanıdığım biridir. İslami kesimde saygın ve itibarlı bir isim olan Emin Saraç Hocaefendi’nin oğludur Fatih Saraç... Ben üniversitede öğrenciyken Cağaloğlu’nda “Risale” adlı İslamcı entelektüellerin kitaplarını yayınlayan bir yayınevi vardı. Fatih Saraç, işte o yayınevinin sahibiydi. Biz öğrenciler oraya takılırdık. Fatih Saraç’ı ta o dönemden beri tanırım. Sonra Fatih Saraç yayıncılık dışında işlere yöneldi. Körfez Araplarıyla temas kurdu. Çeşitli işler yaptı, ortaklıklar oluşturdu. Biraz da zengin oldu. Yıllar içinde yolumuz bazen kesişti Fatih Saraç’la... Kesiştikçe de samimi bir şekilde görüştük. Fatih Saraç yaklaşık iki yıl önce bir gün beni telefonla aramıştı: “Ben Habertürk’ün başına geçtim. Burada bir süre işlere nezaret edeceğim. Seninle de görüşmek istiyorum... Ne yapabilirim, birlikte ne yapabiliriz” falan diye konuşmak için. İşte bu telefon görüşmemiz dinlemeye takılmış... Dinlemişler bu konuşmamızı... Ve “tape” haline getirmişler. “Şüpheli” sıfatıyla ifadeye çağrılmamın nedeni işte bu “dandik tape” imiş. * Gittim savcılığa... Üç savcı vardı karşımda: İsmail Uçar, İrfan Fidan ve Fuzuli Aydoğdu. Üçü de genç, kibar, anlayışlı ve saygılı idi. * Üçü de... Ortada soruşturmaya değer herhangi bir unsur bulunmadığının, açıklanmayacak bir durum olmadığının farkındaydı. “Dosyayı tamamlamak için bu tapeden yola çıkarak ifadenizi almak mecburiyetindeyiz” dediler. “Peki ama niye şüpheli olarak?” diye sordum. “Dosya gereği” dediler. * Savcıların merak ettiği bir husus daha vardı. Sordular: “Acaba bu süreçte herhangi bir şantaja maruz kaldınız mı?” Cevap verdim: “Bu tapenin nesiyle şantaj yapılabilir ki? Ne var ki tapede şantaja yol açsın? Şantaja falan maruz kalmadım.” * Savcıların yanından ayrılır ayrılmaz... “Flaş... Flaş... Ahmet Hakan 17 Aralık Operasyonu kapsamında şüpheli sıfatıyla ifade verdi” haberi internete düşüvermiş. Haberi okuyan matrak ve de şakrak arkadaşlar, “Dur şununla biraz kafa bulalım” diye beni aramaya başladılar: Hayırdır dostum, şüpheli olmuşsun? Yoksa o vakfa yüz bin dolarlık bağışta mı bulundun kardeş? Ümraniye’de kupon arazi var, gelsene birader... Saatin ne marka hacı? Eve gelip ayakkabı kutularına dalalım mı hafız? * Sonra annem aradı. “Bir şeyler duydum, doğru mu oğlum?” Benden cevap: “Yok anne... Önemli değil... Bi’ şey yok. Yok bi’ şey.” Annemden dua: “Allah korusun oğlum, Allah korusun.” Annemle konuşmamı bitirdiğimde dudaklarımdan bir fısıltı halinde şu iki cümle dökülüverdi: “Ağlarsa anam ağlar/Gayrisi yalan ağlar.”