Cumhuriyet yazarı Ahmet İnsel, yeni anayasa ve başkanlık sistemi tartışmalarıyla ilgili olarak, "Tayyip Erdoğan çevresinin başkanlık rejimi saplantısı, Cumhuriyetin tek parti ve tek adam tarihinden izler taşıyor" dedi.
"Otoriter ötesi bir rejim için gerekli koşullar bugün Erdoğan merkezli olarak AKP toplumunda olgunlaştı" diyen İnsel, "Otoriterliğin 21. yüzyıl totaliterliğine veya onun bir türevine dönüşmesi için yeterli koşulların oluşup oluşmadığını anlamak için, sadece AKP’ye bakmamak, AKP dışındaki toplum ve siyaset alanını ele almak gerekiyor" ifadesini kullandı.
Ahmet İnsel'in, "Otoriterizm ötesine gidiş" başlığıyla yayımlanan (17 Mayıs 2016) yazısı şöyle:
Türkiye’de otoriter yönetimin dozunun giderek ve hızlanarak artmasının, salt otoriter nitelemesinin var olan hâkim yönetim tarzını ifade etmemeye başlamasının arkasında birçok neden var. Bunlardan birincisi, AKP’nin bugün hegemonik parti konumuna gelmesinde rol oynayan ideolojik, sosyal ve iktisadi etmenler. Bunu,Tayyip Erdoğan’ın şahsi siyasal projesi, yönetim anlayışı, psikopolitik hali tamamlıyor. Bunlar içsel etmenler. Bir de Tayyip Erdoğan’ın AKP toplumu üzerinde, AKP’nin de Türkiye toplumu üzerinde otoriter hegemonya kurmasını sağlayan dışsal etmenler var: AKP’ye karşı muhalif ya da tepkili olan toplumsal kesimlerin psikopolitik hali, tepkileri, içinde bulundukları konumun dayattığı davranışları.Önce içsel olanlardan başlayalım. AKP iktidarı, toplumun muhafazakâr kesiminin on yıllardır için için taşıdığı “medeniyet ihyası” ülküsünü harekete geçirip, bunu iktidarının ideolojik sacayaklarından biri olarak kullanıyor. “Kendi vatanında yabancı olmak” olarak betimlenen, aslında hâkim millet konumunun kültürel ve sosyal planda tüm toplum üzerinde eksiksiz uygulanması arzusunu da dile getiren bir ruh hali bu.
Bu muhafazakâr otoriter blokun siyasal davranışına yön veren esas etmen, etnik vurgulu milliyetçilik. Kürt sorununda kritik anlarda öne çıkan etmen bu. AKP’nin seçmen tabanının sınırlarını çok aşan bir etki kapasitesine sahip etnik vurgulu milliyetçi refleksin yarattığı siyasal-toplumsal baskıyı, CHP yönetiminin dokunulmazlıklar konusunda aldığı tavır çok açık gösteriyor.Tayyip Erdoğan üzerinde de, Kürt sorununun çoğul ve eşit yurttaşlık temelinde çözülmesinin tıkanmasında bu etnik milliyetçi baskının etkisi yadsınamaz. Her şeyi oy hesabına göre yapan Erdoğan için, Kürt sorununun müzakere yoluyla çözümünde ilerlemenin AKP’nin Kürt seçmenini daha fazla HDP’ye, Türk milliyetçisi seçmenini de MHP’ye kaptırması olduğunu görmesi, masayı devirmesi için yeterliydi. 7 Haziran seçimleri bu öngörüsünde yanılmadığını da gösterdi. Şiddet ortamı, AKP’ye kaybettiği seçmenleri yeniden kazandırdı. AKP mezhepçi milliyetçiliği de kâh siyasal mobilizasyon amacıyla kâh zihin dünyasına kazınmış bir refleksle sergiliyor. Sünni mezhepçiliği, Alevilerin tanınma taleplerine karşı gösterdiği ısrarlı direnişte, dış politikadaki hamlelerde, oluşturulan ittifaklarda kendini gösteriyor. Modernite ile cebelleşen Osmanlı-Türk Sünni İslam hâkimiyetinin fetiş kelimelerinden biri “milli”dir. Bu zihniyet dünyasında “milli”, Sünni Müslüman milletine gönderme yapar. Bugün AKP iktidarının ideolojik alameti farikası haline gelen “yerli ve milli” terimi, tam da bu iki milliyetçiliğin birbirine eklemlenmesini ifade ediyor.
AKP iktidarını hegemonik kılan diğer etmen, devraldığı kalkınmacı söylem ve pratiktir. Bunu inşaat ve bayındırlık projeleriyle sürdürüyor olması, kısa vadede büyüme sağlama, yandaş sermaye çevresine en hızlı rant yaratma olanağını burada bulduğu içindir. Bunun uzun vadede sürdürülebilir bir büyüme olmamasının AKP’nin iktidarını seçimden seçime koruma stratejisi açısından çok sakıncası yok. Sosyal politika uygulamaları da bunu tamamlıyor.
Bir kısmı Cumhuriyetin kuruluşunda kurumsallaşan, askeri darbelerle pekiştirilen otoriter yönetim araçları, AKP iktidarına otoriterizmi bir kopuş olarak değil, süreklilik içinde uygulama olanağı verdi. Laiklik alanında yürütülen aşındırma politikası da büyük ölçüde kurumsal süreklilik içinde uygulandı. Bugün Tayyip Erdoğan çevresinin başkanlık rejimi saplantısı, en azından yetkileri daha güçlendirilmiş partili cumhurbaşkanı aracılığıyla yürütme, yasama ve yargı üzerinde tek adam hâkimiyeti kurma amaçlarının da aslında Cumhuriyetin tek parti ve tek adam tarihinden izler taşıdığı açık.
Bir kısmını burada ele alamadığımız bütün bu etmenler tek başlarına otoriter yönetimi otoriterlik ötesi bir rejime dönüştürmeye gene de yeterli olmazlar. Bunların dışsal etmenlerle etkileşim içinde olması ve bir çarpan etkisi yaratması gerekiyor. Dışsal etmenleri gelecek yazıda ele alacağız.
Otoriter ötesi bir rejim için gerekli koşullar bugün Erdoğan merkezli olarak AKP toplumunda olgunlaştı. Otoriterliğin 21. yüzyıl totaliterliğine veya onun bir türevine dönüşmesi için yeterli koşulların oluşup oluşmadığını anlamak için, sadece AKP’ye bakmamak, AKP dışındaki toplum ve siyaset alanını ele almak gerekiyor.