Ahmet İnsel*
Akın Atalay’la en son telefonla Almanya’dan dönmesinden bir gün önce görüştüm. Döner dönmez tutuklanacağını biliyordu. Dönünce, Cumhuriyet gazetesi çalışanı diğer dokuz tutuklu arkadaşımız üzerindeki tutukluluk baskısının hafifleyeceğini ümit ediyordu. Gözaltına alınan arkadaşlarımıza polis ve savcılık sorgularında yöneltilen sorulardan, somut herhangi bir suç isnat etmeyi mümkün kılacak en ufak bir suç delili olmadığı görülüyordu. Akın, bir an önce Türkiye’ye dönerek, hem kendini savunmak hem de herkes için kaçma şüphesi iddiasını boşa çıkarmak istiyordu.
Kadri Gürsel, Murat Sabuncu, Güray Öz, Hakan Kara, Turhan Günay, Musa Kart, Bülent Utku, M. Kemal Güngör, Önder Çelik, 1 Kasım sabahı gözaltına alındılar ve ardından tutuklandılar. Bugün tutukluluklarının 85. günü. Akın, 12 Kasım’da dönüş sırasında havaalanında gözaltına alındı. O da 76 günden beri tutuklu. Akın, Türkiye’ye dönerken, bu tutukluluk halinin uzun sürebileceğini tahmin ediyordu. Başka birçok davada olduğu gibi, yargılamanın sonucunun değil, yargı sürecinin kendisinin cezalandırma olduğunu söylüyordu. Gerçekten de daha ortada bir iddianame yok. Arkadaşlarımız ne ile suçlandıklarını bile bilmeden demir parmaklıklar arkasında tutuluyorlar. Delilleri karartmalarından mı korkuluyor? Hangi delil? Kaçmalarından mı? Hepsi bir an önce işlerinin başına dönmekten başka bir şey düşünmüyor. Bu tutukluluklar Cumhuriyet gazetesinin bağımsız gazetecilik faaliyetini bastırma, sindirme ve başkalarını yıldırma operasyonunun bir parçası. Ahmet Şık’ın 28 gün önce gözaltına alınıp tutuklanması da. Bütün bu tutuklamalar, şüphelilere atfedilen suçların bütünüyle afaki olduğunun veya bunları normal koşullarda suç olarak nitelemenin mümkün olmadığının bilincinde olan bir yargı sisteminin, yargılamadan cezalandırma politikasının bir sonucudur. Bugün Türkiye’de tutuklama, yargılamadan infaz etme aracı olarak kullanılıyor. Birkaç AKP milletvekilli ve AKP yandaşı kalemin tutuklamalarla ilgili yarım ağız dile getirdikleri çekinceler, tutuklayarak cezalandırma politikasının siyasal iradeden bağımsız yürütüldüğü izlenimini verme oyununun dekorlarından başka bir şey değiller. Bugün Türkiye’de 1990’larda yürütülen yargısız infazlar yapılmıyor. O dönemde yargısız infaz, gözaltına alıp sonra bir şekilde infaz etme, öldürme yönteminin adıydı. Yeni Türkiye’de ise yargısız infaz, bütünüyle keyfi biçimde çalışan ceza yargısının, yargılamadan cezalandırma aracı olarak kullanılmasının adıdır. Birçoğu dört buçuk aydan beri tutuklu olan Ahmet Altan’ın, Mehmet Altan’ın, Murat Aksoy’un, Şahin Alpay’ın, Ali Bulaç’ın, Ahmet Turan Alkan’ın, Nazlı Ilıcak’ın ve daha birçok gazetecinin, yazarın suçları tam olarak ne? Halen bilmiyoruz. Muktedirin damarına basmış oldukları, onu öfkelendirdikleri için tutuklulukla cezalandırıldıklarını kim inkâr edebilir? Cumhuriyet çalışanlarıyla ilgili soruşturmanın savcısının aynı zamanda Fetullahçı Terör Örgütü üyesi olma şüphesiyle hakkında soruşturma yürütülüyor olması da, bu yargısız infaz mekanizmasının bir yöntemi. Kendini aklatmak için hukukun bütünüyle ayaklar altına alınmasını içine sindirecek hukukçulara iktidarın ihtiyacı var. Bütün bunlar siyasal iktidarın dayattığı bir büyük korkutma, sindirme ve öç alma politikasının parçaları. Nasıl idari kararla seksen binden fazla insan memuriyetten atılarak cezalandırılıyorsa, ki bu da dört dörtlük bir yargısız infazdır, dokunulmazlıkları halen yürürlükte olan milletvekilleri de tutuklanarak yargısız infaza maruz bırakılıyorlar. İbrahim Okur, itirafçı olarak verdiği 150 sayfalık sorgu tutanağında, kendisi Adalet Bakanı Müsteşar Yardımcısı iken Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın tutuklanmalarının sorunlu olduğunu dönemin Başbakanı’na aktardığında, aldığı yanıtın, “olsun, ne cezaları varsa, çeksinler” olduğunu söylüyor. Zaten, o dönemde Avrupa Parlamentosu’nda bu tutuklamaları meşru göstermek için kitapla bombayı bir tutan konuşma yapmamış mıydı? Üstelik daha ortada olmayan bir kitaptı söz konusu olan. Şimdi o kitabın yazarı Ahmet Şık gene tutuklu ama FETÖ davalarında savcılar o “bomba” mahiyetindeki kitaptaki tespitleri iddianamelerine dayanak olarak kullanıyorlar. Evet, artık yargısız infaz, ölüm cezası olarak uygulanmıyor. Bir ilerleme olduğu kesin. İktidarın hınç ve öfkesinin yöneldiği binlerce kişiye iktidarın kestiği cezalar artık tutukluluk olarak infaz ediliyor. İktidarın bu azmi ve şevki sayesinde Türkiye bir yerlere geliyor. Ortada bu kadar diktatörlük varken, dünya tutuklu gazeteci şampiyonasında altın madalya sahibi olmak da bir başarıdır!