Star gazetesi yazarı Ahmet Kekeç, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın "İmralı zabıtları" haberini kast ederek dile getirdiği "Böyle yapacaksan, batsın senin gazeteciliğin" sözlerini değerlendirdi. Kekeç, "Hangi sözlerin manşete çıkarılacağını Doğu Silahçıoğlu Paşa’ya soruyordunuz ama. (Bkz. “Paşa Başkan’ı hizaya soktu.”) Busunuz siz. Budur sizin gazeteciliğiniz. Hakikaten batsın böyle gazetecilik..." dedi.
Ahmet Kekeç'in, Star gazetesinde "Hakikaten batsın sizin gazeteciliğiniz" başlığıyla yayımlanan (5 Mart 2013) yazısı şöyle:
Ben Milliyet’te yayınlanan “tutanakların” gazetecilik açısından vahim bir durum oluşturduğunu düşünmüyorum.
Sorgulanması gereken husus şuydu bence:
Elde edilen tutanaklar niçin “editoryal süzgeçten” geçirilmedi ve sorumsuz bir gazetecilik örneği sergilendi.
Milliyet’in haberinde, düpedüz “andıç” diyebileceğimiz satırlar vardı ve bir taşla üç kuş vurma hedefi gözetilmişti.
Peki, gazeteci, eline geçen belgeyi, doğruluğunu çek etmişse ve gerçekten de “gazetecilik” diye bir derdi varsa yayınlamalı mıdır?
Elbette yayınlamalıdır.
Fakat, bu gazetecilik ceht ve çabasını her alanda göstermelidir.
Elindeki belgeleri “ideolojik tasnife” tabi tutmamalıdır...
Mesela?
Mesela, İmralı tutanaklarına “iş” gözüyle bakıyorsa, Ergenekon ve Balyoz belgelerine de “iş” gözüyle bakmalıdır.
İmralı tutanaklarını manşete çakıp “İşte gazetecilik bu” diyorsa, Ergenekon ve Balyoz belgelerini de manşete çakıp “İşte gazetecilik bu” diye göğsünü gere gere dolaşmalıdır.
İşine gelen haberi yayınlayacaksın...
İşine gelmeyeni sümen altı edeceksin...
Kamuoyunun bilgi edinme hakkına karşı “Eniştemiz Dani Rodrik’i üzmeyelim. Aile saadeti söz konusu” cümleleriyle karşı çıkacaksın...
İmralı tutanaklarıyla ilgili bir itirazla karşılaşınca da, “Eyvah, gazetecilik elden gidiyor. Bu kadarını istibdat rejiminde bile görmedik” diye yaygara koparacaksın.
Bu mudur gazetecilik?
Dün, mesleğimizin duayen isimleri, Başbakan Erdoğan’ın “Batsın sizin gazeteciliğiniz” çıkışına karşı, “Gazeteciliği senden mi öğreneceğiz?” şeklinde, üst perdeden meydan okuyan yazılar yazdılar ve sitemlerini (!) dile getirdiler.
Kimileri de dalgasını geçti tabii...
Efendim, atacağımız her adımdan önce göz ucuyla Başbakan’a bakmalıymışız.
Eee, atacağınız her adımdan önce göz ucuyla generallere bakıyordunuz ama... Hangi haberinizin ya da yazınızın karargâhta nasıl karşılanacağını düşünüp kurdeşenler döküyordunuz.
Ofsayta düşmemek için, topla Başbakan arasına girmemeliymişiz.
Ofsayta düşmemek için karargâhı arayıp, “Böyle bir haber yapıyoruz Paşam. Uygun mudur?” diye soruyordunuz ama...
Neyi haber yapıp neyi haber yapmayacağımıza Başbakan karışamazmış...
Neyi haber yapıp neyi haber yapmayacağınıza İletişim Dairesi’ndeki Kurmay Albayları karıştırıyordunuz ama... Kurmay Albay telefona sarıldığında, “Öyle mi efendim? Gözden kaçmış olmalı. Bir daha olmaz” diye sararıp soluyordunuz.
Başbakan’ın bir işaretiyle haberlerin yayınlandığı, Başbakan’ın bir göz kırpmasıyla haberlerin çöpe atıldığı bir “medya düzeni” olmazmış...
İsmail Hakkı Karadayı’nın bir işaretiyle haberlerin yapıldığı (Fatih Bey’e sorun, o size anlatsın), Erol Özkasnak’ın bir göz kırpmasıyla pikaj sehpasından haberlerin indirildiği medya düzeninden şekvacı görünmüyordunuz ama...
Haberin dilini Başbakan belirleyemezmiş...
Haberin dilini belirlesin diye Oramiral Güven Erkaya’ya en güvenilir temsilcilerinizi yolluyordunuz ama... Sonra da “Geçmiş olsun ziyaretine gitti” diye kılıf buluyordunuz. (Öyle değil mi Sedat?)
Hangi sözlerin manşete çıkarılacağını Başbakan’a mı soracakmışız?
Hangi sözlerin manşete çıkarılacağını Doğu Silahçıoğlu Paşa’ya soruyordunuz ama. (Bkz. “Paşa Başkan’ı hizaya soktu.”)
Busunuz siz.
Budur sizin gazeteciliğiniz.
Hakikaten batsın böyle gazetecilik...