Ahmet Kekeç'ten köşe komşusu Ahmet Taşgetiren'e: Sizin Abdulkadir de az değil hani!

Ahmet Kekeç'ten köşe komşusu Ahmet Taşgetiren'e: Sizin Abdulkadir de az değil hani!

Star yazarı Ahmet Kekeç, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin Hürriyet yazarı Abdulkadir Selvi için kullandığı "Kılıç artığı" ifadesini eleştiren köşe komşusu Ahmet Taşgetiren'e "Sizin Abdulkadiriniz de az değil" dedi. 

"Kendisine yönelik sözler karşısında incinen/incinme hakkını kullanan, bir 'dayanışma çemberi'ne alınacak kadar talihli, başkalarını incitmekten çekinmeyen 'rakik kalp' Abdülkadir de sütten çıkma ak kaşık değildir" ifadesini kullanan Kekeç, "Çirkin ve pespaye bir insandır" görüşünü dile getirdi.

Taşgetiren, Devlet Bahçeli'nin Abdulkadir Selvi'ye yönelik olarak kullandığı "Kılıç artığı" ifadesine tepki göstermişti. "Bahçeli'ye birisi böyle bir hakarette bulunsa, o da dedelerinin hangi savaşta hangi kahramanlığı gösterdiğini mi anlatacak?" diyen Taşgetiren, "Belki de içinizden geçiyordur: Abdülkadir Selvi senin neyin olur ki, ona böylesine sahip çıkıyorsun? Cevabı çok kısa: “İnsan kardeşim” olur sadece. Ve tepkim 'haysiyet cellatlığı'nı, 'bel altı vuruşlar'ı hiç kimse için olağan kabul etmemekle ilgili" ifadesini kullanmıştı.

Bahçeli, Selvi'nin "AK Parti önemli oranda Kürt seçmene sahip olduğu için MHP ile mesafesinde dikkatli olması lazım" ifadesiyle ilgili olarak "Bu zatın şuursuz ve ucube sözleri bizim nezdimizde küçücük kalmaya, ufalanmaya, çiğnenmeye mahkûmdur" demişti.

"MHP, Kürt kardeşlerimizi karşımızda gösteren, kaleminden zehir damlayan her kim varsa hem bölücü hem de su katılmamış bir Türkiye düşmanıdır" görüşünü dile getiren Bahçeli, Selvi'ye yönelik olarak "Bu kalem ve kılıç artığı şahsın MHP'ye tutumu bellidir. Peki AKP'ye dost mu, yoksa hasım mıdır?" ifadesini kullanmıştı.

Ahmet Taşgetiren'in "Sizin Abdülkadir’iniz de az değil hani" başlığıyla yayımlanan (3 Mart 2017) yazısı şöyle:

MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Abdülkadir Selvi hakkında sarf ettiği biçimsiz söz, kötü gazeteci cümlesiyle söylersek, “gündeme bomba gibi düştü...”

Önce Selvi’nin tepkisini okuduk.

Mahkemeye gideceğini, Devlet Bey’le yargı önünde hesaplaşacağını söylüyor.

Hakkıdır.

Ben de olsam öyle yapardım. Hakkımı mahkemede arardım. Kalemimle üstesinden gelemeyeceğimi düşünüyorsam, dava açar, muhataplarımı daha ölçülü olmaya zorlardım.

Hayır, o “biçimsiz söz”ü ve o sözün ne anlama geldiğini tekrarlamayacağım.

Bunu tekrarlamak da, en az o “biçimsiz söz”ün çağrıştırdıkları kadar nahoş. Meraklısı, gazetemiz yazarlarından Ahmet Taşgetiren’in dünkü yazısına bakabilir. Ahmet ağabeyimiz, orada, o biçimsiz sözün ne anlama geldiğini (ve niçin nahoş sayılması gerektiğini) anlatıyor.

Selvi, tepki yazısında, ayrıca, “şehit olmuş dedeleri”yle ilgili detaylar sundu.

Herhalde o biçimsiz söz ve çağrıştırdıkları karşısında kendisini bazı şeyleri “ispatla yükümlü” saydı.

Buna lüzum olduğunu düşünmüyorum ama ortada “incinmiş” rakik bir kalp var. Telaşını (refleksini) doğal (ve insani bir hal) olarak görmeliyiz.

Girişte, “gündeme bomba gibi düştü” ifadesini kullanmıştım.

O biçimsiz söz gündeme bomba gibi düştü, çünkü birçok kalem, birçok sosyal medya kullanıcısı, Selvi’ye destek çıkan, Bahçeli’yi kınayan açıklamalar yaptılar, yazılar yazdılar...

Gazetemiz yazarlarından Ahmet Taşgetiren de, hoş bir yazıyla Selvi’ye desteklerini sundu. İtiraz edecekler için de, peşinen şu açıklamayı yaptı: “Belki de içinizden geçiyordur: Abdülkadir Selvi senin neyin olur ki, ona böylesine sahip çıkıyorsun? Cevabı çok kısa: ‘İnsan kardeşim’ olur sadece. Ve tepkim ‘haysiyet cellatlığı’nı, ‘bel altı vuruşlar’ı hiç kimse için olağan kabul etmemekle ilgili...”

En az Selvi kadar rakik bir kalp olan Ahmet ağabeyimizin gösterdiği hassasiyeti, “doğru” ve “olması gereken” bir tavır olarak görüyorum.

Keşke hepimiz, her konuda aynı hassasiyeti göstersek, gösterebilsek. Haysiyet cellatlarının saldırısına uğrayan, bel altı vuruşlara muhatap olan bütün “insan kardeşlerimize” gereğince sahip çıkabilsek.

Bir “haysiyet celladı”, bundan bir süre önce, çalıştığımız medya grubunun patronu Ethem Sancak’la ilgili, biçimsiz ve terbiyesizce ithamlarda bulundu. Sancak’ın davayı satacağını, ilk fırsatta bırakıp kaçacağını yazdı.

 “Niye böyle yapıyorsun, yakışıyor mu sana bel altı vuruş?” diyenlere de, “Ben kendimi Hazreti Ömer’in kılıcı gibi görüyorum, kılıcımla düzeltiyorum” anlamına gelebilecek bol “şarlamalı” bir cevap verdi.

Bu haysiyet celladının ismi Abdülkadir Selvi’ydi.

Ethem Sancak davayı satmadı, kılıçla düzeltilecek faullü bir davranışta bulunmadı ama bırakıp kaçan Abdülkadir Selvi’nin kendisi oldu. Öyle bir kaçtı ki, arkasına bile bakmadı...

Şimdi bol sıfırlı maaşla çalıştığı Hürriyet gazetesinde “davayı sattı” dedirtecek düşüklükte yazılar yazıyor ve yüzü hiç kızarmıyor. Kimse de çıkıp, “Ethem Sancak da benim insan kardeşim olur, üstelik davayı satmadı, bırakıp kaçmadı, bu sözler Abdülkadir Selvi’ye yakışmadı” demedi, demiyor.

Haysiyet celladı Abdülkadir bununla kalmadı.

Hemen arkasından bu satırların yazarına sardırdı.

Önce, “nezahet”le yaklaşan bir yazıma “hakaret”le cevap verdi. Sonra da, yaptığı terbiyesizliği “şerefsizlikle” taçlandırarak, telif pazarlığı yapmak için Cumhurbaşkanı’nın ve Başbakan’ın uçağına bindiğimi yazdı.

O tarihe kadar hiçbir geziye katılmamıştım oysa.

Bir kez bile uçağa binmemiştim.

Hiçbir siyasiyle, hiçbir “özel toplantı”da bir araya gelmemiştim.

Bu terbiyesizliği yüzüne vurduğum ve kendisini ispata davet ettiğim halde, “haysiyet celladı” Abdülkadir hiçbir şey olmamış gibi sırıtmaya ve “ağlak” televizyon konuşmaları yapmaya devam etti.

Hayır, “Neden bir insan kardeşim çıkıp beni savunmadı?” demiyorum. Elimde kalemim var. Kendimi savunacak pozisyondayım çok şükür. Kaldı ki, iki gazeteci arasındaki tartışmaya bir “üçüncü kişi”nin dâhil olması beklenmemeli. Ben beklemem.

Şunu demeye çalışıyorum:

Kendisine yönelik sözler karşısında incinen/incinme hakkını kullanan, bir “dayanışma çemberi”ne alınacak kadar talihli, başkalarını incitmekten çekinmeyen “rakik kalp” Abdülkadir de sütten çıkma ak kaşık değildir.

Çirkin ve pespaye bir insandır!

Savunun ama bu gerçeği de bilin!