Türkiye’nin içinde bulunduğu dönemi değerlendiren yazar Ahmet Ümit, önemli olanın ülkeyi terk etmek değil, burada kalmak ve var olmaya devam etmek olduğunu söyledi. Türkiye’yi bir ağaca benzeten Ümit, "Bu koşullarda biz bu ağacı terk edersek bu ağaç içten içe çürür ve kurur. Oysa bu ağacın sağlıklı olması için elimizden gelen her şeyi yapmamız lazım. Gitmek çözüm değil kalmak ve değiştirmek lazım” dedi.
BirGün Pazar’da yer alan haberde topluma çağrıda bulunan yazar Ahmet Ümit, oyuncu Füsun Demirel ve şair Şükrü Erbaş, Türkiye’nin zor şartlar altında olduğunu ancak umutlusuzluğa kapılmamak gerektiğine dikkat çekti. Kalbi demokrasiden, barıştan, adaletten, eşitlikten ve özgürlükten yana atan insanların burada asla yalnız olmadığını belirten sanatçılar, BirGün Pazar’a şu açıklamalarda bulundu:
Ahmet Ümit: Türkiye her zaman fırtınalı bir ülke olmuştur. Ben 57 yaşındayım, 12 Eylül’ü gördüm, 12 Eylül’den önce ilan edilmemiş iç savaşı gördüm. Tüm bu vahim koşulları yaşadım ama bir şekilde hepsini atlattık. Önemli olan ülkeyi bırakıp gitmek değil, önemli olan burada kalmak, var olmak. Şöyle düşünmek lazım: Türkiye’yi büyük bir çınar ağacına benzetelim, bu çınar ağacı zaman zaman fırtınalara maruz kalabilir, hastalıklara, parazitlere maruz kalabilir. Bu koşullarda biz bu ağacı terk edersek bu ağaç içten içe çürür ve kurur. Oysa bu ağacın sağlıklı olması için elimizden gelen her şeyi yapmamız lazım. Gitmek çözüm değil kalmak ve değiştirmek lazım.
Füsun Demirel: Aslında biz de göç sorunu 60’larda başlar. Ekonomık göçler darbe dönemlerinde yerini siyasi göçlere bırakır. Galiba en yoğun göçün yaşandığı dönem bu dönem oldu. Zorunlu göçler var elbette... İnsanların yaşamları ve hatta canları tehdit altına girerse insanlar çareyi göç etmekte bulur. Göçtükleri memleketlerde kendilerini nelerin beklediğinden habersiz belki de...
Ben öğrencilik yıllarımı, yani 1977 ve 1982 yıllarını yurtdışında geçirmiş biri olarak bu göçlere biraz da olsa tanık oldum. 12 Eylül sonrası siyasi göçlere şahidim. Gördüm ki Avrupa’da da büyük ırkçı tehditler var, ekonomik varoluşun dayanılmaz zorlukları var. Tam anlamıyla “arada kalmış” göçmenler var.
Öğrenciliğimi İtalya’da geçirdiğim için gençlere hayatım boyu şunu önerdim: Mutlaka ileri demokrasileri, uygar memleketleri gidin görün... Oralarda kültürel alanlarda bilgilenin, beslenin. Ama sonunda mutlaka memlekete gelin. Çünkü bu memleketin sizlere ve sizlerin donanımlarına çok ihtiyacı var. Ben böyle davrandım. 6 sene sonunda 12 Eylül döneminde tersine göç ettim, memleketime döndüm.
Bugün de buradayım, hep birlikte buradayız. Bin bir güçlük içindeyiz ama gerçekten aynı havayı soluyor olmak bile beni güçlü kılıyor. İkizlerimle birlikte kalarak, burada kendi topraklarımızda, kendi coğrafyamızda kök salarak yaşamaya devam edeceğiz. Birbirimize çok ihtiyacımız var ve eğer ülkemiz de barış, istikrar, düşünce özgürlüğü, insan kadın ve çocuk haklarına dayalı bir demokrasiyi tam tamına yaşayabileceksek bunu bizzat burada var olarak, burada çabalayarak yine bizler gerçekleşmesine katkı sunacağız.
Ben gençlere seslenmek istiyorum: Varoluşun milyonlarca yolu var. Kendinizi açmazda hissetmeyin. Sabır ve sebat ederek bu dönemi ülke olarak beraberce atlatacağız. Gün kenetlenme ve dayanışma günüdür. Gelin canlar bir olalım.
Şükrü Erbaş: Bir; ne olacaksa burada olacak. Gidenler, kalanlardan çok daha iyi bilir bunu. İki; gidenler ne hain, ne korkak. Böyle bir gidiş, hayatını verdikleri değerler adına elbette ölümcül bir karar. Üç; kalanlar da ne kahraman, ne de düzene teslim olmuş hainler. Öyle acımasız bir gerçeklik ki bu, orada da burada da ağır bir yalnızlık, derin bir öfke, zehirli bir keder, her saniyesi insanın boğazına oturan bir bekleyiş. Kapanmaz bir daüssıla. Dünya küçüldü ama bizim evlerimiz, sokaklarımız, çocuklarımız, acılarımız burada. Geleceğimiz de burada olacak, barışımız da. Azıcık tarih bilinci, azıcık diyalektik bilgisi, azıcık kolektif davranabilme becerisi, bu kötülük örgütlenmesine karşı, hepimizi emeğin-adaletin-özgürlüğün odağında kocaman bir güzellik pervanesine çevirecektir. Fazla ütopik bulunmazsa, bunun için tek bir şey gerekiyor hepimize: Birbirimizin gözlerinin içine kirpiklerimizi kırpmadan bakmak. Ne diyordu Horkheimer: “Evlerin pencerelerini tamamıyla açabilen tek bir rüzgâr biliyorum: Ortak keder.”