T24- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türk Yargıcı Işıl Karakaş, Türkiye’nin yeni Anayasa hazırlığı sürecinde AİHM içtihatlarını dikkate alması gerektiğini belirtirken, son bir yıl içinde mahkemeye gelen başvurularda büyük artış olduğunu söyledi. Türkiye’nin özellikle uzun tutukluluk süreleri ile ifade ve basın özgürlüğü konusunda çok kötü durumda olduğunu kaydeden Karakaş, vicdani ret uygulamasının da mevzuata alınması gerektiğine dikkat çekti.
NTV’den Kayhan Karacan’ın sorularını yanıtlayan AİHM’in Türk Yargıcı Işıl Karakaş Türkiye’nin durumuyla ilgili olarak görüşlerini şöyle dile getirdi:
2011 yılında Türkiye’den AİHM’e gelen başvurularda inanılmaz bir artış var. Geçen yıl 6 bin 6 bin 500 arasında bir başvuru varken bu yıl 9 bine ulaştı başvurular. Görülen şu ki; bir takım düzenlemelere, reformlara veya yargıda beklenen açılımlara rağmen henüz Türkiye’de bazı şeylerin yolunda olmadığının bir göstergesi. Çünkü başvuruların katlanarak artması demek, kişilerin iç hukukta yeterli düzeyde hak ve özgürlüklerin garanti altında olmadığını ya da düşündükleri haklarını elde edemedikleri için uluslar arası yargı organı olan AİHM’e başvurular gelmeye devam ediyor.
İki konu var. İlki tutukluluk müessesesinin uygulanmasına yönelik olarak bir uyumsuzluk var Türkiye’nin uygulamalarıyla AİHM’in oluşturduğu içtihat arasında.
Şöyle söyleyeyim tutukluk her zaman, her an başvurulabilecek bir müessese değildir. Tutukluluk son derece istisnadır. Yani asıl olan tutukluluk değildir. Asıl olan kişinin dışarıda olması, ancak çok belirgin, çok kesin koşullarda tutukluluğa karar verilmesidir. Şimdi bu bir kere genel prensip.
Türkiye’deki uygulamaya baktığımız zaman, bu tam tersine dönmüş durumda. Bizde tutukluluk esas, salıverilme istisna. Yani kişinin dışarıda olup da davasını devam ettirmesi normal bir kuralken, Türkiye’de tam tersi, Türkiye’de herkes tutuklu, davalar tutuklu olarak devam ediyor. Hakimler klişeleşmiş, açıklama olmayan, meseleyi izah etmeyen, yetersiz cümlelerle kişinin tutukluluğuna karar verip, altını imzalıyorlar.
Türkiye’de yasal düzenlemede öngörülen 3 yıllık süre AİHM içtihadına göre tutukluluk için uzun bir süredir.
Türkiye ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü konusunda en kötü durumdaki devlet diyebilirim. İfade özgürlüğü, basın özgürlüğü açısından hakkında ençok ihlal kararı verilen ülke. Diğerleriyle kıyaslarsanız arada çok farklar var. Yani Türkiye’nin arkasından gelen devlet için Fransa diyelim, hakkında 10 tane bu güne kadar ihlal kararı verilmişse, Türkiye için bu rakam 200’ün üstündedir. Bu derece büyük uçurumlar var Avrupa Konseyi’ne üye devletler arasında.
Türkiye’nin basın özgürlüğünden kaynaklanan bir çok sorunları var uygulamalarla ilgili olarak. Özelllikle Terörle Mücadele Yasası’nın ilgili maddelerinden kaynaklanıyor. Yani yasa düzeyinde mutlaka mevzuatın değişmesi gerekiyor. AİHM bunu daha önceki, iki yıl önceki kararında söyledi. 6. Maddesi TMY’nin ilgili paragrafları, yine buradan kaynaklanan meseleler var. Yani yasal düzeyde mutlaka bir değişiklik yapmak lazım. 5. Paragraf, 2. Paragraf bunlar AİHM sözleşmesi ve içtihadına uygun değil o kesin.
Akçam kararında 10. Maddenin ihlali, ancak yasanın kendisinden kaynaklanan, Akçam o davada Türkiye’de mahkum olmuş değil, ancak mahkemenin kararına göre yasanın varlığı yetiyor onun güvenliğinin ihlali için. 301 AİHM sözleşmesinin 10. Maddesine ilan edilmiştir. Mahkum olmanıza da gerek yok, o maddenin varlığı bile, sizin ifade özgürlüğünüzü ihlal ediyor. Maddenin orada bulunması, Türk hukuk sistemindeki varlığı, ifade özgürlüğünüzü ihlal ediyor. Üzerinizde baskı oluşturuyor. Yazıp, çizdiklerinizden dolayı bir takibata uğrayıp uğramayacağınız konusunda net bir fikre sahip değilsiniz. Muğlak ifadeler açık değil, ayrıca da “Türklük”ün “Türk milleti” olarak değşimiş olması da çok fazla bir şey değiştirmiyor.
Kaldıki Adalet Bakanı’nın bu konuda söz sahibi olması, dava açılıp açılmayacağına karar vermesini de Mahkeme yine 10. Maddeye aykırı olarak değerlendiriyor. Burada yürütmenin böyle bir konuda keyfi davranabilmesi mümkün olabiliyor. Bir hukuk düzeninde keyfi uygulamalara yer yok.
Türkiye’nin yapması gereken şey 301’i hukuk düzeninden çıkarmaktır.
Vicdani ret meselesi, bugün din ve vicdan özgürlüğü kapsamında değerlendirilen haktır. Büyük daire kararında açıkça söylendiği gibi bugün Avrupa Konseyi’ne üye 47 devletten sadece ikisi bunu tanımamaktadır. Bunlar Türkiye ve Azerbaycan’dır. Onun dışında kalan 45 üye devletin hepsinde vicdani ret hakkı tanınmaktadır. Bu demektirki Avrupa’da oluşmuş olan bir konsensüs var bu konuda ve siz bu konsensüse uymuyorsunuz.
Bunun için vicdani ret tanınmalı. Türkiye yasal düzenlemesini buna göre yapmalı. Bir kamu hizmeti bir alternatif hizmet öngörülmelidir.
Yeni Anayasa hazırlanıken AİHM içtihadı dikkate alınmalı