Hürriyet yazarı Taha Akyol, AYM'nin "tutukluluk” ve “ifade hürriyeti”nin söz konusu olduğu adli işlemlerdeki hak ihlallerine ilişkin başvuruları inceleme konusunda çekingen kaldığını söyleyerek, "AYM'nin beklemede bıraktığı bu nitelikteki dosyaları AİHM’nin kabul edip incelemeye alması maalesef bizim AYM için pek de gurur duyulacak bir durum değildir" dedi.
Taha Akyol'un "Adaleti aramak" başlığıyla yayımlanan (7 Ağustos 2017) yazısı şöyle:
Anayasa Mahkemesi, OHAL konusunda yapılan 70 bin küsur başvuruyu reddetti. Bu “mevzuat”a uygundur çünkü OHAL kararnamelerine göre, öncelikle yetkili olan artık OHAL Komisyonu’dur, oradan sonuç alınamazsa yargıya gidilebilir.
AİHM de OHAL Komisyonu’nu “iç hukuk yolu” saymıştır.
Fakat sorun, AYM’nin bu 70 bin küsur dosyayı yaklaşık bir yıl hiçbir emsal karar ortaya koymadan bekletmiş olmasıdır.
AYM’de OHAL işlemlerini yargısal denetime tabi tutma konusunda bir çekingenlik var maalesef.
OHAL Komisyonu 23 Ocak’ta yayınlanan 685 Sayılı KHK ile kuruldu. AYM o tarihe kadar yapılan dosyaları bekletti.
Aslında bekletme süresi daha uzundur. Çünkü Komisyon, 17 Temmuz’dan itibaren başvuruları kabul etmeye başladı.
AYM içtihatlarındaki kavramlarla ifade edersek, Komisyon ancak 17 Temmuz’da “erişilebilir ve etkin” hale geldi, AYM bu tarihe kadar karar vermeden bekledi.
Hukuken daha sorunlu olan, AYM’nin sadece KHK işlemlerini değil, “tutukluluk”ve “ifade hürriyeti”nin söz konusu olduğu adli işlemlerdeki hak ihlallerine ilişkin başvuruları inceleme konusunda da çekingen kalmasıdır.
Böyle konularda AYM’nin değil dosyaları bekletmesi, “tutukluluk” ve “ifade hürriyeti” söz konusu olan dosyaları ivedilikle ele alarak karara bağlaması gerekirdi. Bu benim yorumum değil. AİHM ve AYM’nin kendi içtihadıdır.
AİHM 2001 yılındaki “Merit/Ukrayna” davasından beri şu içtihadı sürekli uygulamaktadır: İfade hürriyeti söz konusuysa ve tutukluluk varsa iç hukuk yollarının tamamen kullanılması beklenmeden de “bireysel başvuru” yapılabilir ve kabul edilebilir.
Bunun gerekçesi, “tutuklama”işlemleri yaparak “ifade hürriyeti”ni ihlal eden bir kamu otoritesinin “iç hukuk yolları”nı da geciktirebilmesidir; bizdeki Komisyon uygulaması gibi...
Bizim AYM de aynı gerekçeyle “iç hukuk yollarının tüketilmesini” beklemeden 2014 yılında Twitter yasağını kaldırmıştı.
AYM, yine 2014’teki Nedim Şener ve Ahmet Şık davalarından itibaren “ifade hürriyeti”ne öncelik veriyor, hele de “tutuklama” varsa dosyayı bekletmeden, ivedilikle inceliyordu.
Fakat OHAL döneminde bu köklü içtihadı göz ardı etti.
Aynı nitelikteki dosyaları beklemede bıraktı...
Halbuki AYM’nin beklettiği dosyaları AİHM kabul etti, incelemeye aldı: Şahin Alpay, Nazlı Ilıcak, Ahmet ve Mehmet Altan gibi isimlerle son olarak da Cumhuriyet gazetesi yazarlarının yaptığı başvuruları AİHM kabul etti, Adalet Bakanlığı’ndan savunma istedi, dosyalar o aşamada...
AYM’nin beklemede bıraktığı bu nitelikteki dosyaları AİHM’nin kabul edip incelemeye alması maalesef bizim AYM için pek de gurur duyulacak bir durum değildir.
Ben AYM’nin bazı “hak eksenli” kararlarına bakarak umutlanmıştım, bizim Anayasa Mahkememiz de Fransız, İspanyol, Alman anayasa mahkemeleri gibi “içtihat yapan”, hak ve hürriyetlere yüksek düzeyde katkıda bulunan çok saygın bir mahkeme düzeyine yükselir diye...
OHAL döneminde otorite-eksenli anlayış ağır bastı.
Hukuk tarihinde iniş çıkışlar vardır ama genel gidiş, hukukun üstünlüğüne doğrudur. Fakat hukuk, çok çaba harcanarak gelişiyor.
Ülkemizde de adaleti ve ifade hürriyetini evrensel düzeyde gerçekleştirecek bir hukuk düzenine ulaşmak için çok çaba sarf etmemiz gerekiyor.