'Ak Parti'nin güçsüz yanı ne?'

'Ak Parti'nin güçsüz yanı ne?'

Tarhan Erdem

(Radikal, 9 Nisan 2012)

Anayasa Uzlaşma Komisyonu üyesi Rıza Türmen’in, dün Radikal İki’de yayımlanan yazısı önemliydi. Rıza Bey’in komisyonda değerlendirilmesini okuyucularımın umutla karşıladıklarını sanıyorum.

Türmen yazısında, Hollandalı siyasetbilimci Arend Lijihart’ın ‘ortaklık demokrasisi’ adını verdiği sistem ve anlayış benimsenirse, toplumsal barış anlaşması hazırlanabileceğini belirttikten sonra, uzlaşmaya dayalı anayasanın koşullarını ve iktidar partisinde gerekli gördüğü zihniyet değişimlerini saymış.   

Ortaklık demokrasisi

 

Ortalık demokrasisi özetle, muhalefete aldığı oy oranına göre yürütme organında yer ya da veto hakkı verilen sistem olarak tanımlanıyor. Sayın Türmen, Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na dört partinin eşit güçle katılmasının ‘umut verdiğini’ belirttikten sonra bazı koşullar sayıyor: ‘Yeni ve demokratik bir anayasa’ çıkması, iktidar partisinde bir ‘zihniyet değişikliğine’ bağlıdır. ‘En önemli koşul’ Ak Parti’nin, ‘güç yoğunluğundan güç paylaşımı’na ve ‘çoğunlukçuluktan çoğulculuğa dayanan’ bir yönetim anlayışına geçmesidir. Yazıda ‘güç yoğunlaşması’ olarak adlandırılan yönetim gücünün merkezde toplanması, 1923’ten beri sürekli artmıştır. 1950 ve 2002 seçimlerini izleyen yıllarda geriye dönüş emareleri görülmüşse de en geç üç yıl geçince, güçlü biçimde merkezileşmeye dönülmüştür.

 

Başbakan’a bağlı merkezileşme

 

12 Haziran sonrasında çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerle adeta yeni bir yönetim modeli olarak, ‘başbakana bağlı merkezileşme’ yaratılmıştır!

Önemli bazı işlevlerde, ‘bakan tayin edilenler’, ‘müsteşarlık’ yapmakla görevli duruma gelmişlerdir. Yetkilerin bakanlara bağlı görevlilere verilmesi ve dağıtılması (delege edilmesi) gerekirken bakanların, bakanlıklarıyla ilgili veya bakanlar kurulu olarak yetkilerini ‘başbakan üstlenmiştir!’ Arend Lijihart’ın yazdığı ‘ortaklık demokrasisi’, demokratik yönetimin gelişmiş biçimi olabilir. Bir Batılı siyasetbilimcinin, tırnaklarına kadar merkezden yönetilen bir devlete, ‘ortaklık anayasası’nı önereceğini sanmıyorum.

‘Ortaklık demokrasisi’ Türkiye için şimdilik ikinci plandadır; biz önce sokaktan, mahalleden başlayıp, kente varan ve devamında merkezi idareye ulaşan demokratik yönetimi kurmaya başlayalım da sonrasında merkezdeki işlevlerde ‘güç paylaşımı’ ve ‘kararlarda uzlaşı’yı ararız.

Geldiğimiz bu nokta, CHP için olağanüstü bir olanak sağlamakta, yol açmaktadır: CHP yerinden yönetimi, gerekli kılacağı ve yaratacağı demokrasiyi, o demokrasinin içinden çıkacak ‘kültürel farklılıkları’ ve bunlardan kaynaklanan ‘kimlikleri’ tanımayı, korumayı ve sevmeyi bir bütün olarak birleştirip projelendirmelidir.   

Halk, CHP’den yenilik bekliyor

 

Günümüzde halkın beklediği, yeni devletin tasarımıdır. CHP’nin Türkiye’ye özgü tasarımıyla CHP yeni bir parti olarak halkın karşısına çıkmalıdır. Beklenen ‘değişim’ yönetimde değişimle başlar; bugünkü iktidarın güçlü göründüğü ama en zayıf olduğu yer yönetimdir.

Hantal ve eskimiş yönetimi iyi kullandığı, merkezden çabuk karar verebildiği için başarılı görünmektedir. Gerçekte Ak Parti yerinden yönetimi savunmuş ve kurmuş olsaydı, bugünkünden de güçlü olurdu ama her şeyi merkezin kararlaştırması, köy camiini bile bir emirle liderin, başbakanın tamir ettirmesi hoşlarına gitti; özgüvenlerini arttırdı! Ak Parti hükümete adım atarken gördüğünü unuttu, basit övünçlere takıldı, kaldı. Halkı demokratik yönetime geçirmenin tarihi önemini göremedi.

Şimdi fırsat CHP’de; CHP ‘Türk demokrasisi’ yerine ‘Türkiye demokrasisi’ kurma idealini görecek mi? Tanımlayıp projelendirebilecek mi? Savunabilecek mi?