Ali Bayramoğlu (Yeni Şafak, 31 Mayıs 2012)
Siyaset ve ortalık yine gergin... Kürtaj tartışması, Uludere meselesi, Başbakan'ın gazetecilere yönelik kan donduran "tasma" sözleri, kişiliği ve fikirleriyle bende özel bir yeri olan Ali Akel'in bir yazısından ötürü karşı karşıya kaldığı durum...
Hepsi ayrı ayrı boğucu...
Peki istikamet neresi?
Başbakan'ın salı günü grup toplantısında yaptığı konuşmayla devam edelim...
Diyordu ki, "şu salondaki kadro, 12 Eylül'ü yargıya siz taşıdınız... 28 Şubat'ı sizler yaşadınız, 28 Şubat ile yine sizler, bizler hesaplaştık..."
Doğru, ama eksik...
12 Eylül'ü yargıya sadece AK Parti kadroları taşımadı.
Aynı zamanda aralarında AK Parti'ye oy vermeyen milyon insanın olduğu, referanduma evet diyen bir kitle, toplum taşıdı.
Doğru, ama çarpık...
28 Şubat önemli bir yönüyle, dindarlara, AK Parti'nin içindeki çekirdek kimliğe karşı yapıldı.
Ama 28 Şubat'ın hedef aldığı sadece bu kesim değildi, tüm bir toplumdu, demokratik düzendi, haklar, özgürlükler ve hukuktu.
AK Parti temsilcileri ise, Başbakan'ın yukarıdaki sözlerinde olduğu gibi, 28 Şubat'ı şahsileştirmeyi ve özelleştirmeyi tercih ediyorlar.
Bu nitelikte meseleleri, bir kişi ya da bir kimlik etrafında "şahsileştirme ve özelleştirme ikilisi", demokrasi fikriyle uyumlu değildir.
Tersine demokrasi fikrine, kurulması beklenen ortak sivil değer alanına ve sivil kurumlaşmaya zarar veren bir tutumdur.
Ne var ki, son dönemlerde bu "ikili" siyasi hayatımızda git gide etkili oluyor.
Değişim sürecinin ürettiği aksaklık ve tıkanıklıklara, Kürt sorunundaki gergin ve güvenlikçi politikalara, bir de bunlar ekleniyor.
Eğitim sisteminde yapılan reformun Başbakan tarafından İmam Hatipler'e ve İmam Hatipler'in 28 Şubat'ta çektiği sıkıntıların telafisine indirgenmesi, Müsmümanlara, ayrıca dindarlara yönelik ısrarla yaptığı "öz evlatlar" vurgulaması, yine Başbakan'ın kürtaj konusunda ABD'den Avrupa'ya bir, iki ülke dışında tüm haklar ve özgürlükler diyarlarının gerisinde kalan tutucu, beteri dayatıcı bir tavır alması...
Bunların hepsi temel olarak lider kaynaklı, şahsi vurgusu yüksek, dindar ve muhafazakar kimlik merkezli açık tercih ve tutumlardır.
Ve tüm bir ülkeyi, tüm meşrepleri kuşattığı oranda, kaçınılmaz olarak eşitlik ve özgürlük, hak ve hukuk, toplumun çeşitlilik içinde bütünlüğü konusunda ciddi sorular sordurmaktadır.
Tüzük gereği son başbakanlık dönemi olduğu içindir mi bilinmez, ancak, Tayyip Erdoğan'ın özellikle "mikro siyaset" alanında ahlak, kadın, beden gibi konularda kendi tasavvurlarını topluma işleme arzusu ve bu istikamette bir acelesi var gibi görünüyor.
Zaman zaman aldığı oyun doğrudan kendi fikirlerine, kendi iç dünyasına verildiğini sanacak kadar...
Aldığı desteğin sadece tek kesim, tek talep, tek bakış desteği olduğunu düşünecek kadar...
Milli egemenlik, asker, sivil siyaset gibi makro konularda değişimci, kadın, beden, aile gibi mikro meselelerde ise tutucu olmasının, AK Parti'nin temel, ama kurucu çelişkilerinden birisi olduğu söylemiştik, dün.
Bugüne kadar uygulamalar açısından bu iki uç arasında bir dengenin olduğu, hatta balansın sıkça makro politikalardan yana kaydığı söylenebilirdi.
Ancak son dönemde AK Parti ağırlığı mikro olana veriyor, verdiği oranda kimlikçi bir siyasete sürükleniyor ve demokratik olandan uzaklaşıyor ve arkasındaki destek bu açıdan parçalanıyor...
Ben unutmuşum, Aydın Engin, T24'teki köşesinde hatırlatmış 2004 tarihli ünlü "Muhafazakar Demokrasi Sempozyumu"nu. Şöyle diyor:
AKP, kuruluşunu izleyen yıllarda kendini 'muhafazakâr demokrat' olarak tanımlamaya çalıştı. Bu amaçla üç gün süren bir konferans bile topladı... O konferanstan belleğimde yer eden (...) bildiriyi (...) Ali Bayramoğlu arkadaşım sunmuş, salondaki AKP'lilerin gözünün içene baka baka 'Kadın bedeni ile sorunlarınızı, takıntılarınızı aşamadıkça ne demokrat olabilirsiniz, ne muhafazakâr' demişti..."
Buna diğer mikro alan kimliklerini, farklı inançları ekleyebilirsiniz...
Mesele budur, ben hala aynı kanıdayım ve kaygılıyım.