T24 Haber Merkezi
Akademisyen Kudret Çobanlı, siber haklar aktivisti ve akademisyen Prof. Dr. Yaman Akdeniz'in İfade Özgürlüğü Derneği'nde birlikte çalıştıkları dönemde kendisine "mobbing" (iş yeri zorbalığı) uyguladığını iddia etti. 2018'de İFÖD'de proje koordinatörü olarak çalışmaya başladığını söyleyen Çobanlı, yazısında "Kendisinin çalışanı olarak geçirdiğim süre çalışma hayatımın en zor dönemi oldu. Söyleyebileceğim ilk şey, birlikte çalıştığımız süre boyunca benimle aşağılamadan veya azarlamadan konuştuğu sadece iki sefer hatırlıyor oluşumdur. Bu aşağılama ya da azarlamaların çok çok azı sizden beklenen işin niteliğiyle ilgiliydi" ifadelerini kullandı. T24'ün konuyla ilgili olarak ulaştığı Prof. Dr. Yaman Akdeniz ise "Yakın zamanda yazılı açıklamayla iddialara yanıt vereceğini" söylemekle yetindi.
Akademisyen Kudret Çobanlı, "Toplumsal faydası Yaman Akdeniz'i kurtarır mı" başlığı ile Çatlak Zemin'de kaleme aldığı yazısında, İfade Özgürlüğü Derneği'nin kurucularından olan Prof. Dr. Yaman Akdeniz ile çalıştığı süreci anlattı.
Çobanlı, "Kendisinin çalışanı olarak geçirdiğim süre çalışma hayatımın en zor dönemi oldu. Kişisel tecrübemi tetiklenmeden ve detaylandırmadan anlatmam biraz zor, bunun için hoşgörünüzü dilerim. Söyleyebileceğim ilk şey, birlikte çalıştığımız süre boyunca benimle aşağılamadan veya azarlamadan konuştuğu sadece iki sefer hatırlıyor oluşumdur. 'Benimle' diyorum ama dernekte çalışan başkalarına da sık sık sesini yükseltmesi ve onları ezilmişlik duygusu içerisinde bırakması çalışma arkadaşlarımla sohbetlerimizin ana konusuydu. Söylemem gerekiyor ki, bu aşağılama ya da azarlamaların çok çok azı sizden beklenen işin niteliğiyle ilgiliydi. Sürekli aşağılanmak ve azarlanmak bir süre sonra kendi kendimden şüphe etmeme de sebep oldu. Hem duygusal olarak, içime tam sindiremediğim yönde davranmaya kendimi ikna etmek hem de yaptığım işten bir türlü emin olamamak gibi…" ifadelerini kullandı.
Çobanlı'nın yazısının ilgili bölümü şöyle:
"Derneğin adı İfade Özgürlüğü Derneği idi ama mesleğine hevesle başlamış genç arkadaşlarımın masalarının üzerinde ne bulunacağına kadar derneğin yöneticisi karar veriyordu. Kısacası dernekte çalıştığım süre boyunca, size alan bırakan, kendinizi ve fikirlerinizi ortaya koymanıza imkan veren bir hak savunucusuyla beraber değil; kendisinden habersiz neredeyse nefes alamayacağınız bir “patron” ile çalıştığımı söyleyebilirim.
En çok gerildiğim ve başkası adına utandığım anlar ise Yaman Akdeniz’in bana diğer çalışma arkadaşlarımı kötülediği, gündelik alışkanlıklarına ve özel yaşamlarına kadar bilgi paylaşıp kendisine bu “sohbet”te eşlik etmemi beklediği anlardı. Eğer siz açıkça tepkinizi koyar, bu sohbeti devam ettirmek istemezseniz, gerilimle karşılaşıyordunuz.
Çalışma ortamına dair söyleyebileceğim bir başka şey, iş yerinin bir “erkekler kulübü” olmasıydı. Toplumsal cinsiyet eşitliğiyle ilgili hassasiyetlerinizi dile getirdiğinizde alay edilebiliyor, hatta dernekteki diğer erkek çalışanlar da sizinle dalga geçmeye davet edilebiliyordu. Zaten her ne kadar çevresindeki hemen herkes nasibini alsa da Akdeniz’in bana yönelen öfkesinde genç bir kadın olmamın, özellikle de her söylenilene katılmadığını belli eden, kimi zaman şerhler ve itirazlar yükselten bir feminist olmamın büyük etkisi olduğunu düşünüyorum.
Toplumsal cinsiyet eşitliği konusundaki uçurumumuz bizi işten kovulmamla sonuçlanan son ve fakat belki de en önemli olaya götürdü. Bu olayı bütün detaylarıyla anlatmak istiyorum. Belirttiğim gibi, dernekte çalışmaya başlamam derneğin kurulduğu zamana rastlıyordu ve ofisin tadilat işlerini yapmak için bir usta ile anlaşılmıştı. Tadilat işleri bitip ofisin temizliğini yaptırmak gerektiği gün, bu ustanın yanında bir kadın arkadaşla çıkageldiğini gördüm.
Tadilat işlerini yapan usta, mahallesinden bir kadını temizlik işleri için getirmişti. Biz ustaya temizlik işi için 400 TL verecek, kadınla konuşmalarımdan ortaya çıktığı üzere bunun ancak 250 TL’si usta tarafından kadına verilecekti. Ben bir feminist olarak bunu kabul edemeyeceğimi, ücretin tamamını doğrudan kadına vermemiz gerektiğini derneğin başkan yardımcısı aracılığıyla ilettiğimde, "İstersen karışma Kudret,” cevabıyla karşılaştım ve mecburen geri çekildim.
Birkaç gün sonra, bu ustanın eve dönüş yolunda genç kadını taciz ettiği duyumunu aldım. Bu şüphenin doğması üzerine ustayla ilişkimizi diğer çalışma arkadaşlarımla da konuşarak, Yaman Akdeniz yurtdışından dönene kadar askıya aldık. Akdeniz, ofise girer girmez neden bazı işlerin yarım bırakıldığını sorarak –deyim yerindeyse- ortalığı birbirine kattı. O kadar bağırıyordu ki, bir taciz şüphesi üzerine ustayla irtibat kurulmadığı bilgisi ancak bir odaya çekilerek kendisine iletilebildi.
Buna rağmen, toplantı odasına dönen Akdeniz’in tepkisi bilgisayarını masaya savurup, bana dönerek “Burada bu kadar hukukçu var, sen mi bileceksin tacizin ne olduğunu?” bağırışı oldu. Yarattığı şiddet ortamı, orada bulunan ve olaydan haberi olmayan kimselerin de “Nedir bu taciz olayı?” diye sor(a)mamasıyla sonuçlandı. Bunlar üzerine kendisine sakinleşmesi gerektiğini hatırlattığımda, “Beğenmiyorsan gidersin Kudret,” diye bir kez daha bağırdı.
Kendisiyle son konuşmam budur, birkaç gün sonra da önce beni derneğin iletişim grubundan, sonra da işten çıkardı. İki buçuk yıl sonra hatırlayabildiğim vurucu anlar bunlar…
Peki bunları anlatmakla ne bekliyorum, ne öneriyorum? Daha önce söylediğim gibi bu metni yazmaktaki amacım bireysel bir iç dökme, faille hesaplaşma ve kesinlikle failden pişmanlık ifadesi duymak değil. Bu metnin muhatabı da hiçbir şekilde iş yeri zorbaları değil, oradan dönüşüm umudum ne yazık ki pek yok. Ama hak temelli savunuculuk yaptığı iddiasındaki kurumlarda böylesine şiddet tezahürleri ve çalışan hakları ihlallerinin daha fazla sürüp gitmesini istemiyorsak yapabileceğimiz ve değiştirmemiz gereken bir şeyler olduğuna inanıyorum. Değişmesi gereken belki de ilk şey, yaşananlara şahit olanların tutumları. Yukarıda aktardığım olaylar yaşanırken, gerek birlikte çalıştığımız gerekse aynı sosyal çevrede bulunduğumuz insanlarla yaşanan sorunları hep konuştum.
Farklı insanlardan değişik versiyonlarını aldığım bir cevabı hiç unutamıyorum: 'Haklısın, ben de farkındayım ama adamın toplumsal faydası var.' Beni tüm yaşananlardan daha çok kıran ve sonrasında yaşadığım depresyonda etkisi olan ise yine bu aynı çevrede bulunduğumuz ve yakın arkadaş saydığım kişilerin bile, kurulu ilişkilerinin zedelenmesini göze alamayarak beni arayıp sormaktan çekinmeleriydi. Dolayısıyla, gerek benim tecrübemde gerekse çalışan haklarının ihlallerine dair duyduğumuz diğer hadiselerde yaşananların başkaları tarafından bilinmediğini değil, bilinip de susulduğunu hatta şiddet uygulayan insanların neredeyse korunduğunu üzülerek söyleyeceğim. Yaşanan sorunların farkında olan ve şu veya bu nedenle işyeri zorbalığını önemsiz gören, “toplumsal fayda” kisvesiyle sessiz kalan insanlara ben “sessizlik çemberi” diyorum ve buraya hitaben birkaç söz söyleme ihtiyacı duyuyorum. Öncelikle taciz, mobbing, yıldırma gibi zorbalıkların temelinde güç kavramının yattığını bir kez daha hatırlamamız gerek. Zira bu insanların tüm bu edimlerine ses çıkarılmayacağını düşünme sebepleri sahip oldukları itibar/güçle alakalı. Başka bir deyişle, sevgili sessizlik çemberi, verdiğiniz itibar, iktidar da veriyor. Eğer, hak savunuculuğuna, dayandığımız kavramlara, mücadelemize ve toplumsal faydaya gerçekten zarar gelmesin istiyorsak; bu insanların yaptıklarına sessiz kalmamız değil, onlara addettiğimiz itibar ve gücü geri almamız gerekiyor. Eşitsiz iktidar ilişkileri ve şiddete ancak “biz”den uzakta nüksettiğinde eleştirel olabilmek bir tür konformizm. Dahası, bunların gerçekten insanların az buçuk idealistlikle çalıştığı, bunca zorluğa rağmen var olmaya çalıştığı alanlarda iyi dünya tahayyülümüz çiğnenerek yaşanması çok daha sorunlu. Yıllar önce gönüllü emeğin sömürüsünü ortaya koymayı amaçlayan bir ifşa metninde yöneltilen şu soruyu tekrarlamak istiyorum: “Küçücük bir ofiste en basit demokratik teamüllerin yerleşmesine tahammül edilemezken Türkiye’yi demokratikleştirmek iddiasında bulunulabilir mi?” (Ya da İFÖD özelinde: Çalışanın sakinleşme telkinine “beğenmiyorsan gidersin” diye cevap verilen ve bunun hiç sorunsallaştırılmadığı bir STÖ’nün ifade özgürlüğünü savunması mümkün müdür?)
T24'ün ulaştığı Yaman Akdeniz ise söz konusu yazıdan haberdar olduğunu belirterek şunları söyledi:
"Toparladığım zaman bir cevap yazacağım. Dolayısıyla o zaman zaten siz de görürsünüz. İkinci aşıyı olduktan sonra fenalaştım, toparlayamadım. Cevap yazacağım.
Hemen bugün yazıp paylaşacağım bir şey değil ama cevapsız kalmayacak. Şu anda bu şekilde sözlü olarak bir açıklama yapmak istemiyorum. Cevabı netleştirip, detaylı bir cevap yazacağım."