Özgecan Aslan’ın vahşice öldürülmesinin ardından 7 sene önce Büyükada’da bisiklete binerken uğradığı gasp-darp-cinsel saldırıyı ve sonrasında yaşadıklarını ‘yüzleşme’ isimli bir yazıyla paylaşan oyuncu Akasya Asıltürkmen “Bütün mağdurların en çok kaldıramadığı şey başkalarının da başına gelenle ilgiyi bilgiyi paylaşması” dedi.
Özgecan cinayetinden sonra bunun toplumdaki yaygınlığı konusunda farkındalığın arttığını belirten Asıltürkmen “Ben ilk defa yalnız olmadığım için çok üzüldüm. Meğer başına buna benzer bir olay gelmeyen arkadaşım yokmuş benim. Meğer ben tek başıma değilmişim. Meğer ben zenci değilmişim, hepimiz zenciymişiz zaten” ifadelerini kullandı.
Tecavüzcülerin akıl hastası olduğunu ve tedavi edilmeleri gerektiğini söyleyen Asıltürkmen “Saldırganlar hapishaneye değil akıl hastanesine kapatılsın” çağrısında bulundu.
Akasya Asıltürkmen’in Hürriyet’ten Cansu Çamlıbel’in sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
- Özgecan’ın ölümünden sonra geçen hafta #sendeanlat altında paylaşılan en etkileyici yazılardan biriydi kuşkusuz seninkisi. Oysa ‘Yüzleşme’ isimli o yazıyı sen birkaç ay önce kaleme almıştın. Nasıl çözülüverdi altı senedir sımsıkı tuttuğun duyguların?
Bundan 3-4 ay önce bir gece Twitter’da fotoğraflı bir tacize uğradım yine. Kafamda bir şimşek çaktı ve kendi kendime ‘Neyi engellemeye çalışıyorum, neden utanıyorum’ diye sordum. O sırada aklımdan ne geçiyorsa sabaha kadar yazdım. Sonra yattım ve dünyanın en rahat uykusunu uyudum. Kalkar kalkmaz da hemen Facebook sayfamda ve Twitter’da paylaştım. Ama o zaman sadece yakın çevrem ilgilendi. Sayfamda resmen bir forum oluştu. İnsanlar beni anladıkça yükümün hafiflediğini hissettim. En nihayetinde de gerçekten kuş gibi hafifledim. İrin dolu bir sivilceydi ve onu patlattım. Şu anda hepimiz çok rahatladık, ben çok rahatladım. Hatta annem bile ‘Bunu çok uzun zaman önce yapacağını düşünüyordum, geç bile kaldın, tebrik ederim, arkandayım’ dedi.
- Türkiye’de neredeyse her gün korkunç kadın hikâyeleriyle karşı karşıya bırakılıyoruz. Özgecan neden hepsinden daha fazla etkiledi herkesi?
Çünkü Özgecan hepimiz gibi biriydi. Şöyle bir algı yanılgısına düşüyoruz; böyle bir olay bizim başımıza gelmez sanıyoruz. Ama bu kızın başına geldi, hem de gündüz vakti. Ben ilk defa yalnız olmadığım için çok üzüldüm. Meğer başına buna benzer bir olay gelmeyen arkadaşım yokmuş benim. Meğer ben tek başıma değilmişim. Meğer ben zenci değilmişim, hepimiz zenciymişiz zaten.
- Kadına yönelik cinsel şiddetin bu kadar yoğun olmasını neye bağlıyorsun?
İnsanların yaşaması gereken şeyleri yaşında ve zamanında yaşayamamasına. Birçok Müslüman ülkeye oranla çok daha çağdaş olsak bile hâlâ cinsellik tabu. Bir insan 14-15 yaşındayken flört eder, el ele tutuşmaya başlar, hatta ilk öpüşmesini yaşar. Olmalı bunlar. Sonra üniversitede flört ederler. Hiçbir çevre ‘Aaa hayatta olmaz’ demesin. Bunun böyle olduğunu hepimiz biliyoruz. Bütün bunlar aslında kadına şiddetin ötesinde bir toplumsal sorun olduğunu gösteriyor. Bunu birkaç senede düzeltemeyiz. Çok uzun süreli bir reformla ancak olabilir.
- Meselenin bastırılmış cinsellikle ilgili boyutunu neredeyse hiç konuşamıyoruz ki...
Bastırılmış cinsellik insanları hasta yapıyor. Hastalanan insan daha saldırgan oluyor. Kimse alınmasın ama aşırı milli duygular da biraz buna bağlı. Başka yerden tatmin olamadığı için takım tutuyor deli gibi. Hangi etnik gruptansa ona aşırı şekilde sahip çıkıyor. Sakın bunlar yanlış anlaşılmasın. Ama Özgecan’ın saldırganının profilinden de belli oluyor. Bunlar aksiyona dökülüyor. Saldırganlık, vurma-kırma, adam dövme, kadına sarkıntılık etme. Normal hayatını yaşayamayanlar gündelik hayatını yaşayan biz normallerden intikamlarını alıyorlar. Şunu da anlamak lazım; bütün bunlar ne sadece muhafazakâr kesim yüzünden oldu ne de Cumhuriyetçiler yüzünden. Bunun siyasi bir kılıf altında tartışılmasını da hiç ama hiç tasvip etmiyorum.
- ‘Uzun vadeli toplumsal reform gerekiyor’ diyorsun. Başbakan Davutoğlu da geçen hafta bunun sözünü verdi. Peki kısa vadede yapılabilecekler neler?
Kısa sürede ancak kanunlarda değişiklikler yapılabilir. Eminim yasal prosedürde 1940’lardan beri pek anlamlı bir değişiklik yapılmamış, çünkü hâlâ savcılıktan Adli Tıp Kurumu’na insanlar kolları eşek gibi damgalanarak gönderiliyor. Hangi yüzyılda yaşıyoruz? Kimlik numaramız var, okuma-yazmamız var. Benim koluma niye damga vuruyorsun?
- Bunu sordun mu, neden gerek varmış o damgaya?
Senin sen olduğunu ispat etmek içinmiş. Büyükada’dan vapura bindim Bostancı’da indim. Kartal’daki adliyeye gidene kadar hüngür hüngür ağladım. Yemin ederim hiçbir şey bana o kadar dokunmamıştı. Koluma bakıp bakıp ağladım, çünkü kolumda damga vardı. Bunun kesinlikle değişmesi gerekiyor. Nasıl bir saçmalık!
- Yüzleşme yazında diyorsun ki; ‘17 yaşında yabani ve hayata karşı öfkeli yetişmiş o çocuğu affettim...’ İnsan öfke ya da intikam duygusunun üzerine nasıl çıkabiliyor?
Evet, çünkü çocuk hasta. Hiç iyi şartlarda yetişmemiş, öfkeli olduğu o kadar belliydi ki. Ben onu konuşturmaya çalıştım. Düşün, o haldeyken bir insanın kafasını dağıtmaya çalışabiliyorsunuz. Bir buçuk saatlik bir ölüm kalım mücadelesinden bahsediyorum. Nerelisin diye sordum, ‘Amerikalıyım’ dedi. Zapt edilemeyecek kadar hastalanmış durumdaydı. Zaten o anda aklından geçen ‘bana onu mu yapacak, bunu mu yapacak’ değil. Aklından geçen tek şey; ne olur beni öldürmesin! İlk başta aklındaki hayatta kalmak, çünkü başta gasp ve darp var başta. Ondan sonra cinsel saldırı var. Zaten insanın aklına namus falan sonra geliyor, ilk ölüm geliyor. İlk önce bisiklet üzerinde yolda kalma mücadelesi verdim. İki kere düştüm, yeniden bindim bisiklete. O da bisiklet üzerindeydi ve beni takip edip sıkıştırıp düşürüyordu. Sonra ormana çekilmeme çabası gösterdim. En son aşamada da hayatta kalma çabası gösterdim. Olayların bu boyutunu ben daha sonra psikolojik yardım alarak hallettim.
- Halledemediğin boyutu neydi?
Bu olayı milyonlarla paylaşma ve mukoza gibi açılma safhasını çözmem 7 senemi aldı. Bütün mağdurların en çok kaldıramadığı şey başkalarının da başına gelenle ilgiyi bilgiyi paylaşması. Herkes senin gibi entelektüel ve benimle empati kuracak durumda değil ki. ‘Kim bilir niye oralara gittin’ diyen de var, ‘Faytoncular bitti sıra taksi şoförlerine mi geldi’ diye soran da.
- Bunu kim sordu?
Trafikte benim bindiğim taksinin şoförüyle tartışan yandaki lüks arabayı kullanan kadın. Işıkta durmadığı için taksiciyle tartışıyorlardı, ben de ‘Ama siz hatalısınız’ dedim. Beni tanıdı ve döndü dedi ki; ‘Hanım hanım, faytoncular bitti sıra taksi şoförlerine mi geldi’. Bu arada o çocuk faytoncu falan değildi, ahırlarda çalışıyordu. Bunun böyle yansıtılması da gazetecilerin hatasıdır. Benim toplumdan ziyade medyanın bu olayı yansıtma biçimiyle problemim var. Mesela Hürriyet gazetesi benim daha önce gazetenin magazin eklerinde yayınlanmış kısa elbiseli bir fotoğrafımı kullanarak, bacaklarımın arasına ‘Facebook’taki taziye mesajlarını siliyor’ yazdı. Ertuğrul Özkök sonradan bir özür yazısı yazdı. Ama iş işten çoktan geçmişti, çünkü diğer haber çoktan ilk sayfadan yayınlanmıştı. Bütün detayları bilmeyen ailem de öğrenmiş oldu.
Yasa değişikliğinde olmasını istediğim şeylerden bir tanesi de ifadenin gizliliği hakkı. Bu hak olmayınca ifadeyi verenin ismi inisiyalleriyle A.A. diye yazıp, fotoğrafı da hafifçe flulaştırıp, üstüne de oynadığın dizileri yazıp geçiyor. Beni de aptal yerine koyuyor, okuyucuyu da aptal yerine koyuyor. Bu, şu anda yasaya uygun olabilir ama etik olarak çok yanlış.
- Senin ‘Yüzleşme’ yazından anladığımız devletin bütün bu olaylara bakan kurumlarında sıkıntı var. İlk karakoldan başlayalım....
Senin ifadeni iki tane memur alıyor karakolda. Orada mutlaka çocuk için pedagog, yetişkinler için de psikolog olmalı. İfade alınırken mutlaka kadın bir memur olmalı. Ben bunu sadece mağdurun hakları açısından söylemiyorum, sürecin sağlıklı gelişimi için söylüyorum. Çünkü ben bile –ki eğitimli ve kendine güvenen bir insanım– doğru ifade vermedim. Karakolda iki tane erkek memuru görmeniz ifadenizi kesinlikle değiştirir. Ben de o psikolojiyle ‘Saldırıya uğradım, gasp ve taciz edildim’ dedim sadece. ‘Eyvah benim kim olduğumu anlayacaklar’ korkusu da var. Aradan geçen sürede psikoloğa gittim ve mahkemede doğru söylemeye karar verdim.
- Mağdur açısından mahkeme sürecindeki temel sorun nedir?
Meğer benim bütün açık ifadem basının kullanabileceği bir ifadeymiş, kamunun haber alma özgürlüğü adı altında bunu yayınlayabiliyorlarmış. Kimse beni uyarmadı. Meğer önceden mahkemeden ifadem için gizlilik kararı çıkarmam gerekiyormuş. Oysa ben hâkimle konuşurken ayağa kalkmam gerektiğini bile o sırada öğrendim. İfademin birebir basında çıkacağını bilseydim hiçbir şey söylemezdim. Sonraki aşamalar için de aynısı geçerli. Ben başıma neler geleceğini bilseydim asla ve asla başıma gelen olayı anlatmazdım. İşte asıl mesele budur. Özgecan da bir şekilde kurtulsaydı ‘Rezil olacağım arkadaşlarıma, herkes beni parmağıyla gösterecek’ kaygısıyla ifade vermeyebilirdi. Buna emin olabilirsiniz. O yüzden devletin ilk yapması gereken şey mağdurun kendini güvende hissetmesini sağlamak.
- Yüzleşme yazısında ‘bildiklerini kaldıramayan toplumun utancı’ndan bahsediyorsun. Saldırının mağduru ortadan kalktığında ya da konuşmadığında herkes adeta derin bir nefes alıyor.
Bu Lars Von Trier filmi gibi bir durum. Epik bir mesele bu aslında. İnsanlar acının, utancın kaynağı ortadan kalktığı zaman çok soğukkanlı biçimde sanki o olay hiç yaşanmamış gibi hayatlarına devam edebiliyorlar. Sadece eski çağlardan bahsetmiyoruz, kırsalda bu hâlâ böyle. Diyelim ki bir genç kız köyün delikanlıları tarafından ya da amcasının oğulları tarafından saldırıya uğradı. E kızın kendisini öldürmesi bekleniyor. Sene 2015 ve bu hâlâ oluyor. Kız ortadan kalktığı zaman o amca oğulları nedense ensest ya da pedofil olmuyorlar. Bütün sorun ortadan kalkıyor, çünkü ya kız kendini öldürüyor ya da öldürülüyor. Bu da eğitimsizlikten, cahillikten, aşırı bağnazlıktan oluyor. Yoksa bunlar muhafazakârlığın sonucu değil, bağnazlığın sonucu.
- Bu bahsettiğin örnek kadar uç örnekler var, kızına sahip çıkmak isterken bile bununla bir türlü baş edemeyen aileler de var.
Evet, zaten kızmaktan çok mesele bu duyguyla baş edememe. Ağabey ya da baba işyerine gidiyor. Acaba herkes ona ne gözle bakıyor? Böyle şeyler aslında sadece bizzat yaşayan kişinin başına gelmiyor. Onun ve bütün ailesinin, bütün yakın çevresinin başına geliyor.
- Meclis’te yeni bir yasa tasarısı hazırlıklarına katkıda bulunman için sana bir teklif gelmiş. Nedir aslı?
Bizim Oyuncular Sendikası’nın avukatı Sera Kadıgil sanıyorum CHP ile çalışıyor. ‘Senin yazında yazdığın maddeleri de eklemek istiyoruz. İzin verir misin’ dedi. Ben de ona ‘Tabii ki’ dedim. Ayrıca bunu herkes yapabilir. Şu anda böyle bir teklif Ak Parti’den, HDP’den ya da MHP’den de gelse bu yasaların değişmesini sağlayacaksa ‘Tabii’ derim. Burada bir partizanlık ya da siyasi taraf olmaması gerektiğini düşünüyorum. Bir tarafa mal edilmemeli. Hepimiz şartların kadınlar için iyileşmesini istiyoruz. Eminim bütün partilerdeki kadınlar da benimle aynı fikirdedir. Bazı açıklamaları çok ajitatif buluyorum ama onları ayırmak lazım. İki tane milletvekili tasvip etmediğimiz şeyler söyledi diye bir partiye mal etmemek lazım.
- İdam cezasını geri getirmekten bahseden siyasetçiler oldu. Sen kendi saldırganının idam edilmesini ister miydin?
İdam insanlık dışı bir ceza ve hazır gitmişken lütfen geri getirilmesini istemeyelim. ‘İdam tamamen geri gelmesin ama bu tip suçlar için uygulansın’ diyen de var. Buna da katılmıyorum. Ne yapmış olursa olsun hiç kimse böcek gibi öldürülmeyi hak etmiyor. İnançlı cepheye şunu söyleyebilirim; Allah’ın verdiği canı Allah alır. Öbür cepheye de şunu söylüyorum; madem bu kadar insan hakları falan diyorsunuz, idam cezası insan haklarının neresinde düşer? Yakın arkadaşlarımın bile idam geri gelsin diye düşündüğünü biliyorum. Ama çoğu şu an çok öfkeli. Öfkemize hâkim olalım. O canavarı tekrar uyandırmanın hiçbir anlamı yok.
- Sen kendi saldırganın için ‘hasta’ diyorsun. Hastalığın tedavisi ne olacak?
Evet, hapishaneye değil akıl hastanesine kapatılmaları gerektiğini düşünüyorum.
- Kimyasal hadım konusunda ne düşünüyorsun?
Belki aslında o kadar da mantıksız bir öneri değil, çünkü bu bir hastalık. Terapistimin söylediği şu; bunun tedavisi imkânsız. Pedofilinin de tedavisi yok. Ama ben öte yandan sadece iğdiş ederek bu hastalıkların önüne geçilemeyeceğini de düşünüyorum. Araştırmalar bunun kalıcı sonuçları olacağını düşünüyorsa ve o kişi hayatını devam ettirebilecekse belki de yapılmalı. Bilemiyorum, bu konuda benim de kafam karışık.
- Sana ‘Senin saldırganına kimyasal hadım uygulayalım mı’ diye sorsalardı...
Hayır derdim. Bence tedavi olması ve insani şartlarda bir hayat yaşaması lazım. Sonuçta kendi saldırganımın kendisi gibi adamlarla aynı koğuşa konulmasını da istememiştim ben.
Akasya Asıltürkmen’in devlete önerileri:
1) Karakolda ifade alınırken mutlaka pedagog/psikolog bulunmalı.
2) Karakolda mutlaka kadın memur olmalı.
3) Mahkemede ifade alınırken açık adres saldırganın önünde okunmamalı, isteğe göre gizlenmeli ve mağdur saldırganla aynı yerde bulunmamalı. Benim ödüm koptu. Daha tutuklu mu yargılanacak onu bile bilmezken adamlar mahkemede onun önünde adresimi okudular.
4) Hastaneye sevk ve muayene mağdurun ruh hali gözetilerek yapılmalı. Zaten tacize uğramış bir insan hastanede benzer şeyleri yaşamak istemez. O kontrol süreçleri özellikle bir çocuk için çok can sıkıcı.
5) Adli Tıp Kurumu’nun işleyişi mutlaka değişmeli. Devlet uzun süreli psikolog/psikiyatr tayin etmeli ve ücretini de devlet karşılamalı. Bütün adli süreç de o psikolog tarafından takip edilmeli. Adli Tıp Kurumu’na git bekle, sonra sıran gelsin, 2 dakikada ‘Ruh sağlığında bozulma var mı’ sorusuna ‘Evet ya da hayır’ de, onlar da raporu yazsın. Bu tamamen bürokratik ve üstüne üstlük çok yıpratıcı bir süreç.
6) Basına haber alma özgürlüğü altında verilmiş haklar kısıtlanmalı.
Mesela ‘17 yaşındaki çocuk ne olacak ki, iki tane çakıp kendini savunamadın mı’ diye soran erkek oldu. Pardon ama 17 yaşındaki çocuk artık yetişkin bir erkek. Bunlar çok kırıcı, çünkü özünde demek ki karşındaki insan kendini savunduğuna inanmıyor. Eminim bu niyetle de söylemiyor ama anlamı buna geliyor.
Küfür etmeyi erkekler de kadınlar da bıraksınlar. Çünkü mevcut küfürlerin hepsinde cinsiyetçi yaklaşımlar, cinsel uzuvlarla ilgili hakaretler var ve nedende hep kadınların canına okunuyor. Çocuklar bile bunu yapıyor. Çocukların en hassas olduğu konu annelerine küfredilmesi, en çok yaptıkları şey arkadaşlarının annelerine küfretmek. Bunu bir güç kanıtı olarak görmek başlı başına bir hata. Bu bütün dünyada çok ciddi bir sorun bu arada. ‘Amerika’da da bunlar oluyor, susun’ demek de çok acıklı gerçekten. Onlar yapıyor oldu hadi biz de yapalım! Böyle saçma bir şey olabilir mi?