Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Siyasi Başdanışmanı Yalçın Akdoğan, PKK'nın "Sürecin ruhuna uymayan tehdit ve hakaret açıklamalarıyla süreci gerdiğini" yazdı. Örgütün gereken adımları atmadığını söyleyen Akdoğan, "Öcalan Haziran demesine rağmen Eylül’e gelmişken çekilmenin yüzde 20’lerde kalması, Öcalan’ın sözünün havada bırakıldığını gösterir" dedi. Akdoğan, isim vermeden eleştirdiği bazı köşe yazarları için, "Bazı yazarlar, geçmişte verdikleri demokratik mücadele sebebiyle uzun süre eleştirilmekten imtina edildi, hüsn-ü zanna muhatap oldu, ama artık miras tükendi ve bugünkü saçmalamaların görmezden gelinecek hali yok" dedi. Yazısında "Siz ne PKK'yı eleştirebilirsiniz, ne onları eleştirebilirsiniz, ama onlar herkesi yerden yere vurabilir! Böyle bir dünya yok" ifadelerini kullanan Akdoğan, "Bunun adı da baskı düzeni falan değil, tam aksine normalleşme" diye konuştu.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Siyasi Başdanışmanı AKP Ankara Milletvekili Yalçın Akdoğan, Star gazetesindeki köşe yazısında, örgütten gelen açıklamalara tepki gösterdi.
Örgütün hükümeti aşağılayan açıklamalar yapmasının eleştiriye maruz kalacağını söyleyen Akdoğan "Sanki akıl sadece onlarda var, herkes şamar oğlanı" ifadelerini kullandı.
Çözüm sürecinde Öcalan’ın etkisinin ne olduğunun süreç sonunda daha iyi anlaşılacağını belirten Yalçın Akdoğan, "Öcalan Haziran demesine rağmen Eylül’e gelmişken çekilmenin yüzde 20’lerde kalması, Öcalan’ın sözünün havada bırakıldığını gösterir" dedi.
Akdoğan, BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş'ın hükümete yönelik açıklamalarına da tepki gösterdi.
Yalçın Akdoğan'ın ''Öcalan'ın rolü ve örgütün tavrı'' başlıklı bugünkü köşe yazısı şöyle:
''Geçen günkü 'PYD üzerinden stratejik rol tahayyülü' yazım, örgüt, örgüt uzantıları ve örgüt muhipleri tarafından büyük bir tepkiyle karşılandı. Her gün hükümete çuvaldız batırmaya alışanlar, küçük bir iğne dokunmasına karşı vaveyla koparıyorlar. PKK da, uzantısı BDP de, PKK'ya arka çıkan yazarlar da kendilerini dokunulmaz ve eleştirilemez görüyorlar, en ufak bir eleştiri de yeri göğü inletiyorlar. Sanki akıl sadece onlar da var, herkes şamar oğlanı...
İdeolojik körlük ve su-i zan, yazılanları doğru anlamayı engelliyor. Öncelikle "Öcalan PKK üzerinden ulaşmaya çalıştığı araçsal rolü, PYD üzerinden stratejik role çıkarmaya çalışıyor" sözü böyle bir rol olup olmadığı hükmü vermiyor, bir çabayı anlatıyor.
İkinci olarak örgütün gereken adımları atması konusunda Öcalan'ın etkisinin ne olacağının henüz belli olmadığını söylüyorum, çünkü süreç tamamlanmadı ve örgütün Öcalan'ın çağrısına tam anlamıyla karşılık verdiği söylenemez.
Hükümet nihai çözüme ulaşmak için büyük bir kararlılıkla hareket ediyor, bununla birlikte Öcalan'ın etkisinin ne olduğunu süreç sonunda daha iyi anlamış olacağız. Bu bir rolü küçümseme değildir. Nitekim Öcalan Haziran demesine rağmen Eylül'e gelmişken çekilmenin yüzde 20'lerde kalması, Öcalan'ın sözünün havada bırakıldığını gösterir. 'Öcalan'ın etkisinin ne kadar olacağını göreceğiz' sözünden alınanlar, bu sözü boşa çıkarmayacak bir uygulama ortaya koysalar daha iyi olmaz mı?
Çözüm sürecini ve Öcalan'la görüşmeleri başlatan bu hükümettir. Öcalan'a PKK'nın silah bırakması konusunda rol oynama şansı verilmiştir ancak bu rolü boşa çıkaracak veya anlamlı hale getirecek olan örgütün tavrı ve uygulamalarıdır.
Bizim söylediğimiz örgütün gereken adımları atmadığı, Türkiye içinde illegaliteyi sürdürdüğü, baskı ve tehdidi devam ettirdiği, sürecin ruhuna uymayan tehdit ve hakaret açıklamalarıyla süreci gerdiğidir. Bu eleştiriler, sürecin akamete uğraması için değil, selametle sonuca ulaşması içindir. Örgütün iki de bir hükümeti aşağılayan açıklamalar yapması, tehdit ve dayatma söylemleri ortaya koyması elbette karşı eleştiriye maruz kalacaktır.
Selahattin Demirtaş'ın üst perdeden konuşmalar yaparak AK Parti sözcülerini aşağılayan ve küçümseyen sözler sarfetmesi parti genel başkanına yakışmayacak bir çiğliktir. BDP yönetimindeki bu siyasi olgunluk eksikliğini Gülten Hanım'ın dengelemesi doğru olacaktır.
PKK'nın eleştirilmesinden rahatsız olan bazı köşeyazarları adeta örgütün avukatlığına soyunmuş durumdalar. Örgüt tehdit edince süreç zarar görür diye yazı yazamıyorlar, siz kendinizi savununca 'süreci sabote etmek istiyor' diye yaygara yapıyorlar. Suçlayanlar, saldıranlar, tehdit edenler her türlü konuşma hakkına sahip ama siz kendinizi savunma ve cevap verme hakkına sahip değilsiniz!
Cengiz Çandar dünkü yazısında siyasi iktidarın hoşuna gitmeyen, kendisini sinirlendiren, eleştirilerinden ya da görüşlerinden rahatsız olduğu yazı insanlarını susturmaya, en azından sindirmeye dönük tepkiler verdiğini yazmış. Oysa tam da bu dediğini kendisi yapıyor. Bizim yazımıza karşı Taraf'a verdiği röportajda 'Başbakan, Akdoğan gibileri susturmalı' diyor. Hem 'yazı insanlarını susturma' suçlamasıyla Başbakana yükleniyor, hem de Başbakan'ın bir yazı insanını susturmasını istiyor.
Sabah gazetesinin kendisiyle ilgili açtığı tazminat davasını Hükümetin susturma operasyonu gibi takdim ediyor. Dünyanın neresinde medya yöneticileri, yazarlar veya herhangi bir kişi akrabalık ilişkilerine atıf yaparak yakıştırmalara maruz bırakılır da bunun adı gazetecilik olur? Siz bir uygulamayı, bir yayını, bir medya politikasını eleştirebilirsiniz ama meseleyi kişiselleştirerek, insanları akrabalık ilişkileri üzerinden aşağılayarak bunu yapamazsınız. Kendi yaptığını tespit olarak, başkasınınkini tahkir olarak görmek açıkça imtiyaz istemektir.
Bazı yazarlar, geçmişte verdikleri demokratik mücadele sebebiyle uzun süre eleştirilmekten imtina edildi, hüsn-ü zanna muhatap oldu, ama artık miras tükendi ve bugünkü saçmalamaların görmezden gelinecek hali yok.
Yıllarca efendilik tasladıkları kesimlerden gelen eleştiri yazıları karşısında kimyaları bozulmuş durumda. İstiyorlar ki, yazdıkları yüzeysel yazılar büyük metinler gibi algılansın, kimse onları eleştirmesin. Siz ne PKK'yı eleştirebilirsiniz, ne onları eleştirebilirsiniz, ama onlar herkesi yerden yere vurabilir! Böyle bir dünya yok. Bunun adı da baskı düzeni falan değil, tam aksine normalleşme... Büyük bir kesimi 'yandaş medya' diye yaftalamak ve yüzlerce yazara hükümetin kuklası muamelesi yapmak nasıl bir demokratlıktır?''