Akif Beki: 'Cafe' tartışmasında Sümeyye Erdoğan'dan yanayım

Akif Beki: 'Cafe' tartışmasında Sümeyye Erdoğan'dan yanayım

Eski Başbakanlık Danışmanı Akif Beki, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "Club' benim değil ki, bütün bu tabelaları sökün" ifadesiyle ilgili olarak "Tasfiye ve ihraçlarla lügate müdahale etmek, devlet eliyle muhafazaya çalışmak başarılı sonuç verse ne âlâ. Fakat ömrünü tamamlayan kelimeler meyyittir, suni teneffüsle diriltilemiyor" dedi. Beki, Tayyip Erdoğan'ın kızı Sümeyye Erdoğan'ın “Anadolu’nun uzak yerlerinde bile ‘Cafe’ yazıyorlar, hiç olmazsa ‘Kafe’ yazılsa” dediğini hatırlatarak, "Cumhurbaşkanı haklı, ‘club’ bizim değil. Ama Sümeyye Erdoğan da haklı, ‘kulüp’bizimdir. ‘Cafe’ bizim değil ama ‘kafe’ bizimdir" görüşünü dile getirdi.

Akif Beki'nin Hürriyet'te "Cafe' tartışmasında Sümeyye Erdoğan'dan yanayım" başlığıyla yayımlanan (27 Mayıs 2017) yazısı şöyle:

Cumhurbaşkanı Erdoğan club, arena ve cafe gibi kelimelerin tabelalardan sökülmesini istemişti.

“Bir özentidir gidiyor” diyerek ‘Cafe’ üzerinde özellikle durmuştu.

Dil Kurultayı’nda dile getirdikleri aslında yeni değil.

‘Cafe’ hassasiyetini mesela, hemen hatırladım. Kızı Sümeyye Erdoğan’ın fikriydi.

5 yıl önceki bir sohbetten

Taha Akyol 21 Nisan 2012’de, Katar’a giderken uçakta konuştuklarını yazmıştı.

Laf, Trump Towers’tan açılıp tabelalarda İngilizce istilasına geliyor.

Erdoğan, Nihat Sami Banarlı’nın ‘Türkçenin Sırları’ kitabından bahsediyor. 

Diyor ki:

“Banarlı’nın belirttiği gibi ‘ketebe, yektebu’ Arapçadır. Fakat ‘mektep, kâtip’ bizimdir...”

‘Kâtip’in yerini ‘sekreter’in almasından da yakınıyor, eski kelimeleri unutturmamak gerektiğini söylüyor.

"Cafe" yerine "Kafe" yazmak kurtarır mı?

 

Erdoğan’la Akyol konuşurken Sümeyye Erdoğan araya giriyor.

“Anadolu’nun uzak yerlerinde bile ‘Cafe’ yazıyorlar, hiç olmazsa ‘Kafe’ yazılsa”diyor.

Oysa Erdoğan’ın çözüm önerisi farklı.

Geldiği nokta şöyle: “Eskiden kıraathane vardı. Şimdi kulüp olmuş, kafeterya olmuş. Club, cafe; bu benim değil ki. Tabelalardan sökün demek hakkımız.”

Fakat üstattan da ayrılıyor burada.

Banarlı, bir kelimeyi milli yapan şeyin, kökenleri olmadığını savunur.

Söylenişi ve yazılışıyla bir dilin ses ve ahengine bürünen kelime, o dilin vatandaşlığına geçer, kimliğini alır, yerlisi ve millisi olur.

Hangi görüşe daha yakın?

Banarlı olsa, Cumhurbaşkanı’nın eleştirilerine katılır ama Sümeyye Erdoğan’ın yaklaşımını benimserdi.

Ses ve müziğiyle Türkçeleşmiş mi? Halkın diline oturmuş, yerleşmiş mi? Ona bakardı.

Yabancı, yapmacık duran kelimeleri kanun emriyle söküp atmak yerine... Dönüşmelerini teşvik eder, Türkçeleşmelerini özendirirdi.

Atatürk de 1935’lerde devlet diktesiyle öz Türkçecilik ısrarından vazgeçmişti. Dile, halka yabancı ve uyduruk sözcükler dayatma gayretkeşliğini görmüş, eski dağarcığına dönmüştü.

Zorlama projelere; dilde köksüzleşme ve  soysuzlaşma diyerek karşı çıkanlardan biri de Peyami Safa’dır. Yozlaşmaya, dejenerasyona direnen ‘yerli ve millici’edebiyatın kalelerindendir. Ve o da Banarlı’nın tezlerine yakındır.

İmparatorluk dili

Kitapları Türkçe derslerinde okutulan Banarlı, ‘imparatorluk dili’akımının savunucusuydu.

Öz Türkçecilik adına dilden Arapça, Farsça kelimeleri ayıklamaya karşıydı.

Arı, saf dil arayışının Türkçeyi yoksullaştıracağına inanırdı.

Yapay kelime imalatına da dili dondurmaya da muhalifti. Dil yeni kelimeler alarak yaşardı, canlılığını koruyarak zenginleşirdi.

Ama üretmeyi ve dönüştürmeyi doğal akışına bırakmak gerekirdi. Halk ağzında en doğru şeklini bulur, kabul gördüğü ölçüde yaygınlaşırdı yeni sözcükler.

Ses uyumu ve çekimleriyle bize mal olmuşları, köken ayırmadan Türkçenin demirbaş envanterine kaydederdi. Ödünç alınmış el sözcüğü gibi iade etmeye, istila unsuru gibi sözlükten kovmaya yanaşmazdı.

“Türkler üç kıtaya hâkim bir millet olarak  vergi alır, mahsul toplar gibi kelime de toplamışlardır” derdi. Arapların, İngilizlerin, Almanların, Fransızların yaptığı gibi...

Doğrusu yanlışı bir yana

Cumhurbaşkanı haklı, ‘club’ bizim değil. Ama Sümeyye Erdoğan da haklı, ‘kulüp’bizimdir.

‘Cafe’ bizim değil ama ‘kafe’ bizimdir.

‘Secretary’ bizim değil ama ‘sekreter’ bizimdir.

Peyami Safa’nın dediği gibi ‘mıntıka’ bize aittir ama mevtadır, ölü bir sözcüktür. Cenazesi talimatsız kalkmış, yerini kendiliğinden ‘bölge’ almıştır.

Tasfiye ve ihraçlarla lügate müdahale etmek, devlet eliyle muhafazaya çalışmak başarılı sonuç verse ne âlâ.

Fakat ömrünü tamamlayan kelimeler meyyittir, suni teneffüsle diriltilemiyor. Ecelleriyle göçenlere yol, yerine geleceklere yön vermeli.

Dilin canlılığını doğal yollarla sürdürmesi, bir tercih konusu değil. Karşı konulamaz bir tabiat kanunu, değişmez bir dil yasasıdır. Yasak tanımaz ama yönlendirmeye gelir.