Hürriyet yazarı Akif Beki, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Türkiye İstatistik Kurumu'na (TÜİK) yaptırdığı "dini hayat araştırması"nı değerlendirdi. Beki, devlete verilen verginin zekât yerine geçeceğini düşünenlerin olduğunu ifade ederek "Alo fetva' hatları, bu sonuçlara rağmen de mi fuzuli işgalden başlarını kaldırıp ilgilileri gafletten uyandırmaz?" dedi.
Akif Beki'nin "Yolsuzluk parasıyla hayır işlenir mi?" başlığıyla yayımlanan (21 Haziran 2017) yazısı şöyle:
Müteahhitlerin acımasızca yolsuzluk yapabildiklerini biliyoruz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da gözlem ve tespitini bu kelimelerle ortaya koydu.
En büyük hırsızlıkların imardan geldiği, sır değil.
Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, en yetkili ağız. Bizzat o söyledi.
Resmi beyanlar da gösteriyor ki bu hususta en ufak bir farkındalık sorunu yaşanmıyor.
Fakat durumun, açık konuşmadığımız bir boyutu daha var.
İmarda dönen hırsızlık ve yolsuzluklardan vakıflarla cemaatler pay alıyor mu?
Yeni Şafak yazarı, sosyoloji profesörü Ergün Yıldırım’ın Twitter’daki bir uyarısından çıkardım soruyu.
Şöyle: “İstanbul inşaat talanından, hayır adına vakıf ve cemaatlere aktarılan bir parça paydan hayır çıkmaz. Haram paradan hayırlı insan yetişmez...”
Ergün Hoca, “Değişen Din Anlayışının Sosyolojisi” ile “AK Parti ve Cemaat” gibi önemli kitaplara imza atmış biri.
Ciddiye alın derim, bir bildiği vardır.
Peki bir müteahhit, hangi motivasyonla yolsuzluk parasından vakıf ve cemaatlere pay ayırır?
Manevi aklanma için mi?
Çoluk çocuklarına haram lokma yedirmek istemediğinden mi?
Aksi halde boğazından geçmeyecek haram parayı, helal ettirme inancıyla mı?
Hayırsever görünüp iktidarın takdirini kazanma niyetiyle mi?
Vicdan rahatlatma kastıyla mı?
İyi insan, salih kul, örnek vatandaş olduğunu ispat maksadıyla mı?
Öbür tarafı düşünerek hayır hasenat işleyip sevaba girmek üzere mi?
Allah’tan çok korktuğundan mı?
Yolsuzluk bağışlarının ‘niye’sini tartışmaktan daha da önemlisi şu:
İyi de vakıf ve cemaatler, yolsuzluktan paylarına düşeni niye kabul eder?
Caiz midir? ‘Helal cukka’ fetvası mı var?
Yolsuzluk, müteahhitle Allah arasındaki bir mesele midir?
Girilen kul hakkının hesabını sormayı, mahşere bıraktıklarından mı?
İmtihan devam ediyor, toz zerresi kadar iyiliğin de kötülüğün de karşılıksız kalmayacağı büyük hesaplaşma anı henüz gelmedi, amel defterleri bu dünyada açılmaz diye hesap gününü beklediklerinden mi?
En erken, kabir azabına havale ettiklerinden mi?
Hazır, ramazan dolayısıyla ekranlar açılmışken bir hoca da şu mevzuya el atsa...
‘Sokakta bir şey yiyen kadının cezası dayak yemek midir’ konusunda bizi aydınlatanları oldu.
Sağ olsunlar, haram parayla hacca gitmenin hükmü hakkında cehaletimizi giderenleri de bulundu.
Kala kala kaldı, yolsuzluk nemasıyla bağış, sadaka ve zekât alıp vermenin kitaptaki yeri... Alan elle veren elin dindeki tanımı...
Mübarek ay bitmeden hallediverseler, hayra geçmez mi?
Üstelik, bir FETÖ’nün gidip başka bir FETÖ’nün gelmemesiyle de doğrudan ilgisi var.
Müteahhit paylarıyla semirip şişen yeni FETÖ’lerin çıkmaması açısından büyük aciliyet arz ediyor.
Yani FETÖ’yle mücadele bakımından da ihmale gelmez.
Hurafe ve batıl inançlarla mücadeleyi, yatıra çaput bağlamakla mücadeleye indirgiyormuşuz meğer.
Oysa FETÖ’vari yapıların beslendiği asıl hurafeler, itikat bozukluğu ve batıl inanışlar akçeli işlere dair. Bu alandaki sakat fetvalarla çevriliyor sömürü dükkânı, burada dönüyor hacimli ve çaplı din ticareti.
Ayrıca Diyanet’in TÜİK’e yaptırdığı dini hayat araştırmasında görülüyor ki halkın, bilinç eksikliği ve talebi de burada.
İhtiyacını türbe veya yatırdan dilemeyi yanlış bulanların oranı yüzde 85...
Ağaca çaput bağlamakla suya para atmanın dileği gerçekleştireceğine katılmayanlar yüzde 93.4...
Helal ve haramlar, günümüz şartlarına uyarlanabilir diyenler ise yüzde 46...
Devlete verilen verginin zekât yerine geçeceğini düşünenler de yalnızca yüzde 11...
‘Alo fetva’ hatları, bu sonuçlara rağmen de mi fuzuli işgalden başlarını kaldırıp ilgilileri gafletten uyandırmaz?