Karar yazarı Akif Beki hayatını kaybeden eski bakan Hasan Celal Güzel'in ardından çok güzel şeyler söylendiğini ancak "enayi" diyen olmadığını söyledi. Beki, Güzel'in "2013’te Sabah gazetesinde yayınlanan yazısının başlığı 'Meğer ben ne enayiymişim' şeklindeydi" yazıyı, dün TBMM önünden törenle cenazesini kaldıran siyasilere ithaf etmişti" dedi.
Beki'nin "Meğer ne enayiymiş rahmetli (!)" başlığıyla (21 Mart 2018) yayımlanan yazısı şöyle:
Ardından çok güzel şeyler söylendi Hasan Celal Güzel’in. ‘Demokrasi kahramanı’ dendi, ‘dürüstlük abidesi’ dendi... ‘Şöyle ahlaklı devlet adamıydı’, ‘böyle dolu ve yaman siyasetçiydi’ dendi...
Ama hiç ‘enayi’ diyen olmadı.
Oysa kendi gözünde su katılmamış bir ‘enayi’ydi. Ve bu halinden zerre şikayeti yoktu. Aksine, enayiliğine doyamıyordu.
Vefat haberi üzerine, THY eski Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Topçu hatırlattı. 2013’te Sabah gazetesinde yayınlanan yazısının başlığı “Meğer ben ne enayiymişim” şeklindeydi.
Yazıyı, dün TBMM önünden törenle cenazesini kaldıran siyasilere ithaf etmişti.
Galiba enayiliği biraz da özendirmek, biraz da teşvik etmek istiyordu.
Kendisini ‘ıslah olmaz bir enayi’ olarak tanımlarken aslında doyum olmaz bir enayiliğe güzelleme yapıyordu.
***
Enayiliğinden neleri kaçırdığını kendi kaleminden özetlersek...
‘Devlet malı deniz, yemeyen domuz’ dememişti yetiştirenlerden kimse ona.
Bütün ömrü ‘eşşek gibi’ çalışmakla geçmişti.
‘Ne akılsız adam yahu!’ şeklindeki fısıltılar, her gün kulaklarına kadar gelirdi. Üzerinde ‘T.C. Hükümeti’ yazan kurşun kalemleri, silgileri ve kâğıtları, sadece resmî hizmetlerde kullanırdı. Özel görüşmeleri için, cebinde daima ankesörlü telefon jetonları taşırdı.
Yüzlerine bakmaya kıyamadığı çocukları, devlet malına ellerini dahi süremezlerdi. Plakaları kırmızı ve siyah renkli resmî arabalara bir defa dahi binmediler.
Bırakınız eşine araba tahsis etmeyi, evde devletin personelini çalıştırmayı; idarecilik ve siyaset hayatında lojmanda dahi oturmadı. “Yaptığım enayiliklerin haddi hesabı yoktur” demesi ondan.
Hiçbir hediyeyi kabul etmez; ya reddeder veya demirbaşa kaydettirerek devlete intikal ettirirdi.
Yıllarca üst yöneticilik, müsteşarlık, bakanlık yaptı; hâlen evinde bronz plaketler dışında bu dönemlerden tek bir hatıra eşya göremezsiniz. Onun anladığı, siyasete ‘Zengin girilir, fakir çıkılır’dı. Siyasî hayatında önüne çıkan yüzlerce fırsatı teperek mal mülk edinmedi. Bu arada, eşinin uzmanlığıyla ve alın teriyle hak ettiği ‘Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne tayin kararnamesini, nasıl engellediğini de unutmuyor.
Hizmet hayatı boyunca, ‘Bu fukara millete ben bu masrafı hiç yaptırır mıyım?’ lâfı vardı bir de.
Bunları anarken 70’ine merdiven dayamıştı. Hâlâ kirada oturuyordu. Kendine ait tek mülkü kitaplarıydı...
Yani, sizin anlayacağınız, gerçek anlamda ‘Dikili ağacı dahi yok’tu.
Fakat bırakın tek bir gün pişmanlık duymayı, son nefesine kadar enayiliğine şükretti. Yazıdaki son sözleri “Enayilik öylesine içime işlemiş ki geriye dönmek mümkün olabilse gene aynısını yapardım” idi.
***
Ve yanına bütün siyasi hayatından sadece enayiliği kar kaldı.
Zaten enayiliğini bozdurarak satın alacağı hiçbir dünyalığı, kefen cebine atıp öbür tarafa götüremeyecekti.
O, son devrin ‘büyük enayi’lerindendi.
Ebediyete uğurlarken dileyelim de yolundan giden enayilerin soyu bitmesin.