Başbakanlığı döneminde Tayyip Erdoğan'ın basın danışmanları arasında yer alan Karar yazarı Akif Beki, Erdoğan tarafından istifa ettirilen Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek için, "rol keserek, oynarayarak gitti" dedi.
Beki'nin "Bakın hangisi daha dava adamı" başlığıyla (1 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:
Melih Gökçek ile Edip Uğur’un istifaları arasındaki en bariz fark şu...
Gökçek siyaseten doğruları söyleyerek, inanmadığı halde rol keserek, koltuğu boşaltmanın gerekliliğine inanmış gibi yaparak yani oynayarak gitti.
Uğur ise içinden geldiği gibi dümdüz konuşarak, doğruculuk yaparak, gerçek kanaatini saklamayarak, söylediklerine inanarak, inanmadıklarını söylemeyerek gitmeyi seçti.
Karşılaştırdığınızda hangisi daha düzgün, daha makbul davranış, hemen ayırt edersiniz.
Fakat ne hikmetse...
Öbürü daha şahsiyetli, daha erdemli, daha dürüst, daha saygın davranmış gibi lanse edilebiliyor.
Parti disiplini açısından, katı otoriter bir hiyerarşiye tabi olmak, yani kurşun askerlik özendirilebilir, bir kıymet ifade edebilir.
Ama kurşun askerliği dava adamlığı olarak sunmak, her şeyden önce Erdoğan’ın adam ve dava tariflerine de uymuyor.
İTAAT KÜLTÜRÜNÜ NE SEVDİ, NE SEVDİRDİ
İslam dünyasındaki geri kalmışlığı, eleştirel düşüncenin gelişmemesine bağlayan bir liderin gözünde, sorgusuz sualsiz itaatin bir saygınlığı olabilir mi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, aradığı ideal gençliğin nasıl kişilikli olması gerektiğini anlatmıyor mu?
Körü körüne biat eden değil, düşünen, irdeleyen, sorgulayan bir dava gençliği istediğini haykırmıyor mu?
Makam, mevki, para ve güç karşısında eğilip bükülmemeyi telkin etmiyor mu sürekli? Rol model olarak, dik duruşuyla bunun örneklerini sergilemiyor mu?
Güce yaltaklanmayı, el etek öpüp temenna çekmeyi milletimizin evlatlarına asla yakıştırmayarak dalkavukluğu kötülemiyor mu? Kapıkulu olunmasını zillet görüp reddetmiyor mu?
Ölçü buysa vurun bakalım ölçüye, kim daha dava adamı?
Ha, kalkar da...”Bu davanın elemanıysa nefsine uymaz, bırak dendiğinde bırakır” şeklindeki söylemin de Erdoğan’a ait olduğunu hatırlatırsanız, derim ki...
Belki de ‘dava adamı’yla ‘davanın elemanı’ olmak arasında da bir fark gözetiyordur.
Bu tarife göre öbür tutum davanın elemanlığına sığabilir ama dava adamlığı kapsamına girer mi, hala tartışılır.
EMİR KULU DERLER ONA
‘Emir demiri keser’ yaklaşımı bir emir kulu tavrıdır ve Erdoğan tarafından gençlere tavsiye edildiği görülmemiştir.
Partisi ayrılmasını istemiş, o da başkanlıktan ayrılmış, hatası sevabıyla kendi takdiridir elbette.
Erdoğan’ın, aksi tavrı yücelten geçmiş beyanatları dolaştırılıyor ortalıkta, ne gerek halbuki...
Belediye başkanlığı sırasında “Yetkilerime partimi bile karıştırmam, gerekirse resti çekerim” demişliği de var, “Beni halkım getirdi, halkım götürür” diyerek postasını koymuşluğu da, doğru...
Yalnız; siyasi arkeolojiye, arşiv kazılarına başvurmadan da Erdoğan’ın sandık dışı bir müdahaleye maruz kalması halinde nasıl davranacağını kestirebilirsiniz. Seçimle gelenin seçimle gitmesinden taviz vermeyecektir.
Yine de bu tavrın duruma göre esnetilmesini, partiye zarar vermemekle demokrasiye zarar vermemek arasındaki tercihin pragmatik ihtiyaçlara göre değişmesini konuşmaya açık olabilir.
Ancak bunu dava adamlığı gibi göstermek, faziletli bir davranış olarak takdim etmek, hoşuna gitse bile sanmam ki Erdoğan’ın yüz vereceği bir şey olsun.
Çünkü dava ve adamlık gibi kavramlar yıpratılır da içleri boşaltılırsa konuşacak bir şey kalmaz geriye.
Kötü örnek emsal oluşturmaz nihayetinde ama değer yargılarıyla oynanırsa doğacak yozlaşmanın telafisi zordur, kuşaklar alır.