Karar yazarı Akif Beki, Büyükada'da gözaltına alındıktan sonra tutuklanan insan hakları aktivistlerinin tahliye olmasıyla birlikte, o dönem gazete manşetlerinde ajan suçlamasında bulunan gazetecilere tepki gösterdi. "Fos çıkan ‘Büyükada ajanları’ çığırtkanlığı da, ezile büzüle ‘Büyükada davası’ diline evrildiğini söyleyen Beki, "‘Sizi gidi pinokyolar’ demeyeceğim, varsın yine üste çıksınlar" dedi.
Beki'nin "Fare doğuran ‘ajanlık’ manşetleri başlığıyla (27 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöyle:
Gak guk mu ediyorlar, konuşmaya yüzleri var mı hala diye, çöken manşetlerin altında kalan gazetelere baktım.
O ‘Kaf dağı’ manşetleri atanlar, tahliye haberi karşısında dut yemiş yalı bülbülü gibiydiler.
‘Büyükada ajanları hesap verecek’ cayırtılarını onlar koparmamış; davanın savcılığına, hakimliğine onlar soyunmamış sanki.
‘Nasıl olur arkadaş; daha ilk duruşmada bırakılan ajan, terörist gördün mü hiç’ diye üstüne gidip büyütmemişler hadiseyi.
Birinci sayfaya koymamış çoğu, başlarını öbür yana çevirip görmezden gelmişler. Bire koyan da pişkinliğe vurup etekten düz, tavırsız vermiş.
Fos çıkan ‘Büyükada ajanları’ çığırtkanlığı da, ezile büzüle ‘Büyükada davası’ diline evrilmiş.
Ne bir alınma, ne bir sorumluluk üstlenme ciddiyeti, ne de yanıltılan kamuoyuna bir hesap, bir özeleştiri verme duyarlılığı...
‘Sizi gidi pinokyolar’ demeyeceğim, varsın yine üste çıksınlar. Yeter ki masumiyet karinesi neden önemliymiş anlasınlar...
Suçu yargı kararıyla kesinleşmeden kimsenin neden suçlu ilan edilemeyeceğini, lekelenmeme hakkının bir gün herkese lazım olabileceğini, kanun önünde eşitlik, iftiradan korunma, hak arama ve aklanma yollarını açık tutmanın vazgeçilmezliğini, ispat yükümlülüğünün iddia sahibine ait olduğunu kavrasınlar yeter...
Çünkü...
Suçu hukuken sabit olmayan sanıkları kafadan ‘tehlikeli casus’, ‘azılı terörist’ diye afişe etme utancından gazetecileri koruyacak şey de suçsuzluk ilkesine riayettir.
Ne ajanlık faaliyeti sırasında suçüstü yakalanmadıkları kalmıştı, ne de insan hakları savunuculuğu altında korkunç kaos planları yapmadıkları...
Ne Gezi benzeri kalkışma tezgahlamadıkları kalmıştı, ne FETÖ darbe girişiminin arkasını getirmeye çalışmadıkları, ne de birden fazla silahlı terör örgütüne hizmet etmedikleri...
Aylarca içeride tutuldular, çok sağlam denilen kanıtlar, herkesi susturacak denilen somut suç delilleri gizlilik gerkeçesiyle ortaya konmadığı halde, hainlikle suçlanıp hedef gösterildiler.
Sonra çıkarıldıkları ilk duruşmada savcı, biri hariç tahliyelerini istedi; mahkeme tamamının şartlı salınmasına karar verdi.
Eski Şansölye Schröder’in Merkel adına araya girdiği ve tahliyede etkili olduğu söyleniyor.
Alman Dışişleri Bakanı Gabriel de arabuluculuk rolünü doğruluyor.
‘Büyükada ajanları’ kampanyasını yürütenlerin yerinde ben olsam lafımı yutkunmaz, Gabriel’e çıkışırdım...
‘Casusların tahliyesini idari bir tasarrufmuş gibi gösteriyorsunuz. Rica ile halletmek mümkünmüş, casusluk gibi ağır bir suçtan tutuklananları bir sözle salıvermek doğalmış gibi sunuyorsunuz. Sizi bilmeyiz ama bizde bu işlere bağımsız yargı bakıyor, ağzınızdan çıkanı kulağınız duyuyor mu’ derdim.
Arabuluculuk konusuna indirgeyerek casusluk suçlamasının hafifletilmesine, sulandırılmasına, inandırıcılığının yok edilmesine sessiz kalmazdım.
Siyasi otoritenin dışında cereyan ettiği, yargımıza müdahale edilemeyeceği şeklindeki resmi söylemlerin taca çıkarılmasına da izin vermemiş olurdum.
Vatandaşlarını takas ve siyasi pazarlık için tutukladığımız şayiaları çıkaran Almanlara koz verilir mi?
Türkiye’yi kötülemek için fırsat kollayanların ekmeğine yağ sürmek olmaz mı bu?
Hiçbir karalama kampanyası adaletimize, hiçbir algı operasyonu itibarımıza bu kadar zarar veremez diye Gabriel’in karşısına dikilir ve şiddetle reddederdim, iddia sahibi olsam.
‘Ne yani, casusluk suçlamalarını araç olarak kullandığımız, siyasete alet ettiğimiz gibi karalamalara haklılık ve gerçekçilik mi kazandırmaya uğraşıyorsun’ diye tepki gösterirdim.
Yakındığımız kara propagandaları çürütmek elimizdeyken ne duruyoruz?