Akif Beki'den Ertuğrul Özkök'e: Emir kipli cümleler kurmak kişiyi itaat edilesi biri yapmaya yetmiyor

Akif Beki'den Ertuğrul Özkök'e: Emir kipli cümleler kurmak kişiyi itaat edilesi biri yapmaya yetmiyor

Hürriyet yazarı Akif Beki, darbe girişiminin tiyatro sahnesine aktarılması teklifiyle ilgili olarak köşe komşusu Ertuğrul Özkök'ten gelen eleştiriye yanıt verdi. Özkök'ün "Bir daha FETÖ’ler gelmesin mi istiyorsun? Çakma tiyatro yerine, sahici adalet iste. FETÖ müsameresi yerine, insanı birey haline getirecek özgürleştirici bir eğitim iste. Ismarlama fikir yerine, özgür düşünce iste" sözlerini hatırlatan Beki, "Kültür-sanatta niteliksiz işlerin teşvik görmesiyse mesele, Erdoğan senden dertli komşu" dedi. İlahiyatçı Hayrettin Karaman'ın tartışma yaratan itaat yazısına da atıf yapan Beki, "Emir kipli cümleler kurmak, buyurgan dil kullanmak kişiyi itaat edilesi bir emir sahibi yapmaya yetmiyor. Sen de eleştiriler üstü, hatasız bir kul değilsin velhasıl. Umulur ki faydalanırsın" ifadesini kullandı.

Beki'nin Hürriyet'te "‘FETÖ tiyatrosu’ önerim Özkök’ü niye panikletti?" başlığıyla yayımlanan (2 Nisan 2017) yazısı şöyle:

Demiştim, tutamaz kendini diye...

“Sahi nerede kaldı 15 Temmuz’un tiyatrosu” yazım, panikletmiş sanki köşe komşumu.

Ama aslında paniklediği yok, dili şişmiş, üstümden mesaj döşenme kaygısında.

“Akif bırak, çek elini şu Devlet Tiyatrosu’ndan” diyor.

Neymiş, ısmarlama tiyatro kötü terziye diktirilmiş elbise gibiymiş, ben bile giymezmişim.

İskender Pala gibi bir değeri de dolduruşa getirip harcamamalıymışım güya.

Ne ortada bir ısmarlama var oysa, ne de bir itekleme ya da gaza getirme...

İskender Pala 15 Temmuz gecesi dolmuş zaten dolacağı kadar, duyurmuştu oyunu yazacağını.

Yazımı araçsallaştırıyor sadece, bu vesileyle içte biriktirdiklerini döküyor.

Yol yapmak için teklifimi sulandırmasa iyiydi ama suçlayamam onu. İçimizden geçeni konuşmak zorlaştığında, bir bahaneyle çatacak yer aradığımız olmuyor mu hepimizin?

İhtiyacı gelmiş Özkök’ün de, varsın yavuzlansın...

Fena döktürmüşsün komşu!

Bana gelince dili çözülüyor, takır takır oturtuyor maşallah lafları...

“Bir daha FETÖ’ler gelmesin mi istiyorsun? Çakma tiyatro yerine, sahici adalet iste” diyor...

“FETÖ müsameresi yerine, insanı birey haline getirecek özgürleştirici eğitim iste” diyor...

“Ismarlama fikir yerine, özgür düşünce iste” diyor...

Sonra televizyonlarda yeterince sakil FETÖ canlandırması olduğunu hatırlatıp içimi rahatlatıyor.

“Bırak şu bir avuç Devlet Tiyatrosu’nu da birkaç gerçek oyun oynansın”a getirip dayıyor yazıyı.

‘Yok bırakmam, sahici adalet olmasın, özgürleştirici eğitim, özgür düşünce olmasın’ dememi beklemiyor tabii.

“FETÖ’yle mücadele polisiye tedbirlere indirgenemez, mahkeme salonlarına hapsedilemez... Tiyatro ve sinemalara taşınmadan, takiyyeci din istismarı roman ve senaryolarda temsili yenilmeden... FETÖ’vari yöntemler toplumda mahkûm edilmeden bu zihniyet hesaplaşması kazanılamaz”diyenden beklenecek şey mi?

Yozlaştırmama emrin alındı buyur tekmilime

Mahzuru yoksa, ben de seni vesile kılarak söylenme hakkımı kullanıyorum.

İçimden neler geliyor neler...

Kültür-sanatta niteliksiz işlerin teşvik görmesiyse mesele... Cumhurbaşkanı Erdoğan senden dertli komşu!

“15 yıllık AK Parti iktidarının en başarısız olduğu iki alandan biri eğitim, diğeri kültür politikalarıdır” diye kaçtır özeleştiri veriyor.

Her fırsatta kültürel sığlaşma ve çoraklaşmadan dert yanmıyor mu?

Yaşadığımız bu yozlaşma ve çöküşte kötü işlerin kayırılmasının, kalitesizliğe görülmemiş iltifatın payı yok mu?

Kültür ve sanat üretimini ucuz yoldan göze girme yarışına çeviren şey, kurulan ödül-ceza sistemi değil mi?

Kalite yerini bulmuyor, yaranmacı sakillikler yüz buluyorsa... Yüz veren kim demeyecek miyiz? Partizanlığın başrolü kapmasında aramayacak mıyız suçu?

Sığlaşma ve paçozlaşmaya neyin yol açtığını sormayacak, kültürel yozlaşma ve erozyonun nedenlerini sorgulamayacak mıyız?

Ama seni kırmamak için o kabahati de üstüme alıyorum, itiraf ediyorum evet benim sorumlusu, işin görülsün, sen de sakinle, sen de rahatla komşu...

Yavuzlanma komşu, senden büyük emir sahipleri var

Hayrettin Karaman hoca, Yeni Şafak’taki cuma yazısında “İtaat” başlığını ele aldı.

Şu çıkıyor komşu...

Bir; Kuran’da Allah ve peygamberden sonra itaat edilmesi istenen Ulü’l-emr, emir sahipleri demek.

Devlet başkanından memur yönetici ve aile reislerine kadar herkes kendi çapında bir emir sahibidir.

Bilmeyenlere göre bilenler yani âlimlerle uzman vasfı taşıyanlar da bunlardandır. Hatta emir alıp verme hiyerarşisinde başkandan bile önce gelirler.

İki; Allah ve peygambere itaatle, diğerlerine itaat yükümlülüğü bir değil. Muhatapları, emri sorgulayıp itiraz edebilir.

Gayrimeşru emirlere karşı gelmek, haksız ve yanlış  buyrukları çiğnemek ilahi bir emir ve dinin gereğidir.

Üç; Her fetvaya uyulmaz, her buyruk ‘baş üstüne’ tekmili verilerek yerine getirilmez. Haklı mı haksız mı, yanlış mı doğru mu diye bakılır.

Kısacası komşu; emir kipli cümleler kurmak, buyurgan dil kullanmak kişiyi itaat edilesi bir emir sahibi yapmaya yetmiyor.

Sen de eleştiriler üstü, hatasız bir kul değilsin velhasıl. Umulur ki faydalanırsın...