Akif Beki'den Star yazarına: Allah ölçüyü şaşırtmasın!..

Akif Beki'den Star yazarına: Allah ölçüyü şaşırtmasın!..

Hürriyet yazarı Akif Beki, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın gazeteciler için verdiği iftar yemeğiyle ilgili olarak "İhanet içindekiler davet edilmemişlerdi zaten. Hem bu idrak halinin bir sonucu, hem de referandum sonrası yeni siyasetin bir işareti olarak değerlendirdim o yüzden geceyi. Haber yönü açıkça baskındı" diyen Star yazarı Fadime Özkan'a tepki gösterdi. "Neyse ki davetiyesi şimdilik sadece ‘yerli’likle ‘milli’liğin tescil ve onay belgesi olarak sunuluyor" diyen Beki, "Henüz ‘iman’la ‘imansız’lığın resmi teyidi mahiyetini almamış. Allah ölçüyü şaşırtmasın" ifadesini kullandı. 

Akif Beki'nin "Camiye bezirgân sokmadığımız bayramlara" başlığıyla yayımlanan (25 Haziran 2017) yazısı şöyle:

Komşum Özkök’ün sardırdığı Huber Köşkü’ndeki medya iftarı...

İmamına, müezzinine takmasını ‘Bastırılmış imamet’ sendromuna bağlamıştım.

‘Ama yeterlilik imtihanı vermeden var mı öyle imamlığa geçmek’ diye takılmıştım.

Az daha ‘korsan imamlığa hayır’ kampanyası açacaktım.

“Sigaranın gizli gizli içildiği, namazın göstere göstere kılındığı iftar”la ilgili tartışma, meğer daha derinmiş.

Yeni Şafak’ta, Merve Şebnem Oruç’un “Küçük bir mümin eleştirisi” yazısından öğrendim.

Davet edilme ayrıcalığına erenlerden bazıları epey coşmuş. O iftara çağrılmayı ‘sadakat’in sağlaması, çağrılmamayı ‘ihanet’in  doğrulaması gibi gösteren yazılar yazmış.

Neyse ki davetiyesi şimdilik sadece ‘yerli’likle ‘milli’liğin tescil ve onay belgesi olarak sunuluyor

Henüz ‘iman’la ‘imansız’lığın resmi teyidi mahiyetini almamış. Allah ölçüyü şaşırtmasın...

Komşum bugünlere şükretsin

Atıştığı ‘ayrıcalıklı’larca ezberi kuvvetli mi diye bile sınanmıyor.

“Gözü imamlıktaysa, okusun bakalım ‘üç kulhü bir elham’ da görelim” dahi denmiyor.

“Daha İhlas’la Fatiha’yı hıfzetmemiş, hafızlığa özenmek nesine” noktasına getirilmiyor.

Ehliyetsizliğini yüzüne vurmak, ahiret sualleriyle bin pişman etmek, hevesini kırmak da var...

Ama cesaretlendirmeye, teşvik edici ve yol gösterici olmaya çalışılıyor. Gözünü korkutup camiden, cemaatten kaçırtmaya değil.

Ben dahi din bilgisi yerine dil bilgisinden girerek, bildiği yerlerden sorarak hocalığa ısındırmaya bakıyorum.

Kendisini daha rahat göstereceği alanlara, boşluğu ehliyetle doldurabileceği kulvarlara çekmeye uğraşıyorum.

Mahyacıların nesli bundan tükeniyor

Zamanında ‘gel gel’ yapılmadığı için Anadolu Ajansı, bir haftadır anons geçiyor ‘Mahyacı çırağı aranıyor’ diye.

Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde çalışan ‘son mahya ustası’ Kahraman Yıldız’la konuşmuşlar.

400 yıllık mahya sanatının can çekiştiğini söylüyor.

Bayrağı, meslek ahlakıyla eğittiği gençlere devretmek istediğini anlatıyor.

Ancak el verecek çırak bulamamaktan yakınıyor, talibi yok.

Beşir Ayvazoğlu, Karar gazetesinde hatırlattı. Prof. İsmail Kara’nın “Müslüman İstanbul’a Mahsus Bir Gelenek: Mahya” isimli kitabı yayımlanmıştı.

Kandillerle yakılan mahyalardan elektrikli mahyalara... Göklere ışıklı yazı yazma, minareler arasına gerdanlık gibi germe sanatının inceliklerini, tarihçesini işliyor.

Yahya Kemal’in, Halide Edib’in anılarında ‘Müslüman İstanbul’un süsü, ramazanın nişanesi olan mahyalar...

Yüzde yüz milli bir gelenek, Sultan Ahmed zamanında başlamış. Son ustası, yana yakıla selasını okuyor. Anadolu Ajansı, neredeyse ölüm ilanları yayınlayacak.

Cemil Meriç'in şakirtleri nerede?

Ne diyor üstat: “Mâbede bezirgân sokmamış Doğu. Yıllarca odun taşımış çömez. Meşaleyi çetin imtihanlardan sonra tutuşturmuşlar eline.

Asırlar geçti, birer birer söndü meşaleler. İrfan asâletini kaybetti. Hoca öğretmen oldu, talebe öğrenci...”

Eğitimsiz öğretimden, terbiyesiz talimden irfan çıkar mı?

Sık sık işitirsiniz, “İrfansız kültür ve sanat olmaz” deniyor davet seçkinlerine.

O da davetli mi, masada oturuyor mu diye aranan, camiadan tanıdığının adı zanneden, lügate bakmadan kelime anlamını bile bilemeyecek bir topluluğa irfandan bahsetmek ne talihsizlik.

Mimar Sinan'ın 'çilekeş' incileri

Geçen bayram lafa, Yahya Kemal’in “Süleymaniye’de bayram sabahı” şiiriyle başlayıp Süleymaniye Camisi’ni saran kesif kokuyla bitirmiştim.

‘Daha etrafındaki çöpleri kaldıramayan, şanlı bir maziyi nasıl ayağa kaldıracak’ demiştim.

Bu bayrama da Üsküdar Şemsi Paşa Camisi’ni denizden ayıracak kazıklı yol tartışmalarıyla girdik.

Tepkiler işe yaradı da tarihi yanlıştan dönüldü.

Fakat söylemle eylem, sesle görüntü giderek tutmaz oldu, senkron bozuk. Söylenenle yapılan, lafla icraat arasındaki makas açılıyor.

Hadi tatlıya bağlansın. Mabede bezirgân sokmadığımız nicelerine kavuşmak dileğiyle, bayramınız kutlu olsun.