Akif'in kemiklerini de devletleştirin!

Akif'in kemiklerini de devletleştirin!

T24- Yazar Umur Talu, bir Alman şirketinin "İstiklal Marşı"nın telif haklarını almaya çalışması üzerine Türkiye devletinin marşı kamusallaştırmasını "Mehmet Akif Ersoy'un kemiklerini devleştirin" diyerek eleştirdi.

Umur Talu'nun HaberTurk gazetesindeki köşesinde yayımlanan yazısı (9 Aralık 2010) şöyle:

Kemikleri de devleştirin! Bu kuyunun “ana fikirleri”nden biri, iki gözüm, onun bunun, senin benim iki yüzüm!

Mangalda kül bırakılmayan vatan sathında, küller milyonlar üstüne savrulur.

Nice yangına bir kelime olsun su atılmaz; kül olur.

Nice cesurum, yiğidim, sertlikte birincidir de mertlikte şaşı bakar.

Bazen baktığını görmez, bazen gördüğüne ses etmez.

Kimi karşı dağa kılıç sağlar, ama başka dağlara dayamıştır sırtını; sırtının gıkı çıkmaz.

Önce kendinle, iki yüzünle yüzleşmezsen, hiç bir şokla tam yüzleşemezsin. Kendinle içten helalleşme beceremeden, kimseyle yürekten helalleşemeyeceğin gibi

***

Medya yana yakıla, “Korkmaaa sönmeeez” diye yırtınıp bağırdı:

“Mehmet Akif’in kemikleri sızlayacak”.

Bir Alman şirketi “İstiklal Marşı”nın telif hakları peşine düşmüş.

Devlet de, onca yıl sonra “marşı kamulaştırma” kararı almış.

“Kemikleri sızlayacak”mış Akif”in! Çünkü “yadigâr”ına göz koymuşlar!

Bu akşam (TV8’de) “Yaşamdan Dakikalar”da Nebil Özgentürk size birkaç hikâye anlatacak. Daha önce “Türkiye’nin Hatıra Defteri”ne yazılmış; ama şimdi yüzleşmenin tam zamanı.

“Akif’in diğer yadigârları”nın hikâyesi (Akif’in kendi hikâyesi zaten ayrı konu!). Onlar ne dize, ne marş, ne efsane. Sıradan insan.

***

Akif dizelerini devlete parasız verir. Kitabı “Safahat”a dahi almaz, kimse hak iddia etmesin diye.

Yıllar geçer. Okulda, kışlada marş söylenirken, 1962’de perişan bir adam bir gazeteciyi ziyaret eder. Akif’in oğlu Emin Ersoy’dur. Gazeteci biraz yardım yapar. Birkaç ay sonra küçük bir haber: Bir çöp bidonu yanında bir ceset. Kimsesiz, sahipsiz, hatta isimsiz. Akif’in oğludur ceset!

1985’te bir SSK hastanesi Akif’in oğlu Tahir’in son günlerine bakamaz bile. Küçük bir hastaneye sığınır bir yadigâr daha. Cenaze masrafını belediye karşılar.

1991’de Akif’in kızı Suna, torunlar kirasını ödeyemedikleri evden çıkarılır.

2000’li yıllar bu kez Akif’in torunu Selma’nın kiralar, hacizler, polisler, avukatlar arasında sürüklenişine tanıklık eder. Çünkü Safahat’ın telifi de sona ermiş, kitabın yağması çoktan başlamıştır!

***

Belki diyeceksiniz ki…

Her çocuk, her torun, her koyun kendi bacağından… İstiklal Marşı’nı onlar mı yazdı!

Diyeceğim ki; devletin hatta biz milletin atıp tutmaları, böbürlenmeleri, hak ve hayır bilirlikleri bu mudur…

Deyin ki, budur!

Tamam o zaman!

Akif’in kemikleri sızlayacakmış ha!

Devletleştirin kemikleri de. Talimat verin; sızlamasın!

Medyaya mektup

Bu sefer sadece “ulak” olayım. “Uşak” yerine konanların isyanını epey dile getirmiştim, az susayım; 15 yıl mecburi hizmete koşulanlar; subay, astsubay, sisteme sitemleri kendileri söylesin (Bu mektup medyada çok ünlü veya ünsüz onca gazeteciye gitti):

“Merhaba ülkemin cevval gazetecisi;

Bir süredir size yazıyoruz. Bu yazıyı da, gönderdiklerimizi okuduğunuzu kabul ederek yazıyoruz. Bir insanın bu devirde karşılaşabileceği en ciddi sorunlardan biriyle ilgiliydi:

Ülke ordusunda askerler, istemedikleri halde, kanun marifetiyle adeta birer kürek mahkûmu gibi zorla çalıştırılıyor.

Bir anlamda; bu ülkede hâlâ kölelik var. Bu kadar açık.

Ancak, bu kölelik düzeni devam ederken, siz cevval gazetecilerimiz; kafanızı, gözünüzü, kaleminizi:

Kalçalardan, top peşinde koşanlardan, iktidar yalakalığından, içi boş muhalefetten, bomboş muhabbetten; nerede ne yenirden, incir çekirdeği sorunlardan alamadığınız için buna değinmeyi umursamadınız.

Farkında olup da gündeme getirmekten korkanları bir derece anlıyoruz. Can

tatlı, kalem pahalı. Asıl sözümüz, meselenin buz gibi farkında olup da umursamayanlara.

Bugün elindeki suyla başkasının ateşini söndürmeyen, yarın kendi yanarken kimseden su beklemesin.”