Dünyayı ciddi biçimde sarsan küresel finans krizini Yapı Kredi Bankası murahhas üyesi ve Genel Müdürü Tayfun Bayazıt Cumhuriyet'e verdiği röportajda bir zamanlar Türkiye’ye finans ve ekonomi konularında akıl hocalığı yapan finans kuruluşlarının sapır sapır döküldükleri ve sınıfta kaldıklarını söylüyor. Bayazıt konuşmasında bir de şu ilginç saptamada bulunuyor: “Hırsları akıllarından önde gittiği için böyle oldu. Bu kesinlikle açgözlülük.” Yaşamakta olduğumuz bu krizin geçmiştekilerle benzerliği bulunmadığına da dikkat çeken Bayazıt, kimi çevrelerde dillendirilen “Kapitalizmin sonu geldi” gibi “uçuk” denebilecek görüşlere de katılmadığını belirtiyor. 2001’de yaşadığımız krizle bugün dünyayı sarsan kriz arasında bir kıyaslama yapabilir misiniz? Ben bankacılığa başladığım yıllarda da krizler yaşadım. 1987’de Yapı Kredi’de olduğum sırada patlak veren krizi bizi etkilemeyen, dışarıda olan bir kriz gibi izledik. 2001’e kadar da kendimize özgü krizleri yarattık. Dışarıdaki krizlerden zaman zaman olumsuz etkilendik. 2001 ve 2002’de yaşananlar özellikle bizim mali sektördeki kırılganlıklar ekonomide çok ciddi yapılanmayı gerektirdi. 2001’den bugüne gelen süreç sektörün hem risk yönetimi becerisini kazanması hem büyüme potansiyelini elde etmesi açısından ilginç bir dönem oldu. Bugün ise bütün dünyada risk yönetimi konusunda ders aldığımızı sandığımız devasa kurumlar sapır sapır dökülürken Türk bankacılık sektörü epeyce bir aşama kaydetti. Bu bize akıl hocalığı yapan kurumların teker teker dökülmelerini nasıl karşıladınız? Doğru. Hocalar sınıfta kaldılar. Finans dünyası artık çok karmaşık hale geldi. İşler hem coğrafi olarak hem ürün bazında iç içe geçiyor. Bu böyle olmaya da devam edecektir. Yaratıcılık bu işlerin denetiminin, gözetiminin önünde gidiyor. Aslında dünyada her konuda böyle. Ama finans dünyasında yaratıcılık çok aşırı gider, üstelik boyutları, kapasitesi çok aşırı riskler alınırsa önce köpükler, sonra da bu köpüklerin patlaması sonucunda krizler oluşuyor. Son beş-altı yıldır dünyanın belli başlı ekonomistlerinin çoğu ciddi bir genişlemenin, likiditenin söz konusu olduğunu, bunun tehlikeli olduğunu, finansal enstrümanların çok kaldıraçlı anlaşılamaz hale geldiğini, bunu tasarımlayan uzmanların dahi bazen bu enstrümanları anlamadıklarını, bu tip enstrümanları kendi bilançolarında tutan banka yönetim kurullarının, yöneticilerinin bile bunu anlamakta zorluk çektiklerini söylediklerini biliyoruz. Ama likiditenin çok bol olduğu bu işlerin kârlı bir şekilde büyüyebildikleri ortamlarda hırs aklın önünde gidiyor. Son aylarda dünyanın kavramaya başladığı konu buradaki yanlışlığı düzeltmektir. Son yıllarda hep yeni modeller türetildi, sanal paralar üzerinden alışveriş yapıldı. Klasik finans denetim sisteminin bu işi kontrol altına alamayacağı ya da yürütemeyeceği anlaşılamadı mı? Bir kere orada kesinlikle bir anlayış eksikliği var. İkincisi, bazı riskler bilindiği halde belki yanlış anlaşıldı. Bu yanlış anlamaya açgözlülük mü neden oldu? Kesinlikle açgözlülük. Hırsın aklın önünde gitmesi de diyebiliriz. Aslında bu insanın tabiatında var. Bir kredi imkânı varsa insan bunu sonuna kadar kullanmayı düşünür. Oysa doğal adımlar şöyle olmalıdır: Önce bir proje geliştirilmeli, onun fizibilitesi yapılmalı, bu yapıldığında öz kaynak-borç dengesi kurulmalı, daha sonra da borcun nasıl temin edilebileceğinin araştırılmasına girilmelidir. Ama, önce finansmanı buluruz ya da finansmanın çok bol olduğu ortamda kendi içinde kârlılığı olmayan projeler geliştirerek bunu yapmaya çalışırsanız önce o finansman sayesinde bu işi yürütür gibi görünebilirsiniz. Ama bu borcun kendisini geri ödeme kabiliyeti olmaz. Sanal dediğimiz dünya gerçeğe dayanmayan bu tip borçların, türev enstrümanların kullanılmasıyla ortaya çıktı. Sermaye piyasalarımız yeterince derin değil Demin finansal enstrümanların çok kaldıraçlı anlaşılamaz hale geldiğinden söz ettiniz. Kaldıraçtan neyi kast ediyorsunuz? Her işi sadece öz kaynakla yapamazsınız. Öz kaynakla yaparsanız kısıtlı miktarda büyüme imkânı bulabilirsiniz. Tasarruf edenle o tasarrufları, projeleri aktaran bankalar bu kaldıracı sağlıyorlar. Birisinin 100 liralık öz kaynağı var. Buna 200 liralık bir borç yükleyebilirsek 300 liralık bir borcu finanse edebilirim, diyorsunuz. Likidite imkânı bolsa bu 300 liralık borç kısmını 500-600 liralara getirebiliyorsanız kaldıraç artışı böyle oluyor. Nitekim Amerikan piyasasında konut kredileriyle başlayan konu bu oldu. Derecelendirme kuruluşları bunun riskini az gördü. İnsanlar da bu kaldıraç imkânını olabildiğince kullandılar. Sonra bir zaman geldi ki alışkanlık giderek yaygınlaştı ve iş giderek büyüdü. Kredilerin geri ödenmesi gerekti. O zaman da teminat olduğu sanılan varlıkların gerçek değerleri, teminat olmadıkları ortaya çıktı. Zararları anlaşıldı. Kaldıracın aşırı derecede kullanılması nedeniyle şişmiş olan varlık değerleri belli bir seviyeye doğru geriliyor. İnsanlar paniklediler. Değerler normal olması gerekenin de altına indi. Kriz de bundan çıktı. Kredi değerlendirme kuruluşlarının da riski gerçek anlamda objektif olarak değerlendirme konusunda tabii ki hataları var. Hükümet yetkililerinin bu türev ürünlerin Türkiye’ye girmemeleri sayesinde “bize hamdolsun bir şey olmaz” tavrı var. Gerçekten bu türev ürünler Türkiye’ye girmedi mi? Bize bir şey olmaz mı? Yoksa bu krizin etkileri şimdiden hissedilmeye başlandı mı? İki şeyi birbirinden ayırmamız lazım. Bir kere, küreselleşme piyasaları çok hızlı biçimde etkileşim içinde kılıyor. Piyasaların artık ABD ve AB piyasalarında olanlardan etkilenmemeleri söz konusu değil. Kendi ekonominiz içindeki kırılganlıkları asgariye indirmeyi başarabiliyorsanız bu etkileşimlerden en az etkilenmek söz konusu olabilir. Türkiye’de reel sektördeki kimi kırılganlıklar dışında mali sektörün yapısı gerçekten bu tip kredilere dayanıklılık açısından eskiden olduğundan daha iyi bir durumda. Ama, dediğim gibi, biraz etkilenmemek de mümkün değil. Hedge fonlar dediğimiz gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere yatırım yapan fonlar ciddi bir biçimde kaldıraç kullandılar. Bunlar gelişmekte olan ülkelere ve bizim borsalarımıza ciddi yatırımlar da yaptılar. Bizim sermaye piyasalarımız henüz yeteri kadar derin olmadığı, para piyasalarımız da sermaye piyasaları kadar olmasa bile onlar da yeteri kadar derin olmadığı için bu fonlar giriyor, aktif fiyatlarını hızla yükseltip çıktıklarında yine hızla düşürüyorlar. Şu anda bizim borsalarımızda süratli değer kaybı olmasının nedeni bunların kategorik olarak bütün gelişmekte olan ülkelerin piyasalarından süratle çıkmalarıdır. Aynı durum kurlara da yansıyor. Krizin sonuçları çok derin olabilir Bundan sonra ne olur? Önünüzü net bir biçimde görebiliyor musunuz? Önümüzü çok rahat görebildiğimiz bir dönem değil. Çünkü bu yaşadığımız kriz boyutu ve çapı itibarıyla daha önce yaşadıklarımızdan çok farklı. Çok daha derin sonuçları olabilecek bir kriz. Birçok ekonomist başta ABD olmak üzere dünyanın uzun süreli bir durgunluğa, resesyona girebileceği endişesini taşıyor. Kredi piyasalarında ciddi daralmalar oldu. Bu daralmalar sonucunda dünyanın büyük bankalarının sermaye ihtiyaçları ortaya çıktı. Bunların bir kısmı piyasalardan sağlandı. Ama geri kalan kısmının temin edilemeyeceği görülünce devreye devletler girdi. Hem ABD hem Avrupa devletleri kamu olarak ya bu bankalara ortak oldu ya da birtakım yeni fonlama olanakları sağladı. Mevduata garanti getirip sistemdeki likiditeyi temin edebilmek için birtakım adımlar atıldı. Alınan bu ciddi tedbirlere rağmen endişelerin hâlâ tam olarak bertaraf edilemediğini görüyoruz. Dolayısıyla önümüzdeki dönem için böyle bir ortamda, bu krizin dibini gördük, artık bundan sonra çıkış noktasıdır diyebileceğimiz bir rahatlık içinde değiliz. Büyük ihtimalle en kötüsünün çoğunu gördük. Önümüzdeki iki-üç ay içinde yavaş yavaş para piyasalarının açılmaya, daha sonra kredi mekanizmalarının çalışmaya başladığını göreceğiz. Mekanizmaların yeniden çalışmaya başlaması ve hayatın finans dünyasında normale dönmeye başlaması zaman alacak. Özellikle ABD’de liberal ekonomistler devletin piyasalardan kesinlikle elini çekmesinin zorunlu olduğunu, piyasaların kendi serbest hareketleriyle yollarını bulmaları gerektiğini savunuyorlardı. Şimdi ise devletler piyasalara müdahale ediyorlar. O zaman bu nasıl bir çelişkidir? İdeolojilerden bağımsız olarak en liberal düşüncelerde olanlar dahi finans sektörünün düzenlenmesi ve denetlenmesi konusunda çok daha muhafazakâr davranıyorlar. Mali piyasaların kamunun yararına olan para akışını, sistemlerin çalışmasını sağlayıcı bir rolü olduğu için tamamıyla serbest bırakılmaları, denetleme ve düzenleme dışı bırakılmaları söz konusu değildir. Bu denetlemenin sıkılığı ekonomik büyüme ve refahın artışına katkısı konusunda daha fazla tartışma var. Krizler olduğunda daha sıkı denetlenmesi, kamunun daha aktif rol oynaması gerekir, diyenlerin görüşü daha fazla ağırlık kazanıyor. Ekonominin büyüdüğü, genişlediği dönemlerde de liberallerin dedikleri daha geçerli oluyor. Önümüzdeki dönem bu yangın sönüp işler biraz daha normalleşmeye başladığı zaman liberal görüşlerin kamunun yeniden elini piyasalardan çekip özelleştirmelerin başlaması gerektiğini dile getireceklerini düşünüyorum. Bu kriz bize mali sektörün daha sıkı denetlendiği ve düzenlendiği, birtakım yeni kuralların konduğu, bu tip krizlere karşı kırılganlıkları azaltıcı birtakım tedbirlerin getirildiği bir dönemi işaret edecek. Bu dönemde Avrupa ülkelerinde özellikle mali sektör açısından daha katı kuralların konduğunu, bunun da ekonomik büyümeye olumsuz etkileri olacağını görebileceğiz. Çünkü bankaları çok fazla sıktığınız zaman ekonomik büyümeye olumsuz etkileri oluyor. Bunun ince bir ayarı var. Dolayısıyla bu ayarın biraz daha sıkıldığı bir dönemi yaşayacağız.