'Akiller vesilesiyle, AKP'nin ve Türkiye'nin hali'

'Akiller vesilesiyle, AKP'nin ve Türkiye'nin hali'

Baskın Oran/Agos*

 

Son bir yıl içinde Kürtleri Türkiye'den buz gibi soğutan korkunç şeyler yapıldı. Akiller toplantıya bu ortamda gittiler. Protesto bu koşullarda yapılmaz da ne zaman yapılır bilmiyorum. Nasıl Nisan 2013'te bu işe katılmak yurtseverliğin A-B-C'si idiyse, şimdi de protesto edip katılmamak aynen öyleydi.

AKP’nin iç ve dış politikada felakete gidişini örtmek, Kürtleri de oyalamak. Akiller işinin vardığı nokta işte tam burası. Oysa, 2013 Nisan başında koşarak gitmiştim. Türkiye’de devlet, Kürt meselesinde sivil topluma ilk defa başvuruyordu. Helal olsun. Daha önce de söyledim ve yazdım, Şeytan çağırsa giderdim.

İnsanlar soruyordu: “Bu işin sonu ne olacak?” Cevaplıyorduk: “Artık cenaze gelmeyecek. Reformlar gelecek. Sorun bitecek”.

 

Olay nereden nereye geldi?

 

Reform falan yapılmadı. Kürtleri Türkiye’den buz gibi soğutan korkunç şeyler yapıldı. Özetleyeyim:

1) 27 Mayıs Gezi Parkı’ndan (8 ölü, 10 kör, 7.478 yaralı) ve 17-25 Aralık olaylarından (rüşvet ve yolsuzluk) itibaren hukuk diye bir şey bırakılmadı. AKP, “hükümete darbe” ve “Paraleller” diye diye 12 Eylül düzenine geri gitmeye başladı. Sıkışan Erdoğan, “Milli orduya kumpas kuruldu” deyip Ergenekoncularla işbirliğine girişti. HSYK Adalet Bakanlığı’nın vesayetine sokuldu. Twitter (21 Mart) ve You Tube (27 Mart) bile yasaklandı. Şu anda, “makul şüphe”ye ulaşmış bulunuyoruz;

2) Uludere/Roboski dosyası; sivilde 11.06.2013’te görevsizlikle (link), askerî savcılıkta da 07.01.2014’te takipsizlikle (link) sonuçlandı. 25 Aralık dosyası 01.09.2014’de (link), 17 Aralık dosyası da 18.10.2014’te (linktakipsizlikle sonuçlandı;

3) HDP binaları Aralık 2013’ten itibaren saldırıya uğradı. Fethiye’dekinde tabelayı bizzat itfaiye gelip söktü;

4) Suriye’de Kürtleri hedef alan Cihatçılara silah taşıyan MİT tırları yolda yakalandı;

5) Musul rehineleri olayında başkonsolosun telefonunu kullanmasına IŞİD’in 101 gün boyunca izin vermesi çok şey öğretti;

6) Kobani’de Suriye Kürtlerinin IŞİD tarafından Kurban Bayramı’nda kesilmesini AKP yönetimi sınırın bu tarafından seyretti.

Listenin eksiği var fazlası yok. Siz ne yapardınız bilmem ama bu kadarı Kürtlere fazla geldi. Birdenbire patlayan olaylarda insanlar önüne geleni yıktı. 39 kişi de öldü. Ayıptır söylemesi, Nisan 2013’te İzmir’de “Her ülkenin en korkması gereken şey, örgütün parçalanmasıdır. Reformlar yapılmaz da Kürtler yine hayal kırıklığına uğratılırsa AVM’lere gidemez hale geliriz” demiştim de, ertesi gün CHP İzmir Milletvekili Aytun Çıray ve bilumum ulusalcı yerel basın yaygarayı basmıştı: “B. Oran Ege ve İzmirlileri ölümle tehdit ediyor!” (link). Buyurun şimdi.

PKK’nın da ödü koptu. Tek memnun Erdoğan’dı: Derhal “İç Güvenlik Yasası”, pardon, “Alman Modeli” Bakanlar Kurulu’na sevk edildi.

 

Dipnotlarıyla, “devlet nasıl yönetilemez”

 

Olayları yatıştıracak yerde, Erdoğan ve adamları Kürtlere ağır hakarete girişti. Komple vereyim çünkü bunların tarihe “Devlet nasıl yönetilmez” başlığı altında dipnotlu geçmesi lazım:

Taner Yıldız 5 Ekim’de: “IŞİD ile PKK aynı şeydir” (link). Emrullah İşler 8 Ekim’de: “IŞİD öldürüyor ama işkence bari yapmıyor” (link). Efkan Âlâ aynı gün: "Şiddet misliyle karşılık bulur" (link). Davutoğlu öldürülen göstericilere yargısız infazı 10 Ekim’de açıkladı: “Teröristler bir-iki saat içinde cezalandırıldı” (link). Aynı gün Erdoğan vur emri gibi konuştu: “Artık ne polisimizin ne askerimizin kalkanla bu işin önüne geçmesi mümkün değil. Gereği neyse onu yapacaklar” (link). 11 Ekim’de de: “Sizin IŞİD’den ne farkınız var, o da terörist, sen de teröristsin” (link). Burhan Kuzu 16 Ekim’de: “IŞİD [kafa keserek] daha pratik götürüyor” (link). Davutoğlu 14 Ekim’de: “Yakılan her TOMA’nın yerine beş-on TOMA alacağız” (link). Erdoğan 18 Ekim’de: “PYD, PKK ile eştir, o da bir terör örgütüdür” dedi (link).

Kürtlerin anasına küfretseler, daha fazla acıtmazdı. Sözler eyleme de dönüştü: Kobani’de IŞİD’i bombalamayan Türk savaş uçakları 14 Ekim 2014’te Hakkari Dağlıca’yı bombaladı (link).

Davutoğlu 9 Ekim’de şöyle dedi: “Ne surette olursa olsun kamu düzeni tesis edilecektir” (link). Oysa, o kamu düzeni, Kürtleri çocuk oyalar gibi oyalamaktan bu hale gelmişti.

İşte Akiller toplantıya bu ortamda gittiler. Protesto bu koşullarda yapılmaz da ne zaman yapılır bilmiyorum. Nasıl Nisan 2013’te bu işe katılmak yurtseverliğin A-B-C’si idiyse, şimdi de protesto edip katılmamak aynen öyleydi. (Eğer bu anlattıklarımdan sonra yine o zavallı ‘Aklın başına şimdi mi geldi’ ezberini okuyan bir müsamere çocuğu çıkarsa, pes).

 

Ya bundan sonra iyiye giderse?

 

Maalesef gidemez. En az iki sebepten:

1) Bütün ipler sadece ve sadece Erdoğan’da. Onun da Kürt meselesi umurunda değil. Tek derdi var: “Seçilmiş Padişah” olmak.

Hubris” denilen ego patolojisi, Le Monde’da “Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Nöropsikiyatrist” adıyla çıktı. Aşina şeyler ama çevireyim: “Aşırı kibir, kendine ölçüsüz güven, sınırsız bir ‘her şeyi yapabilirim’ duygusu, güçlü bir otoritarizm. Günlük Fransızcada ‘iktidar sarhoşluğu’ dediğimiz bu patoloji, bitmez tükenmez siyasal trajedilerin kaynağıdır” (link).

Hubris gerçekten çok güçlü bir patoloji. Erdoğan’ın 17-25 Aralık rezaletlerini kapatmasına sebep oldu: Tek Adam olabilmek için yakınlarını kollamak zorunda. 3 yıl kuralına sarılmasını gerektirdi: Akranlarını “prensip sahibi” gözükerek tasfiye etmesi lazım. Şimdi de iyi polis-kötü polis’i sahnelemekte. Bir yandan Akilleri çağırarak ve Y. Akdoğan ile E. Âlâ’ya “Öcalan barış sürecine katkıda bulunursa cezaevi şartları iyileştirilebilir” dedirterek Kürtleri seçime kadar oyalıyor, bir yandan da “Bundan daha ilerisi olamaz. Villa tahsis edecek hal yok” diyerek MHP oylarına oynuyor. Ahmet Hakan’a bir göz atın, yine çok iyi toparlamış (link). Yani, seçime kadar hiçbir iyileştirme beklemeyin.

Seçimden sonra? 330’u bulursa, egosunu tatmin için Anayasa’yı değiştirecek ve rejimin/ülkenin canına artık anayasal olarak okuyacak. Bulamazsa, MHP’ye daha muhtaç olacak, canımıza fiilen okumaya devam.

2) Geçen hafta anlattım (link), Erdoğan sadece İslamcı değil. Türk-İslam Sentezcisi. Kürtleri Türkiye’ye bağlayacak tek çözüm olan yerel yönetim özerkliğini vermeye ideolojisi engel. Üstelik bu ne seçilmiş padişahlıkla bağdaşır, ne değerli MHP oylarıyla, ne de eski düşman-yeni müttefik Asker’le. Mevcut baskı düzeninin doğal uzantısı ancak EMASYA düzeni olabilir. Hatırladınız mı Şubat 2010’da kaldırılan EMASYA’yı? Mesela, cezaevlerinde jandarmanın Hayata Dönüş operasyonunu?

 

Batı'nın uyarmaları

 

ABD’nin sabrı sonunda taştı, PYD’nin terör örgütü olmadığını ilan etti ve doğrudan silah vermeye başladı (link). Beyaz Saray, 1915 yetimlerinin dokuduğu “Soykırım Halısı”nı sergileme kararı aldı (link). Güvenlik Konseyi seçiminde 160 beklerken 60 oy geldi. AB İlerleme Raporu “diplomatik bir dille” fena geçirdi (link). K. Irak Kürdistan parlamentosu, AKP’nin “terörist” dediği Rojava’yı resmen tanıma kararı aldı (link). Batı bu işleri işte böyle, usulüyle yapar. Mukayese acıtıcı ama, aynı şey şu anda İsrail’e yapılmakta: İsveç hükümeti ve Birleşik Krallık parlamentosu Filistin’i bağımsız devlet olarak tanıdı.

Rojava Kürtleri kırıldıktan, protestolarda 39 kişi öldükten, ABD silah yardımına başladıktan, Kürtler onulmayacak biçimde Türkiye’ye yabancılaştırıldıktan sonra, Peşmerge’nin Türkiye üzerinden müdahalesine müsaade ettiğimiz haberi geldi (link). Sadece hubris’e güvenerek tüm dünyaya rest çeken Erdoğan devletinin, vakti gelince kulağından tutulup nerelere getirildiğinin başlangıç örneği.

 

Kürtler açısından durum

 

Zor durumdalar. Çünkü ne elde ettilerse silahla ettiler, silaha geri dönerlerse Türk kamuoyunu aleyhlerine çevirirler, dönmezlerse Erdoğan’ın eline bakıyorlar.

Fakat bunun böyle sürmesi mümkün değil artık. Çünkü, bir kere, bu oyalama dönemi yeni bir Kürt kuşağı doğurdu. Bunlar artık “Türkiyeliyiz” demiyorlar (bu terime siz de sinir olmuş muydunuz efendim? Olduysanız, bilin ki çok arayacaksınız).

İkincisi, çok evrensel bir gerçek var: Ulusların hamuru büyük başarılardan çok, büyük acılarla yoğrulur. Prof. Vamık Volkan’ın “Chosen Trauma”sı. Seçilmiş Travma veya Kutsal Acı. Ermenilerin Soykırım’ı, Türk ulusalcılarının Sevr Paranoyası, Iraklı Kürtlerin Halepçe’si gibi artık Türkiyeli ve Suriyeli Kürtlerin ortak bir “destan”ı var: “Kürtlerin Stalingrad’ı” Kobani.

Daha net anlatayım: Türkiyeli Kürtlerin ve özellikle de yeni kuşak’ın vardığı bilinç noktası açısından artık yerel yönetim özerkliğinden başka hiçbir çözüm hiçbir anlam ifade etmiyor. İç ve dış politika, uluslararası iktisat, adalet, savunma dışındaki yerel sorunlar mesela Ege bölgesinde İzmir’den, Güneydoğu’da Diyarbakır’dan, D. Karadeniz’de Trabzon’dan çözülür. Yani, 1921 Anayasası Md. 11. Bunun tek alternatifini söyleyeyim de anlaşılması daha da kolay olsun: Bağımsızlık.

Türkiye artık başka türlü idare edilemeyecek bir ülke oldu; hubrislilere ve tüm ilgililere ilanen duyurulur.

*Prof. Baskın Oran’ın bu yazısı www.agos.com.tr’den alınmıştır.