Yeni Akit yazarı İbrahim Bektaş, dün gerçekleşen görüşmede Başbakan Binali Yıldırım ile MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli arasında anlaşmaya varılan, başkanlık sistemini de kapsayan anayasa değişikliği tasarısıyla ilgili olarak "Başkanlık sistemini, 'helal süt emmişlere' göre düzenlemek büyük hatadır" diye yazdı.
İbrahim Bektaş'ın Yeni Akit gazetesinin bugünkü (2 Aralık 2016) nüshasında yayımlanan 'Başkanlık sistemini, "HELAL SÜT EMMİŞLERE" göre düzenlemek büyük hatadır!' başlıklı yazısı şöyle:
Sihirli formül “Başkanlık”, Başbakan-Bahçeli görüşmesinden sonra fiilen masaya indi.
Bundan sonra tartışılarak, referandumda “Cumhur” nihai kararı verecek.
Hepimize “hayırlı olsun”…
Başkanlık sistemlerinin de parlamenter sistemlerin de, diğer beşeri sistemlerin de artıları da eksileri de var.
Mükemmel sistem sadece “Asr-ı Saadette uygulanan İlahi menşeili sistem”dir.
Şimdilik bu tartışmaya girmeyeceğim.
Başkanlığı destekleyenler, “90 yıldır mevcut sistemle yürüdük, bir arpa boyu yol gidemedik. Bir de başkanlığı deneyelim ne kaybederiz” diyor.
Mevcut sistemi destekleyenler de “Afrika’da ve Dünyanın birçok ülkesinde kullanılan başkanlık sistemi sonucu, başkanlar sonunda diktatör veya kral oldu” diyerek başkanlığa karşı çıkıyor.
Mesele Merhum Nasrettin Hocamız’ın kadılık yaptığı bir davayı çağrıştırdı.
Bilirsiniz.
Birisi gelmiş şikâyetini söylemiş sonra da;
–Hocam, Allah aşkına söyle, haklı değil miyim?
Hoca ne yapsın?
–Haklısın, demiş.
Adam rahatlamış, gitmiş.
Onun hemen arkasından hasmı gelmiş. O da şikâyetini arz etmiş ve Hoca’ya sormuş:
–Haklı değil miyim?
Hoca ona da:
–Vallahi haklısın, demiş.
Adam da sakinleşerek evinin yolunu tutmuş.
Tüm bu olanları izleyen Hoca’nın karısı dayanamayarak;
–Senin kadılığında bir garip Hoca Efendi. İkisine de “haklısın” dedin. Hiç öyle şey olur mu? diye şaşkınlığını ifade etmiş.
Nasreddin Hoca hanımının yüzüne bakıp:
–Hatun, sen de haklısın! demiş.
Bizim başkanlık tartışmaları da biraz Nasrettin Hoca’nın kadılığına döndü.
Bir grup, ABD’yi emsal gösterip, “İlla da başkanlık” diye tutturuyor.
Rakipleri de Küba’yı, Uganda’yı örnek verip “istemezük” diye yaygarayı basıyor.
Ben de çaresiz Hoca gibi, “ikiniz de haklısınız, o zaman bir orta yol bulalım, Fransa’dakine benzer bir yarı başkanlık kuralım” desem ikisi de memnun kalmayacak.
İşin latifesi bir yana, konunun, üzerinde ciddi şekilde düşünüldükten ve enine boyuna tartışıldıktan sonra bir karara varılması elzemdir.
Mevcut sistemin bir açmazda olduğu şüphesizdir.
Çünkü, gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenmiştir.
Bu haliyle devam edilmesi olası değildir.
Şöyle geriye doğru yokladığımızda, hafızalarımız bize önemli ipuçları veriyor.
İnönü Cumhurbaşkanı iken, “Milli Şef” namı ile ün salarak, ülkede yaptıkları ortadadır.
O yıllar millete yapılmadık zulüm bırakılmamış.
Merhum Özal’ın da aynı koltukta ortaya koydukları hepimizin malumudur.
Özal’dan sonra, 28 Şubat ihanetinde ve ondan sonraki süreçte Demirel’in de Sezer’in de “icraatları”, belki de asırlarca unutulmayacak.
Daha sonra Özal’ın jenerasyonundan Cumhur’un başına gelen Abdullah Gül ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da çabalarını millet değerlendirmektedir.
Görüldüğü gibi, koltuk aynı koltuk olmasına rağmen, icraatlar“Akla kara kadar” farklıdır.
Bazıları Cumhurbaşkanlığı koltuğunu “Cumhura hadim kılmış”.
Bazıları da, “Cumhurun tepesine yıkmış”.
Yani Hocamızın deyimiyle “keramet kavukta ise al sen oku” misali, demek ki keramet koltukta değil, koltuğa oturanlarda imiş.
Bu nedenle, başkanlık sistemini, sadece Özal’a, Gül’e, Erdoğan’a bakarak tasarlamak yemez.
Eksik olur.
Bir gün olur ya (Allah muhafaza), “millet düşmanı, maneviyat yoksunu birinin de o koltuğa oturabileceğini” düşünerek, karar vermek şarttır.
Hesaplar ona göre yapılmalıdır.
Aksi halde, başımız dişimiz çok ağrıyabilir.
Benden hatırlatması…