Yeni Akit gazetesi yazarı Serdar Arseven, Türkiye’nin İsrail ve Rusya’yla gerilen ilişkilerini düzeltmek için adımlar atıp mutabakat yapılmasının kaçınılmaz olduğunu belirterek, seçimle göreve gelen Mursi yönetimini askeri darbeyle ülkenin yönetimini ele geçiren General Abdelfettah Sisi’nin yönetimindeki Mısır’la da bir noktada buluşulacağını belirtti.
Arseven, İsrail ve Rusya'yla varılan mutabakata 'zafer' demenin de, 'hezimet' demenin de uç yorum olduğuna dikkat çekti
Serdar Arseven’in bugün (1 Temmuz 2016) yayımlanan “Mahallenin çocukları camları kırıyor” başlıklı yazısı şöyle:
Ne “zafer”, ne “hezimet”; ikisi de uç yorumlar. Adı üzerinde “mutabakat”; hoşlandıkların da olacak hoşlanmadıkların da…
Ülkenin sürekli olarak “yüksek ateşle” yaşamaya mahkûm olmasını dayatanlar da, anlaşmaları “zafer” olarak sunanlar da uçlarda yaşıyor.
İfrat- tefrit meselesi!
Türkiye’nin İsrail ve Rusya ile anlaşacağını, darbeci Mısır yönetimi ile de bir noktada mutabakata varacağını bu köşede ve canlı yayınlarda, hayli vakit önce dile getirdim.
“Türkiye bunları yapmak mecburiyetinde” dedim.
“Sürekli olarak yüksek ateşle yaşayamazsınız, ateşi bir noktada düşürmek mecburiyetindesiniz yoksa yüksek ateşten gidersiniz!” dedim.
“Ülkeler arasında daimi dostluklar, daimi düşmanlıklar olamaz, hele iddialı ülkeler arasında hiç olamaz, savaşlarda birbirlerinin boğazına çöken ülkeler bile günün birinde anlaşır, uzlaşır, yollarına birlikte devam etmek mecburiyetinde kalır!” dedim.
Misal mi?
Atatürk, yüzbinlerce Anadolu evladını katleden Batı’nın her şeyini aldı; dansından, tatilinden, kılık kıyafetine kadar… Şapkasını bile bir güzel geçirdi başına!..
Üstelik uluslararası hukuka göre hiç de mecbur olmadığı halde Osmanlı’nın bütün borçlarını üstlendi.
Savaş meydanlarında sözde hezimete uğrattığımız Batı, istediklerinin tamamını aldı.
Bize de “zafer” söyleminin “gururu” ve “avuntusu!” kaldı.
Altın kural malum;
Altını olan kuralı koyar!..
İşte size Lozan; büyük hezimet ama büyük zafer olarak yutturuldu!
•
İsrail ve Rusya ile mutabakat kaçınılmazdı, önümüzdeki dönemde de Mısır ile bir noktada buluşulacak.
Yani bu süreçte olan biten kamuoyuna duyurulacak.
Birinci dünya savaşı “ekonomik sebeplerden” meydana gelmişti, ikincisi de öyle, üçüncü dünya savaşının eşiğinde olmamızın arka planında da ekonomi mevzuu var.
Vatandaşın İsmet İnönü’yü devirme sebeplerinin başında “aile bütçesine” indirdiği ağır darbeler gelir.
İsmet İnönü vatandaşa “ekonomik refah” sağlayabilseydi, düzenini devam ettirebilirdi.
Önceki gün Ankara Ticaret Odası’nın iftarında İş Dünyası’nın önde gelen isimleri ile bir aradaydık.
Her biri, Rusya ve İsrail ile mutabakata gidilmesinden son derece memnun.
Bunlar patron tarafı, yani işveren takımı.
Piyasa işlemediğinde işlerini daraltır ya da yatırımlarını dışarıya kaydırırlar, bunlar için hava hoş, olan “işsiz” kalacak babalara olur.
Biz istediğimiz kadar konuşalım; birçok evde “banka kredisi” birinci gündem maddesi.
Ailelerin ekseriyeti “bankaya zincirli”, taksit taksit yaşamak mecburiyetinde ve son taksiti ödeyinceye kadar çarkı döndürmek mecburiyetinde!
Sistem bozulduğunda, çarklar durduğunda, vatandaş faturayı kimsenin gözünün yaşına bakmaksızın keser.
Hatırlayınız lütfen, Ak Parti iktidarını hazırlayan Anasol-M koalisyonu dönemindeki ekonomik kriz ve işsizlik dalgası olmuştu.
Geliş sebebin gidiş sebebin olabilir, “ateşi” düşürmezsen.
İş dünyası, istihdam piyasası gerilimden hoşlanmaz, sermaye ürkektir, kaçar gider.
Varsıl bir şekilde yolunu bulur, krizler kaymak takımı için yeni fırsatlar oluşturur ama işsiz babanın önünde çok az fırsat vardır.
“O adam benim babam!” şarkısını dinlerken duygulanır herkes ama kahraman baba da, evinin ihtiyaçlarını gidermek mecburiyetindedir.
İşsizlik, babanın karizmasını sarsar eninde sonunda.
•
Bunlar “acı” ve de “acıtan” gerçekler.
Bir tarafa koyalım.
Türkiye’nin ekonomik krizlere girmesini istemeyenler, “Diklenmeden Dik Durma” anlayışına gelecekler, gelmek mecburiyetindeler.
Öte yandan…
“Yönetenlerimiz” de kendilerine, anlaşmalarına, uzlaşmalarına yönelik tepkileri “hakarete varmadığı” müddetçe anlayışla ve tahammülle karşılamak durumunda!
Bu yapılmaz da, her tepki, her eleştiri sert karşılık bulursa, “çatlaklar” büyür.
Zaten yeterince düşman var.
Başbakanımız Binali Yıldırım, “Düşmanları azaltıp, dostları artıracağız” derken, “dostları da düşman edecek” bir dil kullanmak çok yanlış olur.
Ülkeye yaramaz, Yeni Türkiye’ye yaramaz, “paralel ihanet odaklarına” yarar.
Daha sakin lütfen!
Dostlara dikleşmeden!
Dostları suçlamadan, anlamaya çalışarak ve anlatmaya çalışarak.
“Arka kapı diplomasisi”nin inceliklerini kullanarak!
“Hainlere malzeme” vermemeye özen göstererek!
Yeni Türkiye’nin yolunu tıkamak isteyenlerin ağızlarına sakız vermemeye özen göstererek!..
•
Bir de “birilerinin gözüne” girmek isteyen “mahallenin çocukları” var.
Mahallenin muhtarı kendilerine şeker versin diye, muhtarla tartışan ailenin camlarını taşlayan çocuklar!..
Onlara da dikkat;
“Şakşakçı” takımından koru kendini!..