Yeni Akit yazarı Kenan Alpay, "Pelikan Mafyası'nın Ergenekon ve Fethullahçılık gibi bir cuntacılık belasının farklı bir versiyonu olarak halkın üzerine çökeceğini" iddia etti. "Strateji dedikleri, global siyaset diye pazarladıkları aslında Ergenekon ve Fethullahçı cuntaların heveslenip de beceremedikleri türden iktidar, kudret ve şehvet tutkularından ibaret" diyen Alpay, "Bunca tecrübeden sonra soyunacak başka bir iş kalmamış gibi kimilerinin böylesi çirkin bataklıklara talip olmalarına hayıflanıyor insan" ifadesini kullandı.
Alpay, daha önce gazeteci Cemil Barlas ve Sabah yazarı Hilal Kaplan'a yönelik olarak "Pelikan Şebekesi namıyla maruf ateş topu gibi bir komitacılık türü doğdu. Hayır, E Tipi veya F Tipi komitacılık gibi yaygın ve köklü değil, onlar gibi tecrübe ve görgü sahibi değiller. Ama onlardan daha büyük ihtirasları, onları geride bırakmaya azmetmiş ‘acilci’ bir tarzları var" demişti. "Cemil Barlas başta olmak üzere hemen bütün trolleri kamuoyunda ahlaksız, mantıksız, çirkef ve nefret uyandırıcı mesajlarıyla iyiden iyiye rezil oldular" ifadesini kullanan Alpay, "Hilal Kaplan’ın Ahmet Taşgetiren ve Hakan Albayrak gibi İslamcılar için geçtiği terbiye dışı mesajları da buraya kaydedelim. Takip eden yazımız komitacılığa hevesli bu trollerin neden ve nasıl hızlı bir çöküşe maruz kalacağına dair olsun" diye yazmıştı.
Kenan Alpay'ın "Türkiye’nin Yeni İmkân ve Riskleri" başlığıyla yayımlanan (3 Şubat 2017) yazısı şöyle:
İngiltere Başbakanı Theresa May’in Ankara’da kalktığı koltuğun soğumasına fırsat bırakmadan Almanya Başbakanı Angela Merkel tarafından dolduruldu. Ankara’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın karşısındaki koltukta May’in gündemiyle neredeyse aynı meseleleri konuşmak üzere bu sefer Merkel oturuyordu. Başbakanlar için tahsis edilen bu koltuğun sıcaklığını kaybetmeksizin hizmet vermesi Türkiye’nin hem kendi içinde hem de bölgesel ve küresel ölçekte giderek yoğunlaşan gündeminin önemli bir göstergesidir.
İngiltere ve Almanya başbakanlarının Türkiye dosyasında Suriye, Irak, terörle mücadele ve mülteciler sorununun yanı sıra savunma sanayiinde işbirliği ve ticaret hacminin arttırılması konularında ciddi mutabakat arayışları yer alıyor. Avrupa Birliği’nin içine düştüğü kriz kadar Türkiye’nin Rusya’yla kimi ortak projelerde mesafe kat etmesi ve Amerika’nın Donald Trump’la birlikte NATO’yu tartışmaya açması, birçok ticari-siyasi ittifakı sonlandıracağına ilişkin attığı adımların da mezkûr ziyaretleri hızlandırdığını söyleyebiliriz. Türkiye’nin gündemini Anayasa referandumu kadar PKK, FETÖ ve IŞİD’le mücadele belirliyor, Suriye ve Irak’la birlikte Ege Adalarına ilişkin Genelkurmay Başkanı’nın savaş gemilerinden verdiği beyanat ve resimler dolduruyor. Yunanistan’ın iade etmeyi reddettiği darbeciler kadar Ege’deki egemenliği tanımsız bazı adaları silahlandırma girişimlerine hız veriyor önümüzdeki dönemin sıcaklığı geçmeyecek bir konusu olarak kendini gösteriyor.
Siyasi, iktisadi, diplomatik ve askeri alanlarda yaşanan çalkantı ve gerilim küresel ölçekte büyüyor hatta geleceğe dair çok tehlikeli işaretler veriyor. Donald Trump’ın aldığı ırkçı-ayrımcı kararlar kimi Pelikancı ahmakların ifade ettiği gibi ne “global çeteye direnebilecek tek doğal oluşum” sadedinde görülebilir ne de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı Trump ve Putin’den müteşekkil bu muhayyel ittifakın parçası saymak mümkündür. Lakin gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından gerekse Hükümet tarafından taktik düzeyde beyan edilen kimi söylemleri veya alternatif arayışlarını sanki stratejik kararlarmış gibi sunmaya pek hevesli bir çevre işleri iyice rezilleştirerek mesafe alıyor. Hesapsız bir Putin ve Rusya övgüsü için yarışırken eş zamanlı olarak Trump Başkanlığındaki Amerikan siyasetinin Türkiye açısından nasıl büyük fırsat ve imkânlar getireceğine dair efsaneler yazabilen acayip bir şebeke türedi. İşin daha da acayip ve garaip olan tarafı bu şebeke ve istihdam ettiği uzmanların ‘global’ düzeyde strateji üretme iddiasıyla muazzam düzeyde finanse edilişinden kaynaklanıyor.
Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlığı devralmak üzere olduğu evrede sarf ettiği “Trump’ın söylemleri rahatsız edici, oturup değerlendirmek gerekir” cümlesi hâlâ kulaklardadır. Trump’ın genel olarak Suriye, özel olarak PKK-PYD konusunda alacağı tavrın Obama’dan farklı olması beklenmiyor, bu yönde hiçbir emare görünmüyor. Esas olan Türkiye’nin Suriye ve Irak’ta giderek büyüyen krizi bütün bir bölgenin lehine çözmek üzere küresel aktörlerin iç çelişkisinden yararlanmaktan başka çıkar yol bulamamasıdır. Astana’daki gelişmelere Rusya’nın da PKK-PYD’den vazgeçmeye hiç niyetinin olmadığını gösteren dayatmalarla ilerliyor. Rusya tercihi Avrupa’nın dayatmalarını, Avrupa’yla yakınlaşmalar da Rusya’nın dayatmalarını dengeleme hatta boşa çıkarma hamleleri olarak tasarlandı. Keza mevcut arayış “Obama yönetimin liberal ve sempatik söylemleriyle oluşturduğu felaket tablosundan acaba Trump’la çıkmak mümkün mü?” tarzı naif bir beklentiden öteye anlam taşımıyordu Türkiye için.
Daha dün Cumhurbaşkanı Erdoğan ortak basın açıklaması sırasında neden Merkel’in konuşmasına müdahale edip “İslamist terör ifadesini kabul edemem, böyle bir ifade kullanılamaz, sessiz kalamayız, Müslüman bir Cumhurbaşkanı olarak böyle bir ifadeyi kabullenemem” demek durumunda kaldı acaba? Suriye’de rejime muhalif neredeyse bütün İslami örgütler adım adım terörle ilişkilendiriliyor ve bütün bir bölge seküler despotizmin hegemonyasına mecbur ve mahkûm ediliyor. Benzer bir biçimde Trump’lı Amerikan yönetiminin ırkçı-ayrımcı politikaları Müslümanların seyahat ve sığınma hakkını çiğnemekten öteye tehdit ve tehlikeler içeriyor. Bugün yarın İhvanı Müslimin’in de terör listesine konulması, Türkiye’de kamusal alanın İslami sembol ve söylemlerden arındırılması gibi talepler hiç de uzak ihtimal sayılmamalı.
Türkiye’de güya Hükümete en çok da Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yakın, onu koruyup kollamakla kendilerini vazifeli gösteren fakat giderek çeteleşen hatta mafyalaşan bir kliğin de İslamcılıkla mücadele konsepti geliştirdikleri sır değil. Siyaset ve toplumu İslamcı etkiden temizleme, arındırma ameliyesini üstlenen Ergenekoncu ve Fethullahçı cuntaların beceremediği işi becerebileceklerini zanneden Pelikan Mafyası namıyla maruf küstahça bir cüret var ortada.
Putin ve Trump’ı sözde esprilerle ‘reyiz’ ilan eden, sempatik hatta ehven göstermek üzere yazılar yazıp sohbetler düzenleyenlerin, İslamcılıkla ve İslamcılarla girişilen savaşa küresel bir destek temin etmek peşinde olduklarını aşırı bir şüphe sanılmasın. İstihdam edilen ahlaksız, şaibeli ve kirli tetikçi ve troller üzerinden strateji üretilemeyeceği aşikâr. Olsa olsa Ergenekon ve Fethullahçılık gibi kurtulmaya çalıştığımız bir cuntacılık belasının farklı bir versiyonunun karanlığı çökecektir halkımızın üzerine. Strateji dedikleri, global siyaset diye pazarladıkları aslında Ergenekon ve Fethullahçı cuntaların heveslenip de beceremedikleri türden iktidar, kudret ve şehvet tutkularından ibaret. Bunca tecrübeden sonra soyunacak başka bir iş kalmamış gibi kimilerinin böylesi çirkin bataklıklara talip olmalarına hayıflanıyor insan.