Bazı medya organlarında yazılıp çizilenlerin aksine toplumda her hangi bir infial veya belirsizlik emaresi yok. Sakin ve sabırlı bir biçimde herkes YSK’ya yapılan itirazların sonuçlanmasını bekliyor. Sokakta, pazarda, camide, dost meclislerinde seçim sonuçları üzerine yapılan konuşmalarda arada sırada tansiyonlar yükseliyorsa da değil çatışmaya küslüğe, kırgınlığa bile dönüşmüyor bunlar. Doğru ve yapıcı olan toplumsal teamül işliyor yine.
Suni bir infial oluşturma gayretleri, sandığı darbe ve kumpasla eşitleme propagandaları, hile ve şaibe söylentilerini seçim sonuçlarının üzerine bir karabasan gibi çökertme kurnazlıkları gözlerden kaçmıyor elbette. Ne var ki kimi medya kuruluşları ve sosyal medya örgütlenmeleri marifetiyle oluşturulmak istenen bu boğucu atmosfer topluma nüfuz edemiyor. Usulsüzlüklerin tespit edilmesi, yanlışların telafi edilmesi noktasında partiler tarafından YSK’ya yapılan itirazların sonuçlanmasına itiraz eden hiç kimse yok. Zaten sahte seçmen veya evrakların, usulsüz işlemlerin tespit edilip iptal edilmesi için süreç işliyor.
11 Yüksek Mahkeme üyesinden oluşan Yüksek Seçim Kurulu toplantılarında temsilci bulundurma hakkına sahip beş parti var. AK Parti, CHP, MHP, HDP ve İYİ Parti temsilcileri talep ve itirazlarını bizzat YSK’da takip edebiliyor. İstanbul seçim sonuçları üzerine süren tartışmalar tam 12 gündür Türkiye’nin gündemini belirliyor. Başka şehirlerde itirazlara göre veya KHK tartışmalarına bağlı olarak başkanlığı düşürülenler de var ancak hemen hepsi İstanbul’a ilişkin işleyen sürecin gölgesinde kalıyor.
AK Parti sözcüsü Ömer Çelik, partisi adına YSK’ya yapılan itirazların hiçbirisinin yeni icad edilmiş yollar olmadığını vurguladığı basın açıklamasında şunları söylüyordu: “Arzumuz İstanbul’da seçim sonuçlarının net bir şekildebillurlaşması ve sonuçların berrak bir şekilde ortaya çıkmasıdır. İstanbul seçimleri açısından sonuç berraklaşmamıştır. Onun için olağanüstü itiraz yoluna başvurulacaktır.” Sizin de dikkatinizi çekmiştir, berraklık ve billurlaşma talep ediyor AK Parti ve bu talepte sonuna kadar da ısrar etmelidir haklı olarak.
(Akit yazarı Kenan Alpay)
Ömer Çelik, seçim sonuçlarına dair ısrarla billurlaşma veya berraklaşma talep ederken bazı gazetelerin manşete çektiği gibi “Sandıklar FETÖ’ye teslim edilmiş” veya “Organize İşler, Seçim Sarmalı” gibi birtakım cümleler kurmadı asla. “Şaibeli sandık başkanları” var diyerek alakasız isimlerden oluşan uzun bir suçlu-zanlı listesi de okumadı mesela. “İstanbul’da seçim artık yolsuzdur, meşru değildir” benzeri (en azından şimdilik) mesnetsiz değerlendirmelereyse hiç girmedi. Bu tür cümleler kurmadığı, benzer talepler beyan etmediği için de işi “İstanbul’da seçimler yeniden yapılsın” noktasına vardırmış değil.
Seçim sadece İstanbul için yenilensin talebini meşru ve zaruri kılacak, seçimin kaderini değiştirecek kadar büyük bir usulsüzlük tespit edilebilmiş değil. İşleyen itiraz süreci normaldir ve YSK’nın alacağı karar mevcut kanunların ve teamüllerin dışına çıkamaz. İstanbul için ayrı bir seçim standardı, nevzuhur bir seçim teamülü ihdas edilemeyeceğine göre hukukun sınırlarını zorlayan hatta yer yer çiğneyen abartılı ve aşırı haber-yorumlarla suni dalgalar, kurgu infialler peşine düşmenin âlemi yok.
“Sandıkta kumpas ve darbe var, sonuçlar gibi seçmenler de hileli ve şaibeli” tarzı söylemleri kamuoyunda yaygınlaştırmanın ne AK Parti’ye ne de bu ülke ve topluma zerre miktarı katkısı, faydası olur. Şaibe ve kumpas söylemleri “açık oy-gizli tasnif” sürecini ve hemen tüm parti temsilcilerinin katılımıyla şeffaf bir biçimde yürütülen seçimler sürecini sadece kirletir, sadece itibarsızlaştırır. Dahası geniş toplum kesimleri nezdinde seçimleri göstermelik ve sonuçları üzerinde oynanabilir kılar ki; bu durum Türkiye’yi Azerbaycan ve Mısır gibi despotik rejimler tarzı göstermelik seçimler yapan bir ülke konumuna düşürür.
Seçim sonuçlarına kendi siyasi cephesinden bakarak “toplum vicdanında huzur bulan veya toplum vicdanında huzur bulmayan” ayrımı getirmeye kalkışmak sadece saçma ve komik değil tehlikeli bir yol olur. Son olarak MHP lideri Devlet Bahçeli’nin çözüm gibi görünen ancak çözümsüzlüğü ve huzursuzluğu kronikleştirmeye aday şu teklifine bir bakalım: “Eğer seçim sonuçları toplum vicdanında huzur bulmayacak bir anlayış içerisinde sonuçlanmışsa, o vicdanı oluşturabilecek yeni bir seçim de düşünülebilir. 60 günden sonraki ilk pazar günü seçim yapılabilir.” Klasik yerli ve milli jargon üzerinden soralım: Devlet terbiyesi almış, devletin teamüllerini bilen, toplumun huzur ve istikrarını merkeze alan bir yaklaşıma benziyor mu hiç?
Ahlaksız medya trollerini kılavuz kabul eden siyasetin burnu pislikten kurtulmaz. Bireysel ve toplumsal iradenin karşısına mutlak devletçi-milliyetçi mantığı oturtan siyasi hareketle mezara kadar yürümeyi kafasına koyan muhafazakâr demokrat kadrolar toplumla inatlaşmaya ve gerilime düştüğünü bile fark edemez. Devlet imkânlarını seferber ederek süreci yönetmeye değil toplumun talep ve beklentileri için seferber olarak devleti yönetmeye talip olmak en makul ve en faydalı seçenektir. İstanbul Büyük Şehir’in imkânlarını kaybetmekten çok daha beteriyle karşılaşmak istenmiyorsa kanuna karşı hile yoluna asla ve kat’a tevessül edilmemelidir.
Türkiye’de siyasal ve iktisadi gelişimin yolu serbest seçimlerin güvenilirliğinden geçer. Seçimlerin üzerine düşen gölgeler bireysel ve toplumsal hakların ezilip çiğnenmesi için bürokratik oligarşi geleneğine kolladığı fırsatı verecektir. AK Parti’nin öncelikli meselesi devletçi perspektif, iktidar imkân ve nimetlerine sıkı sıkıya sarılış, kendini vaz geçilmez görme hastalığı, rüşvet ve iltimas gibi, usulsüzlük ve yolsuzluk gibi hastalıklarla mücadele etmek üzerine kurulmalıdır. Bu süreci engelleyen kadro ve dostlar varken Fetö’yle, PKK’yla, üst akılla, küresel tuzaklarla mücadeleye kalkışmanın hiçbir manası kalmıyor çünkü.