Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun gezilerinde uçaklarına yalnızca hükümete yakın gazetecilerin alınmasına yapılan eleştirilere yanıt veren Yeni Akit Gazetesi Genel Yayın Koordinatörü Hasan Karakaya, “Her devirde, her uçağa’ binen gazeteciler, bugün, TUR’un müdavimi gazetecileri ‘mürettebat’ diye aşağılamaya çalışıyorlar... Bunlar; aslında var ya; o uçağa binebilmek için, adeta ‘ağızlarının suyu’nu akıtıyorlar, ‘Bir TUR da ben binebilsem’ diye can atıyorlar” dedi.
Karakaya, yazısında, “Kendilerine tavsiyem şu: ‘O uçağa bir TUR da siz binmek istiyorsanız, bir an önce Eski Türkiye’den kurtulun, Yeni Türkiye’ye ayak uydurun!” ifadelerini kullandı.
Karakaya, “Hem ‘Paralel’in kucağında’ oturmaktan ‘haz’ alacaksınız, hem de ‘TUR uçağı”na binmeyi hayal edeceksiniz!.. Bu kesinlikle olmaz!.. İnin kucaktan, Binin uçağa!.. Anlayacağınız; ‘Ya kucak’ ‘Ya uçak!’ Kucaktan inip, uçağa binerseniz; ‘Sorulmayan(!) soruları’ da sorarsınız!.. Tamam mı?.. Anladınız mı?..” dedi.
Hasan Karakaya’nın Yeni Akit gazetesinin bugünkü (10 Mart 2015) nüshasında yayımlanan, “Siz Evren’in uçağındayken, biz Evren’in mahkemelerinde yargılanıyorduk!” başlıklı yazısı şöyle:
Öncelikle, yeniden birlikte olduğumuz için Cenab-ı Allah’a şükürler ediyorum...
Geçen Pazar günü; seyahate çıkmadan önce de dediğim gibi, “8 gün” süren uzun bir yolculuk yaptık... Bu uzun seyahatin; İstanbul’dan Cidde’ye, Cidde’den Mekke’ye, Mekke’den Medine’ye, Medine’den Riyad’a, Riyad’dan Ankara’ya olan bölümünde Sayın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la birlikteydik...
Daha sonra da, aynı uçakla ama bu defa Sayın Başbakan Ahmet Davutoğlu ile birlikte Lizbon ve New York’a uçtuk.
Bu vesileyle; Cenab-ı Allah nasip etti; “Umre”lerimizi yaptık, Beytullah’a yüz sürdük, Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed (SAV)’in mübarek kabrini ziyaret ettik, Ravza-i Mutahhara’da namaz kıldık, kana kana “zemzem” içtik...
Bu “ibadet”leri yapmamıza vesile olduğu için Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a teşekkür ediyoruz...
S.Arabistan ile yeni dönem
Seyahatin Suudi Arabistan ayağı, “siyasi” açıdan da “son derece verimli” geçti... Suudi Arabistan’ın yeni kralı Selman bin Abdülaziz; Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı “uçağın merdivenlerinde karşıladı” ve yine “uğurlama”da uçağın merdivenlerine kadar geldi.
Açıkçası, S.Arabistan’la “yeni bir dönem” başlıyor diyebiliriz... Zaten, “ilişkilerin limonileşmesi”ne tek sebep, “Mısır’ın başındaki Sisi Cuntası” idi... “S.Arabistan’ın Mısır’ı desteklediği” herkesin malûmu... Ne var ki; “Mısır yüzünden, Türkiye’yi de kaybetmek” istemiyorlar... Çünkü S.Arabistan; bir yandan İsrail, bir yandan da “İran tehdidi” altında... Dolayısıyla, Türkiye ile ilişkileri sıcak tutmak zorunda!..
Bunu Türkiye de istiyor.
Tabiî, “şartları” var:
Bu şartları, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, şöyle açıkladı:
“Şu anda, yüzde 52 oyla iş başına gelmiş olan bir Cumhurbaşkanı halen içeride... Yaklaşık 18 bin siyasi tutuklu var... Binlerce insan idama mahkum edildi… Tüm bunlar Mısır’da bir gaz sıkışması olduğunu gösteriyor... Kontrollü bir yumuşama olmazsa, yaşananlardan dolayı sosyal patlama olabilir.
Öyle bir durumda da Mısır’da ne istikrar kalır, ne de güven!.. Mısır, 90 milyon nüfusu itibariyla bizim o bölgede en önemli kardeş ülkemiz... Mısır’ı asla yok farz edemeyiz. Mısır, Suudi Arabistan ve Türkiye; bu üçlü ayak, bölgenin en önemli ülkeleri.
Bana göre Mısır konusunda, en etkin olabilecek olan ülke Suudi Arabistan’dır... Bunu kendileriyle de paylaştım. Eğer burada Suudi Arabistan bir adım atacak olursa, devran tersine dönebilir.”
Yani, Tayyip Erdoğan diyor ki;
“Halkın seçtiği Mursi ve 18 bin siyasi tutuklu serbest bırakılsın!.. İdamlardan vazgeçilsin!.. Müslüman Kardeşler’e seçimlere katılma hakkı tanınsın!”
Böyle olursa; Mısır’la ilişkilerde bir “yumuşama” olabilir... Bunu sağlayacak olan tek ülke de S.Arabistan’dır...
Öyle sanıyorum ki;
Erdoğan’dan bir gün önce Sisi’yi ağırlayan Kral Selman bin Abdülaziz; bu konuyu gündemine alacak ve “Sisi’yi sıkıştıracak”tır!.. Aksi halde; Irak, Suriye ve Yemen’deki “Şii yayılmacılığı” ile tek başına mücadele etmesi mümkün değil...
Twit patlaması!
“S.Arabistan’ın Türkiye’yi yok farzetmesi” şu açıdan da mümkün değil:
l S.Arabistan halkı, Erdoğan’ı çok seviyor... Hani, “sosyal medya yıkılıyor” derler ya, gerçekten de, Erdoğan’ın S.Arabistan’da bulunduğu 2 gün içinde, sosyal medya yıkılmış...
Bütün “twit”lerde, şu ifade kullanılmış: “Yaşasın Bağımsız Türkiye!”
“Bağımsız” kelimesinin altı, “özellikle” çizilmiş... Erdoğan, sadece Türkiye’nin değil, “İslâm dünyasının lideri” olarak görülüyor.
l Yeni Kral’la birlikte, S.Arabistan’da kurallar biraz daha gevşetilmiş... Ahlâk Polisi, 3-4 aydır sokaklardan çekilmiş... Olanlar da; artık “ceza” vermiyor, sadece “nasihat” ediyorlarmış!..
l Kadınların “otomobil” kullanabilmesi konusu, artık “resmi toplantılar”da bile konuşulmaya başlanmış... Halk, bu yüzden, yeni Kral Selman bin Abdülaziz’i seviyor... Ama, Kral Faysal’ı “S.Arabistan’ın kahramanı” olarak görmeye devam ediyorlar.
l S.Arabistan yönetimi, Mısır’daki İhvan teşkilatını “terör örgütü” olarak görse de, halkın büyük çoğunluğu Sisi’yi sevmiyor.
l Son bir not: Kâbe-i Muazzama, tam bir “şantiye” alanı... “Genişletme çalışmaları” tüm hızıyla devam ediyor... Ne var ki, bu inşaat 3-4 yıldan önce bitmez gibi görünüyor... “Osmanlı Revakları” yerlerine konulmaya başlanmış... İnşaat bitince, “tavaf alanı” oldukça genişleyecek ve Beytullah, daha da ferahlayacak...
İhram’dan Palto’ya!
Suudi Arabistan’la ilgili gözlem ve izlenimlerim bu şekilde... Sayın Cumhurbaşkanı ile Riyad’dan Ankara’ya döndük... Sonra da, aynı uçakla, Sayın Başbakan Ahmet Davutoğlu ile birlikte Portekiz’in başkenti Lizbon’a doğru yola çıktık...
Lizbon’da 50 bin Müslüman yaşıyor... Birçok Müslüman; en azından Cuma namazlarını Merkez Camii’nde eda ediyor... Bu büyük ve güzel caminin yapımında emeği geçen “Portekiz’de okuyan Müslüman gençleri” yürekten kutluyorum...
Lizbon’da geçirdiğimiz 24 saat içinde; Lizbon Merkez Camii’nin yanı sıra, tarihi ve turistik yerleri de, “hızlandırılmış bir tur”la gezme fırsatımız oldu...
.................
Lizbon’da bir gece kaldıktan sonra, ver elini New York... Sabaha karşı indik New York’a... İndik ve “dondurucu bir soğuk”la karşılaştık...
Öyle bir soğuk ki;
“Eksi 12 derece”leri gördük... Eksi 12 derece bir şey değil, buna bir de “fırtına” eklenince, “hissedilen soğukluk eksi 20-25 derece”ye çıkıyor ki, dışarı adım atmak mümkün değil!..
Suudi Arabistan’ın 30-35 derece sıcağından New York’un eksi 20-25 derece soğuğuna gelince; vücutların buna uyum göstermesi mümkün mü?.. Ben ve bazı arkadaşlarım elbette hastalandık...
Bu geziyi özetleyecek olursak;
“İhram”dan çıkıp, “Palto”ya büründük demek, çok uygun olur.
Suudi Arabistan’da “ihram”,
New York’ta “palto!”
Hatta, “palto” bile yetersiz kaldı...
Sadece bizler değil, adeta New York donmuştu...
Ekonomi ağırlıklı gezi
Bu aşırı soğuğa rağmen, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun temasları, oldukça “sıcak” geçti... Birçok “yatırımcı kuruluş” temsilcileriyle gerçekleştirdiği görüşmelerde “Türkiye’ye yatırım sözü” aldı ki; zaten gezinin amacı da buydu...
“Bu gezide niye Amerikan yönetimi ile temas olmadı?” diye soranlara ve bunun üzerinden “algı operasyonu” yürütmek isteyenlere cevabım şudur:
Programda, “siyasi temas” zaten yoktu... Gezinin amacı, “tamamen ekonomik”ti ve sanıyorum o amaç da hasıl oldu...
Haa, hiç mi “siyasi mesele” konuşulmadı?.. Elbette konuşuldu... Mesela, Sayın Davutoğlu’nun CFR’deki konuşması vardı ki; CFR üzerinden hem ABD’ye, hem Avrupa’ya, hem de İsrail’e “çok önemli mesajlar” verdi.
Anlayan, anladı...
Bu konuşmanın ayrıntılarına girmiyorum, çünkü; 7 Mart Cumartesi günkü Akit’te, “New York’tan 4 mesaj” başlıklı manşet haberimizde okumuş olmalısınız...
‘Gazeteci mürettebatı’ ha!’
Gelelim, “başlık”taki konuya...
Malûm; kedi, uzanamadığı ciğere “mundar” dermiş... Gerek Erdoğan’ın, gerek Davutoğlu’nun gezilerinde “uçağa binemeyen” gazeteciler, bir “kıskançlık krizi”ne girerler... Ertuğrul Özkök gibiler; “A330 uçağı gazeteci mürettebatı” deyip, kendi meslektaşlarını “Saray’ın elit medya birliği” diye yaftalar, “Paralel Gazeteciler”in toplandığı “Okyanus medyası” da “o uçakta sorulamayan sorular”(!)dan dem vurur...
Daha önce yazdım, yine yazayım:
Bu arkadaşlar, “Cunta lideri Kenan Evren’in uçağı” ile ülke ülke dolaşırken, biz “uçak” nedir, bilmezdik...
Bizler; ne “Evren’in uçağı”na binmiştik, ne de Süleyman Demirel, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller veya Bülent Ecevit’in uçaklarına... Bırakın “davet” edilmeyi, adımızı bile bilmezlerdi... Ama onlar; “her devirde, her uçakta”ydılar!..
Oysa Tayyip Erdoğan, Ahmet Davutoğlu ve bakanları; bir-ikisi hariç “bütün gazetecileri” uçaklarına aldılar, onlara itibar gösterdiler... Ama “Eski Türkiye’nin siyasetçileri”, bizlerin adını bile bilmiyordu...
Dahası da var:
Bugün “Demokrasi!.. Özgürlük!.. İnsan hakları!.. Özgür medya”dan dem vuranlar; tüm bunları rafa kaldıran, üstelik “52 genci de asarak idam ettiren” Kenan Evren’in uçağında “kaçak sigara” muhabbetleri yapıp, Evren’e; “Millet sizi baba gibi görüyor!.. Biz de rahat nefes aldık sayın devlet başkanım!.. Ayrıca, CHP’yi de kapatmanız çok iyi oldu!” diyordu!..
Onlar, Evren’in uçağında “yıkama-yağlama-okkalama yarışı”na girerken, bizler nerelerdeydik acep?..
Söyleyeyim: Sizler, “Evren’in uçağı”nda ona övgü yağdırırken, biz “Evren’in mahkemeleri”nde yargılanıyorduk!..
Evet, evet;
Sizlerin mekânı “Evren’in uçağı” iken, bizim mekânımız, Evren’in “Selimiye Kışlası”nda kurdurduğu “Askeri mahkemeler”di!..
“163’e 4’ten” yargılanıyorduk oralarda... Haftada 2-3 günümüz Selimiye Kışlası’nda geçiyordu... İstenen “ceza”lar da, 18-25 yıl”dan başlıyordu!.. Benim hakkımda istenen toplam ceza, “150-160 yıl hapis”ti iyi mi?..
Şimdi kalkmışlar, “demokrasi havarisi” kesiliyorlar başımıza!..
Ya kucak, ya uçak!
“Her devirde, her uçağa” binen gazeteciler, bugün, TUR’un müdavimi gazetecileri “mürettebat” diye aşağılamaya çalışıyorlar... Bunlar; aslında var ya; o uçağa binebilmek için, adeta “ağızlarının suyu”nu akıtıyorlar, “Bir TUR da ben binebilsem” diye can atıyorlar!..
Kendilerine tavsiyem şu:
“O uçağa bir TUR da siz binmek istiyorsanız, bir an önce Eski Türkiye’den kurtulun, Yeni Türkiye’ye ayak uydurun!”
Haa, şunu da bilin:
Hem “Paralel’in kucağında” oturmaktan “haz” alacaksınız, hem de “TUR uçağı”na binmeyi hayal edeceksiniz!..
Bu kesinlikle olmaz!..
İnin kucaktan,
Binin uçağa!..
Anlayacağınız;
“Ya kucak”
“Ya uçak!”
Kucaktan inip, uçağa binerseniz;
“Sorulmayan(!) soruları” da sorarsınız!..
Tamam mı?.. Anladınız mı?..
*****************************************************************************************************
Bir Çağlayan tablosu... Kimin eli, kimin cebinde belli değil!
Dün öğleden sonra gelen haber şu:
“Balyoz Darbe Plânı belgelerini temin ettiği gerekçesiyle tutuklanan gazeteci Mehmet Baransu’nun avukatları, tutukluluğa itiraz etti... Adliyeye gelen yüzlerce gazeteci de Baransu’nun tutukluluğuna yapılan itiraza destek verdi.”
Evet, haber bu... Bu haberi “ilginç” kılan ise şu: Çağlayan Adliyesi’nin önüne gelen ve “Baransu’ya destek” veren gazetecilerin hemen hepsi “Zaman, Bugün, CHA ve Samanyolu” mensupları... Asıl ilginç olanı ise; Ergun Babahan’ın da aralarında olması!..
O Ergun Babahan ki; “militan bir Fenerli” olduğu için, 2013’te “Lig Şampiyonluğu Kupası”nı Galatasaray’ın almasına fena halde bozulmuş, bunda “Pensilvanya’nın rolü” olduğunu düşünmüş ve “twit” atıp demişti ki; “Bu kupa Amerika’ya girsin!”
Mehmet Baransu da, ona şöyle bir “twit”le cevap vermişti: “Cemaat, bu saatten sonra Ergun Babahan’la kol kola girerse, onlara da yazıklar olsun!”
Dün baktım da; Ekrem Dumanlı’sından Mehmet Kamış’ına, Erhan Başyurt’undan Ergun Babahan’ına kadar “Okyanus Medyası”nın müntesipleri, “Cümbür Cemaat” toplanmışlar, “Baransu’ya destek” açıklaması yapmışlar!..
Öyle bir “ilişki ağı” ki, “kimin eli, kimin cebinde belli değil!” Baransu, bu tabloya ne der acaba?..
Yine “Yazıklar olsun” der mi?!?