'AKP-cemaat kavgasının en can alıcı sebebi cemaat medyası!'

'AKP-cemaat kavgasının en can alıcı sebebi cemaat medyası!'

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “paralel yapı” dediği Gülen cemaati ile hükümet arasındaki gerginliği değerlendiren Star gazetesi yazarı Fehmi Koru, “Hiçbir sosyal/siyasal olayın tek bir gerekçesi olamayacağını biliyorum elbette; ancak benim baktığım pencereden, sorunu köpürten ve içinden çıkılmaz hale getiren olarak, gazeteleri, televizyon kanalları, ajansı ve sosyal mecra kullanıcılarıyla o çevrenin medyası hepsinden daha belirleyici görünüyor” dedi.

Fehmi Koru, “Uzun yıllar boyu elde edilen kazanımların en büyük itici gücüydü o çevrenin medyası; ancak aynı medya, bugünkü sorunun en can alıcı sebebi... O medyanın yayınları olmasa, ya da daha itinalı ve dikkatli bir yayın politikası izlenseydi, bugünkü duruma asla gelinmezdi. Maalesef, tuğla-kiremit hesabı bilmeyen niceleri bugüne gelişi hızlandıran yazılarıyla sürece olumsuz katkılarda bulundu” görüşünü dile getirdi.

Fehmi Koru’nun, Star gazetesinin bugünkü (24 Haziran 2014) nüshasında yayımlanan, “Ekrem Dumanlı’ya cevabımdır” başlıklı yazısı şöyle:

 

'Ekrem Dumanlı’ya cevabımdır'

 

Zaman gazetesi yayın yönetmeni Ekrem Dumanlı’nın dünkü yazısını okurken bayağı üzüldüm; özellikle şu satırlarını: “Hafta içinde yürek dağlayan bir gelişmeye şahit oldu Türkiye. Dost ve kardeş ülkelerin birinde faaliyet gösteren Türk okullarının kapandığına dair haberler yer aldı basında.”

Sadece bir ülkede yaşansa bu olumsuzluk neyse; hizmet verdikleri pekçok ülkede okullara karşı tavrın değiştiğine, bazılarının yeni öğretim yılında kapılarını kapatacağına dair haberler geliyor... ABD’de yüzlerce eyalet-destekli okulu yöneten şirket de zor durumda; bir gece yarısı çok sayıda okula baskın yaptı FBI, hesaplarına el koydu.

Aynı yazıdan, Türkçe Olimpiyatları’nın, yer bulmada çıkarılan zorluklar yüzünden, bu yıl başka ülkelerde yapıldığını da öğreniyoruz. “Cinnet bu” diyor Zaman yönetmeni...

Ülkemizin dışarıdaki en görünür temsilcisidir Türk okulları; öğrencilerinin Türkçe Olimpiyatları’nda gösterileri de izleyenler açısından yıllık bir terapi seansı gibidir... Onlardan mahrumiyet büyük bir kayıp...

Dumanlı“Tek bir tuğlası olmadığı halde millete mal olmuş okulların kapanması için çırpınıp duranları” tarihe ve Allah’a havale ediyor...

Sağlam bir yazı.

Yalnız çürük bir tarafı var: Gelişmeye koyduğu teşhis yanlış... Sebep olarak ‘Ak Parti hükümetinin yurtdışında yaptığı kara propaganda’yı gösteriyor çünkü...

Propagandaların etkisi olabilir; ancak bir noktaya kadar... O noktaya varmada pek çok başka etkenlere ihtiyaç var... Hayırlı hizmetler gören, bulundukları ülkelerin eğitim seviyesini yükselten okulları, o ülkelerin yönetimleri, Ak Parti’nin gönlünü yüce tutmak için kapatır mı hiç?

Pek çok ülkenin yönetimleri, “Acaba Türkiye’de yapılmak istenen bizde de tekrarlanır mı?” endişesi taşıyor olmasın?

Bu soruyu soran, okullarda ‘tuğlaları’ bulunduğuna inanan ve onların varlığını devam ettirmesini bugün de savunan biri... Zaman gazetesinin ilk yayın yönetmeniyim; çok uzun yıllar Ankara temsilciliğini ve başyazarlığını yaptım. Okullar konusunda sarf ettiğim gayretleri zikretmem gerekmez; bilmesi gerekenler biliyor zaten... İşin bu noktaya varacağını öngördüğüm için, kişiliğime aykırı olduğu ve aleyhime kullanılacağını bildiğim halde ‘mektup’ taşıdığım da hatırlanmalı...

Madem soruna taraflığımı açıkladım; bugüne gelinmesine kendi koyduğum teşhisi de paylaşayım: Okulları da açan çevrenin medyası...

Hiçbir sosyal/siyasal olayın tek bir gerekçesi olamayacağını biliyorum elbette; ancak benim baktığım pencereden, sorunu köpürten ve içinden çıkılmaz hale getiren olarak, gazeteleri, televizyon kanalları, ajansı ve sosyal mecra kullanıcılarıyla o çevrenin medyası hepsinden daha belirleyici görünüyor...

Uzun yıllar boyu elde edilen kazanımların en büyük itici gücüydü o çevrenin medyası; ancak aynı medya, bugünkü sorunun en can alıcı sebebi... O medyanın yayınları olmasa, ya da daha itinalı ve dikkatli bir yayın politikası izlenseydi, bugünkü duruma asla gelinmezdi. Maalesef, tuğla-kiremit hesabı bilmeyen niceleri bugüne gelişi hızlandıran yazılarıyla sürece olumsuz katkılarda bulundu.

Türkiye dünyada zora düşecek, görüntüsü bozulacak, itibar kaybedecek diye... Hayır, üzülmediler...

Hâlâ bir kendini hesaba çekme, hadi ondan vazgeçtim, bir nedamet belirtisi yok; sadece karşı taraf olarak görülenler suçlanıyor ve saldırılara devam ediliyor...

Esas soru şu: Düne kadar elinize verdikleri mektuplarla açılmasına yardımcı oldukları ve her fırsatta ziyaret ettikleri okullara, gösterileri izleyince ayakta alkışladıkları olimpiyatlara, şimdi neden farklı gözlerle bakıyor bu insanlar; neden okulların kapanmasını istiyor, neden olimpiyatların yapılmasına karşı çıkıyor?

Ve bu noktaya gelişte sizin katkılarınız ne?

Okullara üzüldüğüm kadar, en az o kadar, bu sorunun bir türlü sorulmamasına da üzülüyorum...

 

Ekrem Dumanlı ne yazmıştı?

 

Fehmi Koru’nun bugün cevap verdiği, Ekrem Dumanlı’nın Zaman gazetesinin dünkü (23 Haziran 2014) nüshasında yayımlanan, “Değer üretemeyince” başlıklı yazısı şöyle:

Değer üretemeyen, var olan değerleri tüketir de tüketir. Çünkü zordur değer üretmek; çatlarcasına tefekkür gerekir.

Sadece fikir sancısı yetmez; emek lazımdır, gayret lazımdır. Onlar da kifayet etmez; inayet ve siyanetin gölgesinde dimdik duracak, hiçbir kınama ve sınamaya boyun eğmeyecek fertler beklenir ki, o değerler hayata hayat olsun. Burnunun ucunu göremeyenler, ufuktaki rengârenk gökkuşağının davetine mazhar olamaz...

Değer tüketicilerinin tercihleri bellidir: ya har vurup harman savuracak ve çaka satmanın en ağır bedelini ödeyerek mirasyedi olarak tarihe geçecek; yahut değer üretenlere karşı hazımsızlık duyarak öfkesini aklın önüne geçirecek ve tarihe haramzade olarak kaydedilecek...

Hep söylenir; Türkiye’nin dünya markası yoktur diye. Doğrudur; 70 küsur milyonluk ülkenin dünya çapında markası yok gibidir. Var olanı da (Türk okulları gibi) yok etmek için çırpınıp duruyor birileri. Niçin? Öteden beri kendi gölgesi ile boğuşmaktan kurtulamayan ufuksuz kimseler, kıskançlık ve bencillikten yakasını kurtaramayınca bu ülke hep kendi içine kapandı, değer üretmek için çırpınan insanlara zulmedildi. Dün de böyleydi, bugün de böyle.

Hafta içinde yürek dağlayan bir gelişmeye şahit oldu Türkiye. Dost ve kardeş ülkelerin birinde faaliyet gösteren Türk okullarının kapandığına dair haberler yer aldı basında. Sebep? AK Parti hükümetinin yurtdışında yaptığı kara propaganda. Kapatılma haberleri duyulur duyulmaz iktidar beslemesi basının sevinç çığlıkları yankılandı. Ey bu ülkeye gönül verenler! Ey dünya barışına katkı sağlayacağım diye fikir sancısı çekenler! Lütfen o yandaş evrak-ı perişanı arşiv malzemesi olarak bir kenara ayırın; değer üretemeyen kıskanç zümrelerin çapsızlığına vesika olsun diye saklayın.

Bu nasıl bir cinnettir ki bu ülkenin yurtdışındaki en büyük (belki de tek) markası sayılan Türk okullarının kapatılması için çaba sarf ediliyor. Normal bir insan kendi ülkesinin yurtdışında açtığı o güzelim okulların kapatılmasını nasıl arzu edebilir ki! Öfkesi aklının önüne geçmiş hezeyan sahibi kişilerin fark edemediği tarihi gerçek şudur: Bahsi geçen okullar, bir cemaatin, bir zümrenin müesseseleri değil; bir ülkenin, hatta yeryüzü barışının bir neticesidir.

Kapatılsın diye hırsından çatlayanlara sormak gerekiyor: Farz edelim ki ‘paralel devlet’ diye uydurduğunuz yalanların tamamı doğru; bunun yurtdışında hizmet eden okullarla, oradaki masum öğretmen ve öğrencilerle ne alakası var? Burada üstünü telaşla örtmek istediğiniz o malum vakayı unutturmak için dünyanın dört bir yanına eğitim seferberliği yapmış o fedakâr ve cefakâr insanlara neden zulmediyorsunuz? Ayıp değil mi; siz daha ortada bile yokken bu ülke insanının muazzam gayretleri ile o kardeşlik köprüleri inşa edildi. Şimdi kendinizde nasıl bir hak görüyorsunuz ki, tek bir tuğlanız olmadığı halde millete mal olmuş o okulların kapanması için çırpınıp duruyorsunuz! Tarih bunun hesabını sormaz mı, Allah bunun hesabını sormaz mı?

Değer üretmek lazım değer!

Değer üretemeyen, var olan değeri yok etmeye çalışır. Bilmez ki o değer bir grubun, bir zümrenin değil bütün bir ülkenindir; hatta insanlığın ortak değeridir. Sadece yurtdışındaki okullar değil ki mesele. İşte Uluslararası Dil ve Kültür Festivali’ne reva görülen haksızlık, vefasızlık! Daha düne kadar ayakta alkışlamayı fazilet sayanlar, o olimpiyatlara salon vermemek için yalan üstüne yalan uydurdu. Ve hukuken suç işledi; ayrımcılık suçu, nefret söylemi suçu, temel hak ve özgürlükleri engelleme suçu...

Türkçe Olimpiyatları diye başlayan program, kullandığı evrensel dil ve muhteva sayesinde zaten küre-i arza mal olmuştu. Son antidemokratik baskı olmasa bile bu güzel program kabuğunu kıracak, yeryüzüne yayılacaktı. Ne var ki o günü beklemeden yapılan her kaba saba tavır, birilerini tarih huzurunda mahcup hale getirdi...

Komik duruma düşmenin bir başka yanı var: Olimpiyatların Türkiye’de olmasına engel olmak için uydurma mazeret üretenler, bir yandan Türkiye’nin itibarı olan bir programı şahsi egolarına kurban ederken diğer yandan çakma olimpiyatlar organize etmeye yeltendi. Adama sormazlar mı: “Madem bu program faydalı değil, niye taklidinin gölgesine sığınıyorsun?”

Hep böyledir; değer üretemeyenin tek bir sığınağı vardır: Orijinalini yapamayınca çakmasına sarılmak! Bakın dershane kapatmak için çırpınanlara; göreceksiniz ki bir yandan kapatmak için yalan üstüne yalan söyleniyor; diğer yandan çakma dershaneler kuruluyor. Çeyrek asrı aşkın bir zamandan beri özel okul işletenlerin üzerine saldırgan bir kanunsuzlukla giden değer tüketicileri, bir yandan Türkiye’nin iftiharı olmuş o okullara bin çeşit zorluk çıkarırken, diğer yandan çakma okul açmak için çırpınıp duruyor. Hatta daha ötesi var: Daha düne kadar koskoca camialara burun kıvırıp ‘cemaatler’i küçümseyenler, devletin imkânlarını haksız bir şekilde seferber ederek çakma cemaat kuruyor...

Yüreği yeten, değer üretir; yeni ufuklar açar, yeni fikirler keşfeder, ma’şeri vicdana mal olur. Binbir meşakkate direnerek var edilen değerleri tüketmek için çaba sarf etmek zulümdür. Zaten, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin tabiriyle, “değerler yetimiyiz”. Kendi kültür atlasımızı kaybettiğimiz gibi, yeni değerler oluşturmakta da maharet sergileyemiyoruz. Bari beyni zonk zonk çatlayanların ortaya koyduğu o muazzam hizmetlere kötülük yapmayın.

Her neyse... Üzülmeye de değmez; karamsar olmaya da. Değer üretenlere düşen vazife hep aynı: Onur kırıcı saldırılardan hiçbirine aldırmaksızın yeni fikirlerle yeni ufuklara doğru koşmak...

‘Cemaat’e tuzak’ nerede, kimler tarafından kuruluyor?

Eski İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, Meclis gündemine çok hayati bir konuyu taşıdı. Uzun seneler Başbakan Erdoğan ile kader ve mesai arkadaşlığı yapmış, daha sonra “Erdoğan’ın etrafında dar ve oligarşik bir çete olduğu” iddiasıyla partisinden istifa etmiş Şahin’e ulaşan belge ve bilgilere göre devlet gücünü elinde tutanlar yeni bir tuzak peşinde. Fethullah Gülen Hocaefendi ve onu seven kişilerle ilgili akla fikre gelmedik şer planlar yapılıyor, kumpaslar kuruluyor ve masum bir kitle silahlı örgüt kapsamına alınmak isteniyor. İdris Naim Bey, meş’um planla ilgili çok ayrıntılı bilgiler veriyor ve şimdiki İçişleri Bakanı Efkan Ala’dan resmi cevap bekliyor.

Vakıa; Efkan Bey’in cevap vermeye mecbur olduğu o kadar çok konu var ki! Daha makam koltuğuna oturur oturmaz en üst perdeden iddia ettiği “2 milyar dolar” lafının belgesini gösteremedi. Üstelik devletin ilgili bakanları Ala’yı kesin bir dille tekzip etti. Daha sonra Bakan Bey’i sürgün ettiği polislerle, kapıları kırdırarak gözaltına aldırmak istediği gazetecilerle, odasından yaka paça uzaklaştırmak istediği savcılarla tanıdık. Umarım Bakan Bey, daha önce yapmadığı bir şeyi ifa eder ve selefinin soru önergesine net cevap verir. Ve herkes anlar ki “kumpas” edebiyatı yaparak kendi fırıldaklarını başkasının üzerine yıkmaya kalkışanlar, bugün başka bir ‘kumpas’ senaryosunun peşinde.

Nereden mi biliyorum? Basit. Emniyet ve Adliye içinde Cemaat’e karşı kanunsuz çalışmaları yapanların neredeyse tamamı isim isim biliniyor, konuşuluyor; hatta bir kısmı yazılıp çiziliyor. Emniyet İstihbarat Daire’de, adliye koridorlarında “Cemaat” ile ilgili delil üretildiğine; hatta hangi emniyet amirleri ve savcılarla birlikte operasyon yapılmak istendiğine dair çok güçlü deliller bulunmakta. En tepeden kimin talimat verdiğinden kimlerin makam mevki için seferber olduğuna kadar pek çok hususta suç işlendiği ve bu suçların ileride yargılama sebebi olacak kadar evraka yansıdığı biliniyor.

Bugünkü anormal şartların ‘ila yevmil kıyame’ devam etmeyeceği aşikâr. Özellikle KOM’da yapılan çalışmaların kanunsuzluğu dilden dile dolaşıyor. “Cemaat’i bitirmek için kurulan kozmik oda” bilinmiyor mu sanıyorsunuz? Ayağa düşmüş bilgilerin medyaya sızmaması, tarihe mal olmaması, uzun süre gizli kalması düşünülebilir mi? TEM, Emniyet İstihbarat, MİT gibi birimlerin el ele vererek hak hukuk tanımaksızın bir hedefe yürümesi ve delil üretilerek kanunsuz işlem yapılması gizli kalabilir mi? Sanmam. Görmüyor musunuz; 12 Eylül darbesini yapan o muktedir ve müstebitler dahi 34 sene sonra adaletin karşısına çıkarıldı. Kanunsuz iş yapan hiçbir fert (makamı ne olursa olsun) yakasını kurtaramaz.

Siyasetten güdümlü, ‘cadı avı’na soyunan devlet memurları şayet kanunsuz emirleri yerine getirmek için hukuk dışı işlere soyunuyorlarsa bilmeli ki yaptığı her icraat hukuka saygısı olan ve konuya vâkıf kişilerce ayrıntılı bir şekilde not ediliyor. Delilsiz ve mesnetsiz suçlu ilan edilen kişiler, kendilerine yapılan haksızlığı asla unutmayacak ve sonuna kadar hukuk mücadelesi verecek. Adliye’de durum biraz daha farklı. Kendini “Hakyolcu” diye tanıtan bazı savcıların, Hizmet’e karşı yürüttüğü kanunsuz planlar gizli mi kalacak?

Hiç kimsenin kanunları ayaklar altına almaya hakkı yok. Konjonktür gereği hukuksuzluğu tercih edenler, eninde sonunda hukuk karşısında hesap verir. Kanun adamı olup da kanunları ihlal etmek kadar feci bir suç düşünülemez. Keşke insanlar, suçlu bulma yerine suç uydurarak kendi kendine sabıka dosyası oluşturmasa...