AKP, cemaatin yüzüne gülüp Gülencileri devletten tasfiye mi ediyor?

AKP, cemaatin yüzüne gülüp Gülencileri devletten tasfiye mi ediyor?

 

 
Alper Görmüş
(Taraf, 24 Şubat 2012)
 
Geçtiğimiz günlerde, Başbakan Erdoğan’ın danışmanı Yalçın Akdoğan ile Aktif Haber adlı internet sitesinin genel yayın yönetmeni Yetkin Yıldız arasında çok önemli bir tartışma yaşandı.
 
Aktif Haber’in, Gülen Cemaati’nin fikirlerinin internet medyasındaki en önemli taşıyıcısı olduğunu biliyordum (geçenlerde Açık Radyo’da Ahmet İnsel de işaret etti buna). Fakat, her yazısı ulusal basında büyük bir ilgiyle izlenen ve en geniş şekilde alıntılanan Yalçın Akdoğan’ın, basında pek tanınmayan bir gazeteci olan Yetkin Yıldız’la “Hükümet-Cemaat çatışıyor mu” sorusu etrafında polemiğe girdiğini görünce anladım ki, bu temsiliyet, benim ona atfettiğimden daha güçlüdür.
 
Tarafları nedeniyle “Hükümet-Cemaat çatışması” ekseninde son derece açıklayıcı olduğunu düşündüğüm bu tartışmayı sizin için özetlemeye karar verdim.
 

Akdoğan: “İyiyiz, güzeliz...”, Yıldız: “Değiliz...”

 
İlk yazı 15 şubatta Yalçın Akdoğan’dan geldi... Akdoğan’ın, Yasin Doğan müstearıyla kaleme aldığı ve önemine binaen Yeni Şafak tarafından manşetten yayımlanan yazısının başlığı bile çok şey söylüyordu: “Her türlü oyunun farkındayız...”
 
Başlığın da imâ ettiği gibi bir “ortalığı toparlama” yazısıydı bu ve kabaca “biz kardeşiz, aramızda çatışma olmaz” gibi bir ana fikri vardı. Şöyle yazmıştı Akdoğan:
 
“Bugün bazılarının anlamadığı şudur: Başbakan Erdoğan’ı gönülden seven cemaat mensupları ile Hocaefendi’ye sevgi besleyen AK Partililer arasında bir çatışma ve çekişme olamaz, bunlar birbirinden ayrılamaz, çünkü bunlar aynı insanlardır. (...) Fitne ateşine odun atanlar, sadece parti ve cemaati ‘kaybet-kaybet’ sarmalına sürüklemek istememekte, aynı zamanda Türkiye’yi iddialarından ve demokratikleşme perspektifinden koparmaya çalışmaktadır.”
 
Yetkin Yıldız, 17 şubatta Aktif Haber’de “Yalçın Akdoğan perdeleme mi yaptı” başlıklı bir yazı yayınladı. “Bir Yalçın Akdoğan okuması” alt başlığını taşıyan bu yazının ikincisi ve üçüncüsü de gelecekti...
 
Yıldız’a göre Akdoğan’ın yazısı hükümetin bilgisi dâhilinde kaleme alınmıştı ve bu nedenle Yeni Şafak’ın manşetine çekilmişti; yani çok önemliydi.
 
Yetkin Yıldız’ın ilk tesbiti şuydu: “Yalçın Akdoğan’ın yaptığı hamle daha ‘akıl’ eseri... Sabah ve Star’ın başını çektiği cemaate açıktan saldırı dalgasının AK Parti’ye zarar verdiğini fark etmiş görünüyor.”
 
Ne var ki yazar, Akdoğan’ın, “AK Parti ile Cemaat arasında bir çatışma yaşanmamıştır, bundan sonra da yaşanmayacaktır” derken gerçeği söylemediği kanaatindedir.
 
Yıldız’a göre, hükümet, Cemaat’e yakın olduğunu düşündüğü kişileri devletten uzaklaştırma operasyonu başlatmıştır ve bu operasyon savcılığın MİT’e ifade davetinden çok önce başlamıştır.
 
Yetkin Yıldız, bu iddiasına dayanak olarak, ‘‘Sorgulama krizinin öncesinde Başbakan Tayyip Erdoğan’a sunulan kritik bir dosya”yı (Bilal Çetin, Vatan): “Hakan Fidan göreve başladığında kendisini ziyaret eden bir isimle aralarında geçen ilginç bir diyalogu” (Şükrü Küçükşahin, Hürriyet) gösteriyor:
 
Ziyaretçi: “Gülen Cemaati devlette örgütleniyor...”
 
Hakan Fidan: “Paralel bir örgütlenmeye devlet içinde izin vermemek ana görevimiz...”
 
Yalçın Akdoğan’ın “iki kardeş arasında fitne üretmek isteyenlerin marifetleri” olarak gördüğü bu türden haberlerin gerçeği yansıttığını düşünen Yetkin Yıldız, bu “pratik”le Yalçın Akdoğan’ın kardeşlik mesajlarının bağdaşmadığını söyleyip, pratikle söylem arasındaki çelişkiyi şöyle uzlaştırıyor:
 
“Anlaşılan o ki, bu listelerin gereği yapılırken, yani MİT’in hazırladığı listelerdeki insanlar sürülürken, Hükümet oy kaybetmemek için cemaatin yüzüne gülecek... Cemaat ile ilgili olduğu düşünülen kadrolar tasfiye edilirken, Cemaate sıcak mesajlar verilecek ve yandaş medyada cemaate çakmanın dozu düşürülerek kamuoyu nezdinde bu işten en az zararla çıkılmaya çalışılacak.”
 
Yetkin Yıldız, sonraki yazılarının birinde, “tasfiye”nin çok daha önce başladığına dair, daha doğrudan bilgi sahibi olduğunu hissettirdiği bir başka alandan da şu örneği veriyor:
 
“Milli Eğitim Bakanlığı’nda Ömer Dinçer dönemiyle birlikte cemaat mensubu yöneticilerin tamamının ‘kazındığı’ sıradan Eğitim Muhabirlerinin tweetlerinde bile yer almaktadır. KPSS Puanı, tecrübe, liyakat, yeterlilik gibi objektif kriterlerle yapılması gereken seçimlerde bir insanın cemaatçi olup olmadığını tespit edebilmek istihbarat çalışmaları ve teknik destek yapılabilir ancak. Bu teknik desteği MİT mi vermektedir? Bilal Çetin’in sözünü ettiği ‘Cemaat bürokratları dosyası’ mı kaynağı oluşturmaktadır?”
 

MGK 2004’te “Cemaat’i takip” kararı alıyor

 
Tam burada tartışmacıların arasına girecek, bir soru soracak, ardından da okumakta olduğunuz yazıyı, ona uygun gördüğüm başlığa (“MGK kararı (2004): ‘Cemaat’in takibine...”) bağlayacağım...
 
Soru şöyle: Devletteki “Cemaat’le ilgili olduğu düşünülen kadrolar”ı tasfiye kararı MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılmasından epeyce önce alındığı iddiası doğruysa, bu karar ne kadar eskiye gitmektedir? Ya da: Hükümetle Cemaat arasındaki gerilim ne zamandan beri vardır?
 
Ben, aşağı yukarı 2006’dan beri “Hükümet Cemaat’in devlet içindeki ağırlığından rahatsız, harekete geçecekmiş” cümlesini ya da onun türevlerini duymaktayım. Fakat 2004’te Milli Güvenlik Kurulu’nda (MGK) Gülen Ccemaati’nin takip edilmesine dair bir tavsiye kararı alındığını herkes gibi ben de bilmiyordum. Fakat alınmış. Özden Örnek’in günlüklerinin Haziran 2004 ve Ağustos 2004 MGK’larının anlatıldığı bölümlerde bu durum şöyle ifade ediliyor:
 
24 Haziran 2004: “Fethullah Gülen konusunda Genelkurmay Başkanı oldukça ağır bir konuşma yaptı ve hükümeti suçladı. Eğer siyasi irade konulup bu konunun üstüne gidilmezse bir felaket olacağını belirtti.”
 
25 Ağustos 2004: “Fethullah Gülen ve teşkilatı ile ilgili olarak geçen toplantıda yapılan görüşmeden sonra bu adamın faaliyetlerinin yakından takip edilmesine karar verilmişti, onunla iligili tavsiye kararı bugün imzalandı. Bilmem ne işe yarayacak.”
 
Özden Örnek “bilmem ne işe yarayacak” diyor ama, MİT’in MGK kararına dayanarak o günden beri bir çalışma yapmadığını bugün kim güvenle öne sürebilir?
 

MİT “bizimkiler” değil!

 
Yazısında, Yalçın Akdoğan’ı “perdeleme yapmak”, hükümeti de “bir yandan yüze gülüp bir yandan tasfiyeye girişmek”le suçlayan Yetkin Yıldız’a cevap, 20 şubatta Star gazetesinin Açık Görüş ilavesinden geldi. Akdoğan, şöyle yazdı:
 
“En samimi sağduyu çağrılarını bile ‘perdeleme’ olarak kötüye yormak insafla bağdaşmaz. AK Parti’nin bir yandan yüze güldüğü, diğer yandan tasfiye çabası içinde olduğu iddiası çok çirkin bir iftiradır. İftira atmak, fitne çıkarmaya çalışmak, yangına körükle gitmek tasvip edilemez. Biz gücümüz yettiğince hak bildiğimiz yolda yürür ve kardeşlik hukukunu korumaya gayret gösteririz. Her olaya habis duygularla yaklaşanları ise Allah’a havale ederiz.”
 
Yetkin Yıldız, buna iki yazıyla cevap verdi. Ortada bir tasfiye operasyonunun olduğuna ve bunun çok önceden başladığına dair temel düşüncesini bu defa da “Star gazetesinin iki numarası” dediği İbrahim Kiras’ın bir cümlesiyle destekledi: “Hâlâ görevinin başında olan bir savcının skandal kararı söz konusu olmasa da bugün alınan önlemler alınacaktı.”
 
Yetkin Yıldız’ın yazılarından çıkan bir sonuç da, cemaatin MİT’le arasında çok ciddi problemler olduğuydu. Bu çerçevedeki görüşlerini ifade ederken sorduğu şu sorular, doğrusu bana hayli önemli göründü:
 
“AKP’nin çok övündüğü çetelerle-darbelerle-cuntayla mücadele sürecinde Hakan Fidan dönemi dâhil MİT hangi belgeyi vermiştir? TSK içerisinden bugün ciddi yargılama konusu olan hangi suç belgesini çıkartabilmiş ve yargıya teslim etmiştir?”
 
Tabii benim aklıma hemen MİT’in Hrant Dink cinayetinde de adalete yardımcı olacak hiçbir adım atmadığı geliyor.
 
Bu yazıyı, son tartışmalardan pek de fazla yara almadan kurtulmuş görünen MİT’e dair bir finalle bitireyim.
 
Bence MİT, Türkiye’nin yalnız karanlık geçmişinin değil, bugününün karanlık tarafının da bir parçasıdır; en azından kontrol dışı bölümleriyle...
 
O nedenle, devletin Cemaat’ten arındırılmasının gereği üzerine yazmakta olan arkadaşlarımızın arada bir de MİT’in “bizimkiler” olmadığı üzerine yazmaları gerekmez mi?