AKP ‘dışlanmışlık’ üzerine düşünmeli

AKP ‘dışlanmışlık’ üzerine düşünmeli
Prof. Dr. Binnaz Toprak, ‘ Seçim sonucu mevcut iktidara karşı muhalefet oluşmasının imkânsızlığını düşünen pek çok kişide ümit yarattı’ dedi. Muhafazakârların kendisi gibi olmayanları dışladığı yolundaki araştırmasıyla kamuoyunda tartışma yaratan Prof. Dr. Binnaz Toprak, “29 Mart’ta seçimler kanalıyla AKP’yi geriletmenin mümkün olduğunu gören insanlar, bir sonraki seçimde şevkle sandığa gidecekler. Ben AKP yöneticileri arasında olsam, dışlanmışlık duygusu yaşayanlara karşı iktidarın tutumu üzerinde ciddi olarak düşünürdüm’ dedi.Muhafazakârların kendisi gibi olmayanları dışladığı yolundaki, “Türkiye’de Farklı Olmak-Din ve Muhafazakârlık Ekseninde Ötekileştirilenler” başlıklı araştırmasıyla tartışma yaratan Bahçeşehir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Binnaz Toprak, sandıktan çıkan tabloyu Milliyet gazetesinden Şükran Pakkan’a değerlendirdi. Yıllardır oy vermeye gittiği sandıkta ilk kez “giyim kuşamlarından üst sınıf olduğu anlaşılan kişilerin oy kullanmak için saatlerce beklediğini” anlatan Toprak, “Laikler 30 Mart sabahı huzur içinde uyandıysa, AKP’yi geriletmenin mümkün olduğunu gördükleri içindir” yorumunu yaptı. Toprak, bir sonraki seçimlerde “laik kesimin” daha büyük bir şevkle seçim sandığına gideceğini, AKP’li yöneticilerin yerinde olsa, “dışlanmışlık duygusu yaşayanlara karşı tutum” üzerine düşüneceğini anlattı. ‘30 Mart’ta memnun uyandım’ Vatandaş Binnaz Toprak, 30 Mart sabahı nasıl bir ruh hali ile uyandı? Türkiye’de siyasetin normalleşmesinin iktidarı denetime tabi tutabilecek güçlü muhalefet partilerinin var olmasına dayandığını düşündüğümden, seçim sonuçlarından memnun olarak uyandım. Gerçi sonuçlar muhalefet partilerinin bu tür bir güç elde ettiklerini göstermiyor. Ancak, mevcut iktidara karşı muhalefet oluşmasının imkânsızlığını düşünen pek çok kişide ümit yarattı. Bir anlamda, demokrasiye olan inanç tazelendi denebilir. Bunun önemli olduğunu düşünüyorum çünkü alternatifin ancak demokrasi dışı müdahalelerle mümkün olduğunu vehmedenlere, iktidar değişikliğinin pekâlâ demokratik kanallarla sağlanabileceğini gösterdi. ‘Koalisyonlar daha sağlıklı’ Seçim sonuçlarını olumlu karşılamamın ikinci nedeni, tek parti iktidarlarının Türkiye gibi bölünmüş toplumlarda uzun vadede istikrar sağlamadığını düşünmem. Türkiye yıllarca koalisyonlarla yönetildi. 2002 seçimlerinden sonra nihayet bir tek parti iktidarı oluştuğunda beklenti istikrarın sağlanacağı yönündeydi. AKP iktidarının ilk döneminde gerçekten de istikrarlı bir ortam yaratıldığı ve bunun sonucunda ekonomik büyüme gerçekleştiği söylenebilir. Ancak, nispeten istikrarlı bu ortamın AKP’nin oylarını yüzde 47’ye yükseltmesinden sonra bozulduğunu düşünüyorum. Bütün sorunlarına rağmen koalisyon hükümetlerinin Türkiye için daha sağlıklı yönetimler olduğu kanısındayım. Demokrasimiz kurumsallaşmamış olduğundan tek parti iktidarı müthiş bir güç temerküzüne yol açıyor. Gücün tek elde toplandığı siyasi ortamlar, her zaman korkutucudur. Oysa koalisyonlar farklı seçmen gruplarının temsiline imkân tanıdığı ve partiler arası ilişkileri konsensüs arayışlarına zorladığı için Türkiye demokrasisine daha uygun. Keşke şu dönemde, iki büyük partinin kuracağı ve Türkiye’nin çözüm bekleyen sorunlarına birlikte eğilebilecekleri bir “Büyük Koalisyon” mümkün olabilse. İkinci Dünya Savaşı ertesi Almanya, Avusturya gibi ülkelerdeki model buydu ve bu ülkelerdeki toplumsal barış bu sayede gerçekleşebildi. ‘AKP’nin kaybı şaşırtmadı’ Bu seçim, araştırmanızda dikkat çektiğiniz ötekileştirme sürecine ilişkin fay hatlarını derinleştiren mi, yoksa bunun tersi bir Türkiye’yi mi haber veriyor? Mahalle baskısı gücünü arttırır mı, azaltır mı? Muhafazakârlaştırma sürecinin yakın geleceğini nasıl görüyorsunuz? Biz ve diğerleri ayrımının keskinleştiğimi, yakınlaştığı mı bir sürece doğru gidiyoruz? Anadolu’da yürüttüğümüz ve kamuoyunda çok yankı bulan araştırma sonuçlarından hareketle şunu söyleyebilirim. Türkiye’de AKP iktidarıyla birlikte yükselen bir kesim var. Bu yükselişin büyük ölçüde AKP’nin kadrolaşması ve yandaşlarına iktidar imkânlarını sunmasıyla gerçekleştiğini düşünüyorum. Memuriyete alınmada AKP ya da Fethullah Gülen hareketine yakın durmak, ciddi bir tercih sebebi gibi gözüküyor. Örneğin, 2002 yılında 42 bin üyesi olan iktidar yanlısı Memur-Sen sendikası 2008’de üye sayısını 315 bine çıkarmış. Gittiğimiz Anadolu kentlerinde farklı kimliktekilerin, örneğin, Alevilerin, Romanların, solcuların, laiklerin en büyük şikâyetleri devlet sektöründe ve AKP’li belediyelerde iş bulamamalarıydı. Halen çalışan laik kimlikli memurların, öğretmenlerin, doktor ve hemşirelerin çoğu AKP’li müdürleri tarafından ciddi bir ayrımcılığa uğradıkları kanısındaydılar. Aynı şikâyetleri, iktidar ya da cemaat çevrelerine yakın olmayan esnaf ve işadamlarından da duyduk. Konuştuğumuz bu ve diğer kişilerin hemen hemen hepsi farklı kimliktekilerin ya da farklı yaşam tarzı olanların iktidar tarafından dışlandığını düşünüyordu. Tümü, Türkiye’nin giderek muhafazakârlaştırıldığı ve yaşadıkları kentlerin kendilerine sunduğu olanakların kısıtlandığından şikâyetçiydi. Üniversiteli gençler arasında bu duygu daha da yoğundu. Bu tabloyu göz önüne aldığımda AKP’nin oy kaybı beni hiç de şaşırtmadı. ‘Kutuplaşma azaltılmalı’ Özetle toplum, iktidar yanlısı ve iktidar karşıtı iki gruba ayrılmış gözüküyor. Üstelik bu ayrışma, bir yüzyılı aşkın süredir Türkiye’yi ikiye bölmüş olan “İslamcı-laik” çatışmasıyla örtüşüyor. Bu tür bir polarizasyonu ve gerginliği azaltmak için ise mevcut iktidarın çaba harcadığını düşünmüyorum. Umarım seçim sonuçları hem iktidarın hem de muhalefetin Türkiye’deki bu “ötekileştirme” sorunuyla ciddi bir biçimde mücadele etmelerine yol açar. Ancak, bizim araştırmamıza iktidar ve cemaat çevrelerinden gelen tepkilere bakarak, bu konuda çok da ümitli olmadığımı söyleyebilirim. AKP ‘endişeyi’ küçümsedi Bir kesimin 30 Mart sabahı “huzur” içinde uyandığı söyleniyor. Kim sizce onlar? Kimliklerini ve yaşam tarzlarını “laik” olarak tanımlayanlar olduğunu düşünüyorum. Ekonomi gibi konjonktürel sebeplerle AKP’ye oy vermeyenler, sonuçlardan memnun olmuş olabilir. Ancak, bu tür bir seçmen profili için “huzur” kelimesini kullanmak abartılı olurdu. Hem araştırmamız sonuçlarından hem de çevremdeki “laik” kimlikli kişilerden anladığım kadarıyla, bu kesimin AKP iktidarından ciddi endişeleri var. Çevremdeki pek çok insandan artık bu memlekette laik kimlikte olanlara hayat şansı tanınmayacağını, ülkeyi terk etmek istediklerini, bu mümkün değilse çocuklarının terk etmesini umduklarını duyuyordum. Maalesef AKP bu şikâyetlere, deyim yerindeyse “kulağını tıkadı”. Bu insanları “laikçi”, “dinazor Atatürkçü”, “ordu yanlısı” ya da “otoriter eğilimli” olarak tanımladı ve küçümsedi. Kamuoyunda “liberal aydınlar” olarak bilinen kesim de, AKP’nin bu yanlış değerlendirmelerini destekledi ve pekiştirdi. ‘İş başa düştü’ tavrı Bu ortamda “laik” kimliktekiler müthiş bir ümitsizlik içindeydiler. Ancak aynı zamanda bu insanların eskiden olmadığı kadar seçimlere yüklendiğini de düşünüyorum. Belki de “iş başa düştü” türü bir değerlendirmeydi bu. Örneğin, yıllardır oy verdiğim seçim sandığında, ilk defa olarak, giyim kuşamlarından üst sınıf oldukları anlaşılan kişilerin iki buçuk saati aşkın oy kuyruğunda beklediklerini gördüm. ‘Şevkle sandığa gidecekler’ Bence “laik” kimliktekilerin 30 Mart sabahı “huzur” içinde uyanmalarının nedeni, yukarıda da değindiğim gibi, seçimler kanalıyla AKP’yi geriletmenin pekâlâ mümkün olduğunu görmeleri. Bir dahaki seçimlerde bu insanların daha da fazlası büyük bir şevkle seçim sandıklarına gidecekler. Ben AKP yöneticileri arasında olsam, dışlanmışlık duygusu yaşayanlara karşı iktidarın tutumu üzerinde ciddi olarak düşünürdüm.