Murat Belge (Taraf, 20 Ekim 2012)
Siyasî gündem kendi kanalında, alışık olduğumuz temposuyla akıyor. Salı âyinlerinde parti başkanları “gerilim yükseltme” konuşmalarını yapıyor, “şimdi beni alkışlayın” anlamına gelen ses modülasyonlarını yapıyorlar. Bir yandan Kürt sorununun nasıl çözüleceği ya da nasıl çözülmeyeceği konusunda “fikir” yazıları yazılıyor, “bilgileri” sızıyor vb.
Bu arada, dün (perşembe) gece, bunlarla tam olarak aynı kategoriye girmeyen, ama büsbütün ayrı kategoride olduğunu da söyleyemeyeceğimiz bir olay olmuş: Meclis, İstanbul’un “Maslak” adıyla bilinen bölgesini Şişli ilçesi belediyesinin elinden alıp Sarıyer ilçesi belediyesine bağlayıvermiş. Daha doğrusu, bu şekilde yasalaşması için gerekli ilk adım atılmış. Nasıl olmuş bu? TBMM İçişleri Komisyonu’na AKP’liler tarafından bu doğrultuda bir önerge verilmiş; “kim vermiş?” okuduğum gazetelerde bunun cevabı yok. Ama verilmiş ve perşembe gecesi yapılan toplantıda Komisyon’dan geçmiş. Biliniyor muydu, hazırlığı var mıydı, yoksa aniden gökten mi indi, bunları da bilmiyorum.
Gazeteler çeşitli sayılar veriyor. Çeşitli yorumlar yapılıyor. Bunların arasında, CHP’den İstanbul milletvekili Celâl Dinçer şunları söylemiş: “Ayazağa Maslak İstanbul’un en değerli bölgesi, İstanbul’un Manhattan’ı olarak tanımlanıyor. AKP orayı ele geçirmek istiyor. Yerel seçimlerde Şişli’yi alamayacağını biliyor. Ancak bu iki bölgenin desteğini alarak Sarıyer’i CHP’den alabileceği hesabı yapıyor. Böylece hem Sarıyer Belediyesi’ni hem de rantı yüksek bu iki bölgeyi ele geçirmeyi planlıyor.”
Şişli’nin Sarıgül’ü “Bu yanlışlığın yasalaşmadan düzeltileceğini ümit ediyorum,” demiş; Şişli’nin Şükrü Genç’i ise “Hak yerini buldu,” demiş. İkisi de, söylemesi gerekeni söylemiş.
Celâl Dinçer’in yorumu bana Türkiye’nin “çok-partili parlamenter demokrasi” sisteminin omurgasını düşündürüyor. Bu sistemin yürürlüğe girmesinden beri, yani 1950’den beri, bu toplumda siyaset, partilerin orta kademelerini oluşturan (yani uzun-vadede en belirleyici olan) kadroları açısından, bir “rant paylaşma” mücadelesidir. Celâl Dinçer’in amaç sıralaması da bana akla uygun göründü, çünkü önce Sarıyer’i “ele geçirmeyi” söylüyor ki bu “politik” bir hedef (partinin üst kademelerini, önderliği öncelikle bu ilgilendirir): “rantı yüksek” kısmını sona bırakarak önemini vurguluyor. Bu, “üst” değil, “orta” kademelerin erişmek isteyeceği bir hedeftir ama “politik” gerekçeyi bunu meşru kılacak açıklama olarak öne sürerler.
2002’de AKP iktidara geldiğinde bu “rant” işlerinin öyle fazla ön planda olmadığını hatırlıyorum. Sokak Türkçesi’nde “yeme” (“yiyorlar, yediler, yiyecekler” vb.) kavramı çok yaygın ve popülerdir; her yurttaş, kendinden başka herkesin “yediği” kanısındadır; daha doğrusu bu onun kesin görüşüdür. Onun için AKP iktidar olduğu anda düşmanları da bu “yeme” temasını ortaya attılar. Oysa o tarihlerde, uzun zaman herhangi bir karar mekanizmasının uzağında tutulmuş, “idealist” denebilecek ve görece genç kadroların daha etkili olduğu kanısındayım.
Aradan on yıl geçti ve AKP iktidara oturdu, oturmaya daha çok alıştı, güven de geldi. Türkiye’de her yeni iktidar, “gelir dağılımı” ve “bölüşüm” örüntülerinin yeniden-düzenlenmesi anlamına gelir. Bunun sırası geldi sanırım. Özellikle de son seçimden bu yana AKP’nin, daha doğrusu Genel Başkanı’nın benimsediği siyasî tavır, orta kademede belirli bir tip insanın daha fazla inisiyatif alması için ortam yaratır, yaratıyor. Cumhuriyet tarihi bu işlerin nasıl işlediğinin örnekleriyle dolu.
Yıllanmış bir TC yurttaşı olarak, romatizma hastası gibi, yaklaşan bulutların getireceği nemi eklemlerimde hissediyorum. Nerede ne olduğunu bilmiyorum, hiç haberim yok, ama herhalde bu “harita değişikliği” gibi olaylarla, kemiklerim sızlıyor. Aklıma, geçmişten, Kırşehir’in ilçe yapılması gibi “harita tasarrufları” geliyor.