İsmail Küçükkaya (Akşam, 4 Mayıs 2012)
Kılıçdaroğlu'nun beklenmedik biçim ve zamanlamayla CHP Genel Başkanlığı'na gelişiyle Başbakan Erdoğan için adeta altın fırsatların kapısı açıldı. Sakin kişiliği, mütevazı tavırları, Baykal'a göre daha çalışkan olması ve sempatisiyle CHP tabanında ciddi bir hareketlilik yaratan Kılıçdaroğlu, aslında Erdoğan'ın bütünüyle yenilenmiş yeni siyasal yol haritasında dönüm noktası oluverdi. Referandum ise, Kılıçdaroğlu açısından çok erken bir meydan okuma ve talihsizlik oldu. Ancak, CHP'deki lider değişimini Başbakan'ın nasıl farklı bir kulvara çekeceğini anlamak için, demek bugünleri beklemek gerekiyormuş. Bu yeni stratejinin ön işaretlerini, Başbakan Erdoğan ve kurmayları hem referandumda hem de haziran seçimlerinde vermişlerdi ama son dönemde o izler artık iyiden iyiye belirginleşti. Bana kalırsa tüm zamanların en heyecanlı ve kritik siyasal mevsimi açılıyor. İki buçuk yıl sürecek diyelim. Üç seçim ve en az bir de referandum kapıda. Meselenin özü şu: 'Başbakan Erdoğan rekabeti keskin biçimde sağ-sol, Alevi-Sünni denge/sizliğine oturttu.' Kürt sorunundaki yaklaşımlarını da buna eklersek zincirin halkaları tamamlanır. Ciddi bir politika değişikliği olduğu muhakkak... Bu yarışın sandık galibi bellidir. Ötesi muamma. Erdoğan milliyetçi duygularını ön plana çıkararak, bunu siyasetinin merkezine alıyor. Tehlike görüyor ve memleketi böldürmek istemiyor. Kim ne düşünürse düşünsün, kızanlar kızsın, şahinleşmenin ardındaki ilk motif budur. Sonra seçim hesapları... Erdoğan'ın söylemlerindeki ciddi muhafazakarlaşma eğilimlerinden ben de endişe duyuyorum. Adeta kontrol ve fren mekanizmasını elden bıraktı. Kendini çok aşırı güvende ve güçlü hissediyor olmalı. Burası ayrı. Örneğin, kürtaj tartışmaları gerçekten dehşet verici. Sezaryende ne kadar haklıysa, kürtajda o kadar yanlış yerde. Milliyetçi tondaki koyulaşmasını kendisi kabul etmeyecektir; nitekim Diyarbakır'da 'Ne Türk milliyetçiliği, ne Kürt milliyetçiliği' diyerek iki kutbu da reddetmiştir. Ama son iki yıldaki konuşmalara bakarsak, politikalarını da buna eklersek durum apaçık ortaya çıkmakta. Esasen milliyetçilik hiç de kötü değil, mesele onun içinin nasıl doldurulduğu. Şahsen ben de kimliğimin en önemli özelliklerinden birisi olarak vatanseverlik ve 'ülkesiyle gurur duyma' bağlamında milliyetçiliği görürüm. Bu hislerimi doğru düzgün toplumsal ve siyasal yaşama aksettirebilen bir parti, hiçbir zaman olmadı maalesef.
Bunlarla bağlantılı önemli bir siyasal gelişme yaşanıyor: AKP-MHP arasında belirginleşen yakınlaşma. Bu, siyasal ortamlarda da sıkça tartışılıyor. Erdoğan, Meclis'teki desteğinden dolayı MHP'ye birkaç kez teşekkür etti. MHP, Kılıçdaroğlu'nun Kürt sorununa çözüm konusundaki randevu talebine 'ret' yanıtı verdi. Bahçeli ise, zor günler geçiren İçişleri Bakanı'nı açıkça destekledi. Örnekleri çoğaltabiliriz. Bu yakınlaşmanın merkezinde Kürt sorununa bakış açısındaki benzerlik yatıyor. Ahmet Altan, önceki günkü yazısında bu işbirliğine eleştirel bakıyor, 'AKP ve MHP'nin milliyetçi cephesi var, bizim neden demokrasi cephemiz olmasın?' diye soruyordu. Yine aynı gazetede Murat Belge de ilginç şekilde, Başbakan'ın kürtajla ilgili söylemlerini onun muhafazakar düşüncelerinden çok milliyetçi değerleri ve projeleriyle ilişkilendiriyordu.
Şurası bir gerçek; MHP, güçlü bir sağ iktidara karşı nasıl muhalefet edeceğini bulabilmiş değil. Bu nedenle başta İstanbul olmak üzere büyük kentlerde zayıfladı. Kent milliyetçiliğini üretemediği için sadece geleneksel tabandaki varlığını sürdürebiliyor, bunu da Kürt sorunu üzerinden yürütüyor. 12 Eylül referandumunda ciddi erozyona uğradılar, Cumhurbaşkanlığı seçiminde de Meclis'e katılarak Gül'ün seçilmesinin yapı taşlarını döşediler. Bunlar iki uç örnek. Şimdilerde ise kritik yerel seçim, hükümet ve halkın doğrudan yapacağı Köşk seçimi için kara kara düşünüyorlar. Kılıçdaroğlu ise daha demokrat ve özgürlükçü tabana seslenmek istiyor. İşte hükümetin tuzağı burada devreye giriyor.
CHP liderinin Kürt ve Alevi kimliği üzerinden çoğu kere sessiz ama bazen de açıkça propaganda yürütülüyor. Oy dengeleri açısından zor bir denklem... Başbakan sıklıkla CHP - BDP yakınlaşması üzerinden muhalefete eleştiri yöneltiyor. Bugünlerde bunun tonlaması iyice artmışa benziyor.
Bu kapandan kurtulmak için CHP bir yandan da merkez sağ açılımı peşinde. Cumhurbaşkanı adayı olarak merkez sağdan bir isim aradıklarını ilan ettiler. Kemal Bey önceki gün eski merkez sağ partilere ve sempatizanlarına seslenerek 'gelin bir olalım' mesajı verdi.
Ayrışma ve rekabet, Kürt siyaseti üzerinden şekillenecek. Erdoğan'ın açılım günlerine döneceğini kimse beklemesin. Onun zihninde sorunun çözümü; bireysel temelde hakların geliştirilmesi, Ergenekon'la mücadele aracılığıyla faili meçhul cinayetlerin aydınlanması, aynı yolla askerin geri plana çekilerek Doğu ve Güneydoğu'da rahatlama ve ekonomik yatırımların artırılması. Bir de Kuzey Irak ile yakınlaşma... Haa son olarak ABD'nin tam desteğini sağlama. Bunları da yapmış durumda.