Ali Bulaç (Zaman, 30 Temmuz 2012)
Burada ele alacağımız "diyanet" devletin resmi kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı değildir. İnsanın manevi duygularını, heyecanlarını, coşkularını, ama ağırlıklı olarak işlediği suç ve günah fiillerinin doğurduğu pişmanlıkları gidermeye yöneldiği ikame ve telafi etme mekanizması; somut hükümlerden tecrit edilmiş sonu gelmez ritüeller, seremoniler gösterisidir.
Müslümanlar arasında eğer "diyanet" aşırılaştırılmış söylem, retorik ve ritüeller şeklinde tezahür ediyorsa, orada "din" zayıflamış demektir. Dini hüküm ve kuralların işlememesi dolayısıyla ortaya çıkan manevi boşluğu insanlar diyanet'le telafi etmek isterler. Tabii ki din ile diyaneti birbirinden ayırmak o kadar kolay değildir. Ama diyanet, temelde aksayan, koruyucu fonksiyon görmeyen maddi-somut hayat pratiklerinin açtığı boşlukta çıkar.
Diyanetin kitlesel gösteriye ve tüketime konu olmasının başka bir sebebi de var: Medya ve kitle çağında yaşıyoruz, küreselleşme ile her şeyi gösteriye dönüştüren, içini boşaltan tüketim kültürü ve liberal piyasa da sahte kutsallıklar yanında dini hayatı diyanete çevirmektedir. Bu apayrı bir fasıldır.
Bu başlıkta "din"den kastettiğim İslamiyet'in muamelat ve ukubata ilişkin hükümler mecmuası; adalet, özgürlük ve yüksek ahlaki hayattır. Mesela hüküm olarak sömürü, emeksiz kazanç; güvencesiz çalışma hayatı; rüşvet, yolsuzluk haramdır. Bunların kazanç elde etme ve yükselme yolunun seçildiği; herkesin "hak" olarak kendi "şahsi, ailevi, zümresel veya ulusal çıkarı"nı merkeze aldığı, sermaye ve statü bölüşümünde hakkaniyetin gözetilmediği bir ülkede, başaranlar vicdanlarını rahatlatmak üzere bol bol iane dağıtır, her sene umreye gider. Dinde aslı astarı olmayan kutsal geceler, kandiller, kutlu doğum haftaları icad edilir; Kur'an'da ve Sünnet'te karşılığı olmayan ritüeller ibadetmiş gibi abartılmış gösteriler eşliğinde televizyon ekranlarına, futbol stadyumlarına taşınır. Kısaca ritüeller dini hükümlerin yerini alır. Müslüman kitlelerin diyanete yönelmesi hem "din" yerine "diyanet"i ikame eder, hem günah duygusunu telafi eder, bu sayede liberal piyasanın çarkları işler. Böyle bir düzende vicdanlar, hükümetler ve küresel kapitalizm durumdan memnundur; çünkü diyanet, dinin üstünü örtmüştür.
Bu arada bir noktanın altını çizmeliyiz: Dinini ciddiye alıp dünyaya İslam bakış açısından bakanların (İslamcıların) AK Parti kurucularına ve teorisyenlerine şükran borcu var. Kuruluşta yetkililer "Biz gömlek değiştirdik, İslamcı değiliz, dini referans alarak siyaset yapmayacağız; paranın, ekonominin dinle ilgisi yok; AB ve IMF yol haritasını takip edeceğiz" deyip bunu içeride askerî-sivil bürokratlara, büyük sermayeye ve dışarıda küresel güçlere taahhüt ettiler. Teorisyenleri, yeni seçtikleri "muhafazakâr demokrasi"nin referans çerçevesini Anglo Sakson ve Amerikalı teorisyenlerine dayandırdıklarını; Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal Beyatlı, Nurettin Topçu, Peyami Safa, Ali Fuad Başgil gibi milliyetçi-muhafazakâr yazarlara yaslandıklarını beyan ettiler (Bkz. Yalçın Akdoğan, Muhafazakâr Demokrasi, 2003-Ankara, s. 25 vd.) Bu deklarasyon, dört büyük imamdan Gazali'ye, Muhammed İkbal'den Mehmet Akif'e, Mevdudi'den Seyyid Kutup'a uzanan tarihi ve çağdaş İslami/İslamcı referans çerçevesinin değiştirilmesi demekti.
Bunu beyan etmeleri iyi de oldu. Ama "muhafazakâr AK Parti"yi eleştirenler, partinin her nedense reddettiği İslamcılıklarını, referans almadığı dini temel alıp eleştiriyorlar. Mümtaz'er Türköne'ye ilk sorum: Bu hem AK Parti'ye hem İslamcılığa büyük haksızlık, İslam'a karşı işlenmiş 'büyük günah'tır. Eğer AK Parti, Kürt sorununu çözemiyorsa; Alevilerin cemevini kabul etmiyorsa; gayrimüslimlerin hâlâ vakıf mallarına el koyup okullarını açmıyorsa; vesayet rejimini tasfiye edecek reformları kesintiye uğratıyorsa; Ortadoğu ve Suriye konularında Türkiye'yi trajik noktaya getirdiyse; takip ettiği iktisat politikalarıyla zengin sınıfları semirtip orta sınıfı zayıflatıyor, yoksul kesimleri dağıttığı ianelerle doyuruyorsa; toplumu ve aileyi çözüyorsa; kibre kapıldıysa; bir telefonla televizyon programlarını iptal ediyorsa bu "dini referans aldığı" veya "İslamcı olduğu" için değil, tam aksine öyle olmadığı, "muhafazakâr ve milliyetçi-devletçi" olduğu içindir. Dini sembollere vurgu yaparak diyanete sığınma çabası, sağcı-muhafazakâr-milliyetçiliğe özgü siyaset yapma yöntemidir. Bunun dinle, İslamcılıkla uzaktan yakından ilgisi yoktur.