"AKP, İslamcılığın bağrı değil morgu"

"AKP, İslamcılığın bağrı değil morgu"

Cumhuriyet yazarı Tayfun Atay, İslamcılığın Batı modernitesi karşısında bir çırpınışın sonucu olduğunu savunarak "AKP bu memlekette bitmiş bir İslamcılığın uzun ölümünün yatırıldığı bir morgdan ibaret.  O, post-İslamizme emsal teşkil ederek yola koyuldu.  Şimdi 'post-mortem İslamcılık' örneği olarak yola devam ediyor" dedi. 

Tayfun Atay'ın "AKP, İslamcılığın bağrı değil morgudur" başlığıyla yayımlanan (12 Mayıs 2017) yazısı şöyle

Çok iddialı gelebilir belki ama İslamcılık İran’da Humeyni ile başladı ve bitti. 

O yüzden dünyaya “postİslamizm” i takdim etmiş Asef Bayat, kavramına açıklık getirme yolunda en çok Humeyni- sonrası İran’ına göndermede bulunur.  Bana da post-İslamizm, İslamcılığın “simülasyon”dan ibaret hale geldiği evreyi işaret ediyor.  Simülasyon (Baudrillard’a saygıyla!), olmayan bir şeyi var gibi göstermektir.  Gerçeğin tüm “gösterge”lerine sahip olduğu halde gerçeğin kendisi olmayandır.  Aslında son dönemlerde sıklıkla gündeme gelen “post-truth”, yani gerçek-aşı(nı)mı kavramı da simülasyonla aynı (postmodern) sürekte karşımıza çıkmakta denilebilir.  Bunların İslami iklimde tezahürlerinin de post-İslamizm kavramıyla anlamlandırılabileceğini kaydetmek, dolayısıyla şu, “AKP’de İslamcı tasfiyesi yapılıp yapılmayacağı” tartışmasına da gülüp geçmek gerekir.

***

İslamcılık, Batı modernitesi karşısında bir çırpınışın sonucuydu.  Onun ilk temsilcilerini ayırt eden motif, “apoloji”dir. Yani Batı’yı “modern” yapan ne varsa (bilim, akılcılık, felsefe, hümanizm, insan hakları, demokrasi, parlamento, vd.) bunların hepsi İslam’da zaten var diyerek İslam’ın değişmeye, gelişmeye, ilerlemeye mani ve uyarsız olduğu iddialarını karşılamak, göğüslemek… Ortadoğu’da Cemaleddin Afgani’den Muhammed Abduh’a, Hint yarımadasında Seyyid Ahmed Han’a açılan yelpazede böylesi bir “modernist” eğilim, 19’uncu yüzyılın ikinci yarısından 20’nci yüzyılın başlarına kadar İslamcılığı karakterize eder.  Sonra sadece “modern” Batı’da olan değil olmayan, daha doğrusu onda eksik olan da İslam’da var diyen, “apoloji”yi bırakmış, püriten ve reaksiyoner, bir anlamda da modernitenin içinde ama anti-modernist bir İslamcılık yaygınlaşır 20’nci yüzyılda.  Mısır’da Reşid Rıza, Hasan el-Benna, Seyyid Kutub, Pakistan’da Mevlana Mevdudi, İran’da Ali Şeriati, en karakteristik figürleridir bu çerçevedeki İslamcılığın…

***

Bizim coğrafyamızda ise Osmanlı’dan Cumhuriyet’e İslamcı düşüncenin temsilcisi bir dizi önemli isim olmakla birlikte (ki burada da İsmail Kara’ya saygıda kusur etmemek gerekir!) özellikle siyaseten akla gelen isim Sultan II. Abdülhamid’dir.  Bu, ilginç bir büyük haksızlıktır.  İslamcılık (daha doğrusu “İttihad-ı İslam” ya da Panislamizm) Abdülhamid’den önce Yeni- Osmanlı düşüncesinde (Namık Kemal’le) sökün eder ve İslamcılık, Abdülhamid’den sonra asıl II. Meşrutiyet döneminde esaslı bir ideolojik çehreye bürünür.

***

Basitleştirmemize izin verilirse İslamcılığın, modernitenin altyapısını oluşturan endüstriyel kapitalizmi sağlıksız addedip onu sağaltma girişimi olarak ortaya çıkmış Marksist sosyalizmin motivasyonuna İslami bağlamda sahip olduğu söylenebilir.  Bu sağlıksız “modern” dünya halini ve işleyişini, onu “veri” alarak Kuran ve hadislerden hareketle sağaltma girişimidir o... Ve elbette kapitalizmi olduğu kadar sosyalizmi de karşısına alır.  Necmettin Erbakan’ın naif ve fantastik “Milli Görüş” (devamında “Adil Düzen”) söylemi, bu çerçeve içerisine dâhil edilebilirdir.  Ama hepsi bu!.. AKP, bu çerçevenin dışındadır.

***

AKP, kapitalizmin küreselleştiği aşamada, onun karşısında bir seçenek olmak yerine onun bünyesinde bir “renk” olarak sökün etmiş bir hareket.  Kapitalizm karşısında İslamcılık adına olsa olsa teslim bayrağının çekildiği bir hareket.  Kapitalizmi “haram” sayan İslamcılığa nazaran, kapitalizmi “helâl” sayan bir hareket. Bana sorarsanız onun içinde İslamcılığın tortusunu bile aramak abes ve “simülasyon”, durumu tam anlamıyla açıklığa kavuşturan anahtar kavram: İslamcılık AKP’de olmayan, ama varmış gibi gösterilen bir “değer”...

***

2000’ler başından itibaren sistemin krizine çare olarak dünyanın hemen her yerinde “kentsel dönüşüm” adı altında işlerliğe sokulan inşaat kapitalizminin Türkiye taşeronu olarak çıkış yakaladılar.  Memleketi şantiyeye çevirdiler; betona hafriyata boğdular; “İnşaat ya Resulullah” der oldular.  Bu arada İslamcılığı da “simülatif” olarak elde tuttular.  İktidar, onları zehirledi, yozlaştırdı, vicdansızlaştırdı, acımasızlaştırdı, yalnızlaştırdı, “yapayalnız”laştırdı, acizleştirdi.  O aczle başlangıçta kapitalizme ram olurken beslendikleri liberallerin terkiyle oluşan boşluğu bir yandan yaşlı ve demode bir “Devlet”çi milliyetçilikle (İslamcı terminolojide “kavmiyetçilik”), diğer yandan lümpen mi lümpen, yandaş mı yandaş bir troller ordusuyla doldurmaya çalışıyorlar.  Ve trol cehaleti, İslamcılığın “simülasyon”unu gerçek sandığı/saydığı için bir “AKP’de İslamcılık” tartışmasının önü açıldı. Ama bu tartışma da bir simülasyon...  AKP bu memlekette bitmiş bir İslamcılığın uzun ölümünün yatırıldığı bir morgdan ibaret.  O, post-İslamizme emsal teşkil ederek yola koyuldu.  Şimdi “post-mortem İslamcılık” örneği olarak yola devam ediyor!..