Son dönemde AKP'ye yönelik ağır eleştiriler yönelten yazılarıyla dikkat çeken Yeni Akit yazarı Faruk Köse, "Yapmamız gereken, bir an önce Türkiye’yi “Batı’nın oyununu onayan bir kurgu devletçiği” olmaktan çıkarmak, rejimi değiştirip “İslam Devleti”ni ilan etmek ve “İslam coğrafyası”nı bir araya getirecek “Hilafet”i kurarak, hem “Batı emperyalizmi”ni kırmak, hem de “İran kuşatması”nı önlemektir" dedi. Köse, bu "ideali" gerçekleştirmenin önünde engeller olduğunu belirtip, AKP'yi işaret ederek şu soruyu yöneltti:
"Bugün olduğu gibi “İslami yapılanmalar”ı bitirip, toplumu “Laik-Kemalist Devlet”e bağlı “uysal vatandaşlar”a dönüştürmeye zorlamakla bu mümkün mü?"
Faruk Köse AKP'ye yönelik eleştirilerini şöyle sürdürdü:
“İslam dünyasının liderliği”nden dem vuran ama aslında itibarı kalmayan; hayalinde ürettiği “itibar”ı hakikat sanıp bununla “kitleleri efsunlama”ya çalışan “dış politika rüyası”ndan uyanmalıyız artık! "
Köse'nin Akit'te "Büyük devlet olmak ve İran’ın kuşatma harekâtı" başlığıyla yayımlanan (8 Şubat 2015) yazısı şöyle:
“Büyük devlet” nasıl olunuyor biliyor musunuz? “Tribün politikacılığı”yla“büyük laf” ederek değil; belki de çoğu zaman hiç laf etmeyip, sağlam temelleri olan “büyük plânlar” yaparak, “büyük stratejiler” tayin ederek,“büyük hedefler” takip ederek, “büyük işler” yaparak, “büyük adamlar” yetiştirerek...
Öyle sağa-sola “posta koymak”la, “esip gürlemek”le büyük hedeflere ulaşılamıyor. Bunun için hesabı-kitabı iyi yapılan plânlarla, stratejilerle ve “takvime bağlı çalışmalar”la, o büyük hedeflere ulaşmak için “derinden derine yürümek” gerekiyor.
Yoksa öyle bir çelme takarlar ki, bir daha da ayağa kalkamayacak hale gelirsin. Sen “hayalinde büyüttüğün kendi dar dünyan”da bir şeyler yapıyormuş edasıyla debelenip dururken, bir de bakmışsın ki “İrem bağları”nı kaptırmışsın, sana “çorak topraklar” kalmış.
“İslam dünyasının liderliği”nden dem vuran ama aslında itibarı kalmayan; hayalinde ürettiği “itibar”ı hakikat sanıp bununla “kitleleri efsunlama”ya çalışan “dış politika rüyası”ndan uyanmalıyız artık! Çünkü biz “uluslararası sistemin çarkları”na laf çakıp da aslında o sisteme sıkı sıkıya uyarak ürettiğimiz avuntuyla yetinirken, uluslararası sisteme hiç laf etmeden bağımsız duruş gösterip, “kendi çarklarını döndürenler”, hakikaten “dev adımlar”la ilerliyorlar. İşte İran bunun yanıbaşımızdaki örneği.
Bu köşede, 11.04.2012’de yazdığım “İran: İslam Cumhuriyeti mi, Fars Cumhuriyeti mi?” başlıklı yazıda, “İran”a ilişkin bir hakikate dikkat çekmiş ve yazıyı, “bana öyle geliyor ki İran, başlangıçta belki İslami bir devlet olarak kurulmuş olabilir, ama bugün gidişatı Fars Cumhuriyeti olmaya doğru hızla ilerliyor” diye bitirmiştim.
Niye böyle demiştim? Çünkü İran hiçbir “Ehl-i sünnete dayalı İslami hareket”i desteklemiyor. Eğer herhangi bir yerde “Şii varlığı” bulunuyorsa, Şiileri örgütleyerek oraya müdahale ediyor. İran nereye el attıysa, oradaki Ehl-i Sünnet varlığı başarısızlığa uğruyor. Üstelik İran, “Tevhid inancı” dışındaki “gulat Şii ekolleri”ni desteklemeyi, “ehl-i sünnet”i desteklemeye tercih ediyor.
Şimdi İran’ın, bir yandan etrafındaki ülkelerde bulunan Şii unsurları örgütleyerek kendi peyklerini oluşturduğunu, bir yandan da “İslam coğrafyasının merkez bölgesi”ni doğudan, kuzeyden ve güneyden kuşattığını görüyoruz. Bu fiili durum, gerisinde yıllardır süren hazırlık ve sistemli çalışmalar olmadan olamazdı. Bu, “çok laf yapanların ne halde olduklarıyla, laf değil iş yapanların ne hale geldiklerinin açık örneği”dir.
Bugün görüyoruz ki İran, İslam coğrafyasında yaşanan her olayı kendi lehine büyümeye çevirebilme başarısını göstermiştir. ABD Irak’ı işgal ettiğinde biz “işgale hayır” mitingleriyle yetinirken, İran derinden derine yürümüş, Irak’ı büyük oranda ele geçirmiş bulunuyor. Artık Irak, uluslararası sistemde “İran’a peyk ve destek” veren, “doğrudan İran’ın kontrol ve yönetimi”nde bir devlettir.
Daha önce İsrail’in Lübnan işgalinde de herkes işgali lanetlerken, İran durumu lehine çevirecek örgütlenmeyi yapmış, “Hizbullah” adıyla büyük bir askeri güç oluşturup, Lübnan’da varlığını perçinlemiştir. Bugün Hizbullah’a, yani İran’a rağmen bir Lübnan’dan söz edebilmek mümkün değil. Suriye’deki iç savaşı da lehine çeviren İran, fiilen Suriye’yi de ele geçirmiş bulunuyor. Artık İran, kendisinden başka iki-iki buçuk tane daha devlete sahip: Irak, Suriye ve Lübnan. Şimdi bunlara bir tane daha eklenmek üzere: Yemen...
Bir yandan “Afganistan ve Pakistan’daki Şii nüfus”u kendine bağlı odaklar olarak güçlendirirken, bir yandan da hiç Şii nüfusu bulunmayan “Afrika içleri”nde kendi kitlelerini ve organizasyonlarını teşkil eden İran, Akdeniz’e kadar uzanan kuzey şeridinde kurduğu etki alanını şimdi güneyde de teşkil etmenin, güneyde kendine bağlı “peyk devletler” üretmenin nihai aşamasına gelmiş bulunuyor. Gerçi Bahreyn şimdilik durulmuş gözükse de, nüfusun büyük çoğunluğu Şii olduğundan, göreceksiniz İran, hazırlıklarını alttan alta yapıyordur ve yakında harekete geçecektir. Ancak hiç umulmadık bir coğrafyada, bir süredir iç çatışma yaşayan Yemen’de, hemen kuzeyindeki Suudi Arabistan’ın gayretlerine rağmen “İran’a bağlı bir Şii Yemen Devleti”nin kurulması an meselesi.
Eğer gerçekten İslam adına olsa, İran’ın bu faaliyetlerinden rahatsız olacak değilim. Lâkin, yukarıda hatırlattığım yazıda belirttiğim gibi İran, çalışmalarını “Fars milliyetçiliğine dayalı Şiileştirme ve Şii uyduları oluşturma stratejisi”ne göre yürütüyor.
Peki biz ne yapıyoruz?
Halkımızın dinine, inancına, kimlik ve kişilik değerlerine uygun olmayan bir devlet sistemini ve rejimi nasıl daha da güçlendiririz, onun telaşıyla rakip gördüğümüz her unsuru yok etmeye çalışıyoruz.
Oysa yapmamız gereken, bir an önce Türkiye’yi “Batı’nın oyununu onayan bir kurgu devletçiği” olmaktan çıkarmak, rejimi değiştirip “İslam Devleti”ni ilan etmek ve “İslam coğrafyası”nı bir araya getirecek “Hilafet”i kurarak, hem “Batı emperyalizmi”ni kırmak, hem de “İran kuşatması”nı önlemektir.
Bugün olduğu gibi “İslami yapılanmalar”ı bitirip, toplumu “Laik-Kemalist Devlet”e bağlı “uysal vatandaşlar”a dönüştürmeye zorlamakla bu mümkün mü?