AKP'nin kurucularından Fatma Bostan Ünsal, “Fransız ihtilalinin sözleşmeden önceki metninde, ‘insanlığın başına gelen en büyük felaket insan haklarının tanınmadığı bir yönetimdir’ der. Türkiye’de bu ancak ekonomik kriz hissedildiği zaman anlaşılıyor. Ekonomik kriz haklarınız tanınmadığı için, siyasetçilere ulaşamadığınız ve onları değiştireme imkanı da tanınmadığı için çıkıyor” dedi.
AKP'nin 64 kurucu üyesi arasında yer alan, ancak daha sonra partiden ihraç edilen Fatma Bostan Ünsal, partinin geldiği son noktayı Radyo Sputnik’te Atilla Güner’le Akşam Postası’na yorumladı. Ünsal’ın açıklamalarından satırbaşları şöyle:
“AK Parti’nin son durumunda çok rahatsız olan insanların olduğunu biliyorum. Bazen Bület Arınç’ın ifadelerinden bunu anlıyorum. Pek çok insan çoğu zaman da bu işin içinde olanlar için de çeşitli şekilde meşrulaştırabildiklerini düşünüyorum.
Tüm bu olan biteni açık bir şekilde görebilecek bir zemin yok. Medya, Türkiye’de hiç olmadığı kadar dengesiz durumda. Yüzde 90 civarında yandaş söylem ve gündemler öne çıkıyor ve bütün bunlar tarafsız bir şekilde tartışılmıyor o yüzden ‘önce haber almak’ı yazdım ki rahatsızlık geliştirebilsin. Ana akım medya hiç bu kadar tek taraflı, hiç bu düzeyde olmamıştı. Yüzde 10 civarında bir muhalif medya var ama onlar da tam olarak tarafsız bir şekilde anlatmıyor onlar da belirli tercihleri ön plana çıkartarak anlatıyorlar o yüzden de AK Parti’ye oy verenlere hitap etmiyor.
Sosyal medyanın da sıkıntıları var. Sosyal medya yankı odası oluşturmuş oluyor ama yine de çok etkili. Sosyal medyayı karalamak ve etkisiz kılmaya çalıştıklarını biliyoruz. Herkesin ulaşabildiği bir mecra. Basın her zaman çok özgürlükçü olmalı bunu ifade edebilirim. Eğer daha özgürlükçü olmuş olsaydı problemlerimiz bu kadar büyümezdi, daha rahat bir şekilde çözerdik. Biz derslerde basının ne kadar önemli olduğunu okuyorduk ama şimdi yaşayarak anlamış olduk.
Benzer şekilde insan hakları da öyle. Teminat altında olmuş olsa insan hakları da olsa toplanma ve yürüyüş özgürlüğü de olsa o siyasetçileri yanlışlarından çevirme imkanınız var ama ifade özgürlüğü olmadığı zaman bu sefer yanlış devam ediyor ve baskı çok artıyor. Fransız ihtilalinin sözleşmeden önceki metninde, ‘insanlığın başına gelen en büyük felaket insan haklarının tanınmadığı bir yönetimdir’ der. Bu düzeyde Türkiye’de anlaşılmıyor ancak ekonomik kriz hissedildiği zaman ortaya çıkıyor. Ekonomik krizin sebebi haklarınız tanınmadığı için, siyasetçilere ulaşamadığınız ve onları değiştireme imkanı da tanınmadığı için...
Elbette ki yöneticiler de kendilerini iktidarda olmasını ister devamı için her şeyi yapar. Mühim olan onu öyle yapmayacak mekanizmalarla donatmak. Türkiye’de maalesef bütün mekanizmalar bitti o yüzden tek adam diyoruz ama tek adamın da şikayetçi olduğu durumlar ortaya çıktı. Zaman zaman Tayyip Erdoğan’ın da bundan şikayetçi olduğunu, ‘kimse benim adıma hareket etmesin’ dediğini biliyoruz ama kendisini çok güçlü buluyor hatta çevresindekiler de bu gücü devşiriyorlar ve çok büyük suiistimaller ortaya çıkıyor. Kurumların yetkilerini tanımak, kurumlar çerçevesinde ilkelerine karışmamak.. Karıştığınız an kendi mezarınızı kazmış oluyorsunuz. Kendi ayağınıza ateş etmiş oluyorsunuz.
İnsanlar bütün KHK’lılar Ömer Halisdemir’i öldüren olarak görüyor. Biz çoğu da yargılanmıyor, suç yok. Hiç kimse için suç söylenmiyor. Bazıları için dava bile açılmamış. Barış Akademisyenlerine, Anayasa Mahkemesi beraat verdi bütün sonuçlarıyla bizim mağdur olduğumuz ilan edildi. Ak Parti kurulduğu zaman yasaklardan, yolsuzluklardan ve yoksulluktan şikayetçi. O dönem ekonomik kriz vardı ve şaşırtıcı değildi. Türkiye, üç dört yıl Susurluk kazasını örtmek isteyen bir ekibin elinde kaldı. Türkiye karanlıktan geçti ve akabinde ekonomik kriz patladı sonrasında da erken seçim gerçekleşti. Bunun arkasında siyasetin suiistimal edilmesi var bunu görmemiz gerekiyor.
Sonuç ekonomik kiriz oluyor ve insanlar o zaman cezalandırıyorlar ama aslında siyaset şeffaflıktan uzaklaştığı an alarm zillerinin çalması gerekiyor. Keşke böyle olmadan önlem alınabileydi. Sıradan insanlar şu an çok mağdurlar. Ekonomik nedenlerle intiharların gerçekleştiğini görüyoruz. En eğitimli dediğimiz tıp bölümü mezunlarını ve başarılı öğrencileri maalesef yurtdışına kaçırıyoruz. Onların uzmanlıklarından mahrum kalıyoruz.
2000’lerin başında Susurluk gibi olaylar en azından o zamanlar ana akım medyada bunların hepsi yer alıyordu ve bir şekilde insanlar istifa ediyorlardı. Bunun da ne kadar önemli olduğunu şimdi anlıyoruz. Siyaset doğru işlemediği zaman bu tür çeteleşme ve güç kullananların hakimiyeti oluyor ve onlar da sadece kendilerini, çıkarlarını düşünüyorlar. Yandaşlık gibi yani olumsuz 3Y ile sınırlı değil. Bugün yandaşlık çok önemli. Bu problemlerin herkese hitap edeceği zemin olmamasını getiriyor basının yandaşlığı. Başörtüsü yasakları gibi uzun süre süren yasaklar muhafazakar kesimde çok büyük bir güvensizlik yarattı siyasetçilere. Bir türlü güven duyamıyorlar. Muhafazakar seçmenin sadakatinin hem ödülü çok oluyor hem de eğer sadakat göstermezlerse cezası oluyor. Rasyonel düşünmeyi ve müzakereyi engelliyor.
Altılı masayı çok önemli buluyorum. Türkiye’de yüzde 65 sağ muhafazakar seçmen, yüzde 35 sol laik seçmen var. Cumhurbaşkanı yüzde 65’i aldığım zaman iktidar benim olacak diyor. Bu yüzden de zaten bunun üzerinden gidiyor. Yüzde 65 hala sağ muhafazakar olsa da siyasi tercihleri aynı değil. 2017 referandumundan itibaren gördük. Referandum da zaten şaibeliydi. Cumhur ittifakı sürekli güç kaybediyor. 2011 seçimlerinde Ak Parti yüzde 49.5’luk oy almıştı şu ana yüzde 30’un altında. Sistem problem ürettiği için insanlar şikayetçi ve iktidarın seçmeni de iktidar partisinden uzaklaşıyor.”