AKP milletvekili: Darbe uzun süredir Ankara'nın gündemindeydi; geliyor, gelecek...

AKP milletvekili: Darbe uzun süredir Ankara'nın gündemindeydi; geliyor, gelecek...

AKP Adıyaman Milletvekili Adnan Boynukara, darbe girişimini ardından başlayan 'istihbarat zafiyeti' üzerine devam tartışmalara dair olarak, "Uzun zamandır aslında Ankara’da darbe konuşuluyordu. Geliyor, gelecek, gelmek üzere şeklinde konu gündemdeydi. Aslında TSK’nın ve diğer kurumların bir biçimde bundan bilgi sahibi olduğunu düşünüyorum" dedi.

Boynukara, planyacısı Fethullah Gülen olduğu ileri sürülen TSK içinde bir cuntacı askerin gerçekleştirdiği darbe girişimine ilişkin olarak "Burada bir ihmal mi kusur mu var, onun muhasebesini herkes kendisi yapsın, hesabını versin" diye konuştu. "'Biz fark etmeden onlar oralara yerleşmiş ve kumpas çevirmiş’ denip sıyrılacak kadar hafif bir durum mudur?" şeklindeki soruya cevap veren Boynukara, "Değil tabii. Sonuçta bunun bir siyasi değerlendirmesini yapmak lazım" dedi.

 

"FETÖ, Kürt sorununu çözülmesini istemiyor"

 

2015'te milletvekili olmadan önce Adalet Bakanlığı'nda görev yapan ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la çözüm sürecini yürüten Boynukara, Kürt meselesi konusunda 'barış süreci'ne değinerek "FETÖ, Kürt sorununu çözülmesini istemiyor" dedi. 

 

"MİT darbenin püskürtüldüğünü açıkladıktan 5 dakika sonra ABD darbeye karşıyız diyor"

 

Boynukara, darbe girişiminin arkasında ABD'nin olduğuna dair iddialara dair olarak da, "MİT darbenin püskürtüldüğünü açıkladıktan 5 dakika sonra ABD darbeye karşıyız diyor" ifadelerini kullandı. Boynukara, darbe girişiminini 'planlayıcısı' olmakla ve 17 25 Aralık yolsuzluk soruşturmasında 'paralel devlet' kurmakla suçlanan Fethullah Gülen iadesi hakkında "ABD FETÖ’ye sahip çıktığı müddetçe Türkiye’yi ve Türk kamuoyunu kaybedecek" dedi. 

 

AKP Adıyaman Milletvekili Adnan Boynukara'nın Hürriyet gazetesinin bugünkü (1 Ağustos 2016) nüshasında yayımlanan Cansu Çamlıbel'e verdiği yazılı söyleşi şöyle:

 

"Darbe uzun zamandır Ankara'nın gündemindeydi; geliyor, geldi, gelecek..."

 

- Cumhurbaşkanı Erdoğan da herkesin kafasındaki soru işaretlerini ‘Bir istihbarat zafiyeti olduğu ortada’ sözleriyle teyit etti. Neden o güne, olaydan 4-5 saat öncesine kadar, bu kadar büyük bir kalkışmanın hazırlığı fark edilemiyor?

Uzun zamandır aslında Ankara’da konuşuluyordu bu. Geliyor, gelecek, gelmek üzere şeklinde konu gündemdeydi. Aslında TSK’nın ve diğer kurumların bir biçimde bundan bilgi sahibi olduğunu düşünüyorum. Şu gün yapacaklar anlamında değil. Ama önümüzde bir YAŞ süreci vardı. O süreçte bu tür unsurların ayıklanabileceğini düşündüklerini değerlendiriyorum.

- MİT’ten de tasfiyeler oldu. Hakan Fidan’a giden kanallarda da birtakım tıkanmalar olmuş olabilir mi?

Bildiğim kadarıyla açığa alınanlar zaten bir süre önce pasif göreve çekilmiş kişilerdi. Dolayısıyla ana mekanizmanın içinde kimler var kimler yok onu teşkilat kendisi değerlendirir.

 

"Tüm kurumlarda ilk hedefleri personel, teftiş, bilgi işlem ve sekreterya"

 

- Sizin şahit olduğunuz şekliyle Fetullahçı örgütlenme mekanizması devlet kurumları içinde nasıl işliyor?

Hedefledikleri kurumlarda yaptıkları ilk iş personel bölümünü, ikincisi teftiş kurulunu, üçüncüsü bilgi işlem bölümünü, dördüncüsü de özel kalem ve sekretaryayı ele geçirmek. Polis ve askerde bir de istihbarat kısmını ele geçirmek var. Personelden yeni alacağınız kişileri seçiyorsunuz. Orduda ve yargıda kişilerin yükselmesinde teftiş raporları çok önemlidir. Birine düşük, birine yüksek puan vererek kimin önde kimin arkada olacağını dizayn ediyorsunuz. Bilgi işlemle haberleşme ağını kontrol ediyorsunuz. Hele yargıda hangi dosyanın hangi mahkemeye düşeceğini dizayn ediyorsunuz. Sekretarya çok basit görünür ama kimle konuştu, nereye gitti, ne yaptı diye hedefinizdeki kişinin 24 saatini takip ediyorsunuz.

 

"Adalet Bakanlığı'ndaki enstrümanları kararname dairesi ve teftiş raporlarıydı"

 

- Adalet Bakanlığı özelinde Fetullahçı yapılanmanın en belirgin davranış kodları neydi?

Adalet Bakanlığı’na ilk gittiğimde kararname süreçlerinin nasıl hazırlandığına bakmıştım. Gördüğüm şey şu. Anadolu’nun küçük bir kasabasında görev yapan bir hâkimi Ankara’ya getiriyorsunuz, kararname bölümünün başına geçiriyorsunuz. Bir kişi 20 yıl aynı süreci yönetiyor. Büyük ihtimalle o kişiler güvenilir kişiler kendileri açısından, dolayısıyla da kararname bölümünü kontrol ediyorlar.

Son HSYK değişikliğinden, yani 2010’dan önceki süreçte ben bunların dökümünü çıkardım. Yaz kararnamesi genelde 1600-1700 kişi civarındadır. Siz 1500 kişiyi yerleştirip 100 kişiyi boş bırakıyorsunuz. Sonra HSYK üyelerine gidip sizin öngördüğünüz isim var mı diye soruyorsunuz. Atıyorum 5-10 tane isim veriyor. Siz de ‘Çok iyi olur ama şu kişinin hakkındaki teftiş raporları olumsuz’ deyince o zaman HSYK üyesi de ‘pardon’ deyip geri adım atıyor. Böyle böyle dizayn ediyorsunuz aslında kimin nereye geleceğini.

Ergenekon ve Balyoz yargılamalarını yapan isimlerin hepsi 2005-2006 yıllarında özel yetkili hâkim ve savcı olarak atanmıştır. Bunlar taşrada küçük mahkemelerde görev yapan isimler. Bir günde bunları İstanbul’a, Ankara’ya getiren bir akıl ve örgütlenme var.

- Normalde bürokratik hiyerarşi içinde söz konusu olamayacak atamalar...

Normal koşullarda olmaması gereken şeyler.

 

"Bunlar temiz, parlak çocuklar siz kıskanıyorsunuz!"

 

- Eski Bakan Sadullah Ergin ‘7 Şubat 2012’ye kadar bu denli tehlikeli bir hal aldıklarını fark etmedim’ mealinde bir açıklama yaptı. Çok sorunlu bir değerlendirme olarak görüldü. 2010 referandumuyla Adalet Bakanı HSYK’ya başkanlık eder hale gelmiş, en azından 2010-2012 arası süreçte bazı şeyler tespit edilemez miydi?

Bence bu biraz nereden baktığınızla ilgili. Devlet kurumlarındaki, özellikle yargıdaki Fetullahçı örgütlenme 1980’lerin sonunda başlayan bir süreç. Bugün ismi geçen bazı kişilerin mesleğe giriş tarihlerine bakıyorsunuz, 80’lerin sonu 90’ların başı. Farklı iktidar dönemlerinde bu insanlar işe girmişler. ANAP döneminde, DYP döneminde giren var. DSP koalisyonu döneminde çok yoğun bir örgütlenme olduğu söyleniyor. Dil şu; bunlar temiz, parlak, yetişmiş çocuklar ve siz bunları kıskanıyorsunuz. Benim gibi yüzlerce insan farklı ortamlarda bu sorunu dile getirmiştir. Genel olarak kıskançlık kavramıyla ilişkilendirildiği için sizin bir şey söyleme şansınız olmuyor.

- Bu anlattıklarınızdan sizin çok erken aşamalardan itibaren Gülenciler konusunda soru işaretleriniz olduğunu anlıyorum.

1990’ların başında arkadaşlarımızla ‘Değişim’ diye bir dergi çıkarıyorduk. Oraya 1991’de ‘Gülenizm’ başlıklı bir yazı yazmıştım. Herhangi bir isim yok, hakaret yok, sadece o din anlayışına bir eleştiri vardı benim yazımda. Hakkımda dava açtılar, yargılandım, bir ceza verdiler, sonra Yargıtay bozdu, gelen hâkim Yargıtay’ın kararına uydu da öyle kurtuldum. Türkiye’deki muhafazakâr kesimin içinden gelen birçok insan bunun farklı bir örgütlenme olduğunu biliyordu.

- O zaman demek ki mesele bunu bilmemek değildi.

Bu kadar ciddi bir tehdit olduğunu algılayamamış olabilirler.

 

"İhmal mi, kusur mu herkes hesabını versin"

 

- Meslektaşım Ahmet Şık ‘İmamın Ordusu’ kitabı daha taslak halindeyken tutuklandığında herkesin hafızasına kazınan o cümleyi kurmuştu: ‘Dokunan yanar!’ Bürokrasi ve siyasetteki çoğunluk tam da o şekilde, dokunulduğu zaman yanılacağını bildiğinden mi geri durdu? ‘Bunların ne yapacağı belli olmaz, bizim başımız ağrımasın’ şeklinde bir çekimserlik mi hâkimdi?

Mümkündür. Ama şunu hep dile getirdim; devlet içinde kamu hiyerarşisi dışında hiçbir hiyerarşinin olmaması gerektiğine inanan bir kişiyim. Tek renkli, tek tonlu, tek biçimde bir bürokratik yapı ülkeyi Türkiye olmaktan çıkarır. Türkiye Sünni’si, Alevi’si, Kürt’ü, Ermeni’si, Rum’u varsa Türkiye’dir. Birilerini ayırıp kenara koyduğunuzda Türkiye olmaktan çıkıyor. Devletin temel olarak dikkate alması gereken not budur. Bundan sonra kim olursa olsun, hangi inançtan, hangi siyasi felsefeden olursa olsun kamu hiyerarşisi dışında bir hiyerarşik yapıya sahip olan unsurların devletin içinde pozisyon almasına izin verilmemesi lazım. Burada bir ihmal mi kusur mu var, onun muhasebesini herkes kendisi yapsın, hesabını versin. Ona diyecek bir şey yok.

 

"Muhafazakâr kesim de Gülencilerden rahatsızdı"

 

- Son 10 sene içinde bürokrasiden şunu çok duyduk; ‘Muhafazakârlık ve alnı secde gören insan takıntısı var. O yüzden de bizler dışlandık, gelmemiz gereken görevlere getirilmedik. Dindarların eğitimli kadroları genelde Gülenci olduğu için hükümet o görevlere onları getiriyor’. Kriter dindarlık mıydı?

Şimdi bu muhafazakâr olmayan kişilerin değerlendirmesi olabilir. Ben de şunu söylüyorum; muhafazakâr kesimin içinde de birçok kişi bundan rahatsızdı. Salt bir muhafazakârlık ya da alnı secde görme kriteri yoktu. Muhafazakârlar da bir şekilde dışlandıklarını düşünüyordu. ‘Ben KPSS’ye girdim ama memurluktan öteye geçemiyorum’ gibi serzenişler oluyordu. Bunun temel nedeni şu. Kurumun personel dairesini ele geçirmişsiniz, teftişini ele geçirmişsiniz ve siz kimin ileri kimin geri gideceğini kontrol ediyorsunuz. Personelde kimin yurtdışı eğitime gideceğine siz karar veriyorsunuz. Adalet Bakanlığı’nda tanıdığım hâkim ve savcı arkadaşlar vardı, çok iyi dil puanı alıyorlardı ama bir türlü yurtdışına master, doktora programlarına gidemiyorlar. Bir gün gelip şikâyetçi oldular, konuştuk. Baktık olmuyor sayıyı arttırdık.

- Atamalar bu şekilde yapılıyor olsa ve birtakım kritik noktalar kilitlenmiş olsa da Ergenekon, Balyoz gibi son derece siyasi davalar iktidar tarafından onların kurmuş olduğu özel yetkili mahkemelere emanet edildi. O süreçte hükümetin yetkili ağızlarından Gülenci mekanizmanın hukuksuzluğuna yönelik hiçbir tereddüt, şüphe falan duymadığımız gibi bol miktarda takdir ve onay duyduk. O davalarda insanlara ve ülkeye yaşatılanlar ‘Biz fark etmeden onlar oralara yerleşmiş ve kumpas çevirmiş’ denip sıyrılacak kadar hafif bir durum mudur?

Değil tabii. Sonuçta bunun bir siyasi değerlendirmesini yapmak lazım.

- Ben de size eski bir bürokrat olarak değil o siyasi iktidarın bir vekili olarak soruyorum.

O süreçte Adalet Bakanlığı’nda bürokrattım. Yargılanan kişilerin bir çoğunun ailesiyle cezaevinde yaşadıkları olumsuzların giderilmesi için irtibatta oldum. Cezaevleri koşullarının standartları ve ayrımcılığa uğrayıp mağdur olmamaları gibi konularda çalıştık. Yargılama süreci bizim dışımızdaydı. Hâkim ve savcılar sadece özlük hakları itibarıyla Adalet Bakanlığı’na bağlılardı. 2010 düzenlemesiyle bakanlıktan da ayrıldılar. Yargılama süreçleriyle bakanlığın ilişkisi yargılamayı yapan kadronun temel ihtiyaçlarını karşılamadan öte değil. 2005 yılına kadar Adalet Bakanı’nın savcılara talimat verme yetkisi vardı ama sonra AB’ye uyum doğrultusunda bakanın bu yetkisi kaldırıldı. Dolayısıyla siyaset kurumunun o davalarda işin içinde olduğuna dair bende bir bilgi yok.

- Bu mahkemeler iktidar tarafından bizzat dizayn edilmemiş olabilir. Ama AK Parti o mahkemelerin kurulmasına itiraz etmedi.

Evet.

- O mahkemelerin yaptığı yargılamaları onayladı, ‘Türkiye demokratikleşiyor’ argümanıyla kutladı.

Tam da öyle değil. Sayın Cumhurbaşkanı’nın başbakan olduğu dönemde İlker (Bağbuğ) Paşa’ya ilişkin açıklamaları var.

- Sadece tutuksuz yargılamayla ilgiliydi o açıklama ama.

Ona şöyle bakmakta fayda var. Bu ülkede adli kolluk üst sınırı 3 yıldı, yani o süre içinde mahkeme sizi tutuksuz yargılayabilirdi. Onun dışında tutukluluk esastı. O yargılama süreçlerinde ortaya çıkan olumsuzlukları dikkate alarak AK Parti adli kontrol sınırını kaldırdı. AK Parti yaptığı yasal düzenleme ile tutuksuz yargılamanın esas olduğunu ve tutuklu yargılanacaksa da somut delil yazılmasına ilişkin yasal düzenleme yaptı. Kısacası; yargılama süreçlerinin tutuksuz yapılması için çok yasal düzenleme yapıldı. Siyasal iktidar bence bir noktadan sonra bu gidişatın iyi olmadığını fark etti.

- Hangi noktadan sonra, tarih nedir?

Bilemem onun tam zamanını ama bu yasal düzenlemeleri kronolojik olarak dökebiliriz. Bence tutukluluk üst sınırının kaldırılması devrim niteliğinde bir karardı.

- Siz usulle ilgili bir düzenlemeden bahsediyorsunuz, ben siyasi pozisyonla ilgili bir soru soruyorum. Askeri vesayet geriletilmesi temel hedef olduğu için AK Parti bu mahkemelerin sahte deliller üzerine kurulmasını önemsemedi algısının önüne geçilecek hiçbir şey yapılmadı. ‘Şu şu şu paşalar zaten darbeye meyilli bilinir, yapmış olabilirler’ ön kabulü üzerinden mi bir tavır alındı?

Ben bulunduğum yerlerde öyle bir değerlendirmeye şahit olmadım ama kamuoyunda bu nasıl algılanıyor bilmiyorum. ‘Bunlar da darbeye meyilliler, dolayısıyla bir şekilde bu yargılama süreçleri üzerinden tasfiye edelim’ şeklinde benim bildiğim bir değerlendirme yok. Tam tersi beraber çalıştığım iki bakanın da bana verdiği temel işlerden birisi bütün hükümlü ve tutuklulara eşit muamele yapılmasıydı. Bizim müdahale edebileceğimiz olumsuzlukların giderilmesi için bana sürekli ikazlar yapılıyordu.

Kolluk işin bir tarafı, yargı işin bir tarafı. Kollukla yargı arasında bir ilişki var. Sorun şu; birçok kişi bu süreçlerde siyasal iktidarın bu iki unsuru yönlendirdiğini düşünüyor. Ben bunun doğru olmadığını söylüyorum. Siyasal iktidarlar bu kadar bu işlerin içinde değiller. Adalet Bakanlığı’nda birlikte çalıştığım iki bakandan da yargıya müdahale anlamına gelecek hiçbir olaya şahit olmadım. 2005 yılından sonra siyaset kurumunun yargıya müdahale şansı yok. Ama şu anda ortaya çıkanlara bakınca farklı saiklerle yargıçların bir mekanizma kurduğunu anlıyoruz.

 

"Devlet kirli amacı fark etti ama kafasına göre şunu çıkardım, bunu aldım diyemedi"

 

- 2013’ten itibaren hükümetin ‘Paralel devletle mücadele ediyorum’ dediği döneme girdik ve bütün kurumlarda Gülencilerin temizlenmesi için büyük çalışma başlatıldı. O kadar hummalı bir kampanyaya rağmen 15 Temmuz’da ortaya çıktı ki Cumhurbaşkanı’nı yaveri bile Paralel. Nasıl olabiliyor?

En önemli kırılma noktalarından biri 7 Şubat 2012’dir. MİT müsteşarı da ismi geçen diğer kişiler de ifadeye gitse, PKK terör örgütüne yardımdan tutuklanacaklar. Müsteşarın üzerinden de o zaman başbakan olan Tayyip Bey’e ulaşılması hedefleniyordu. Bunlar birbirini tetikleyen olaylar. Sonra 17-25 Aralık olayları. Ama sonuçta devlet olarak sizi bağlayan bir hukuki çerçeve var. Kafanıza göre şunu çıkardım, bunu aldım diyemezsiniz. Siyasal iktidar 7 Şubat’tan sonra bu örgütün tam amacını ve ne kadar kirli olduğunu fark etmiş olabilir.

- Sizce Fetullahçı örgütlenme devleti ele geçirseler dini bir devlet mi kuracaklardı?

Ben onların din anlayışlarına baktığımda bizim anne-baba dinine uygun bir anlayış görmüyorum. Klasik dini ritüeller var. Ama bu grubun kilit noktasındaki isimlerine bu ritüellere uymama talimatı verildiği hep konuşulurdu.

 

"FETÖ bundan sonra Türkiye ile ABD arasında bir krizdir"

 

- Fetullah Gülen ölse FETÖ dediğiniz örgütlenme talimatları kimden alacak?

Bunu sadece Fetullah Gülen üzerinden değerlendirirsek yanlış yaparız. Dini argümanları kullanan bir vaizin ortaya çıkardığı bir örgütlenmeden bahsetmiyoruz. Dış destek olmadan bir kişinin böyle bir örgütlenme kurması mümkün değil. 100’ü aşan ülkede örgütlenip okul açıyorsunuz, uluslararası lobicilikte, sermaye alanında örgütlenmişsiniz. Bu tek başına bir vaizin yapacağı iş değil. Ben bunun küresel istihbarat örgütleri tarafından bilinçli olarak desteklendiğini düşünüyorum. Aslında iade konusunun tartışmalı hale getirilmesinin temel nedeni de bu. Amerikan yönetiminin Gülen’i iade etmesi CIA içindeki bir kanadın tasfiyesiyle ilgilidir. Fetullah Gülen’in iadesi demek o kanadın tasfiyesi demek. Buna onay verecekler mi, vermeyecekler mi mesele bu. Ben şu an hâlâ kafalarının karışık olduğunu düşünüyorum. FETÖ, Türkiye ile ABD arasında bir krizdir bundan sonra. ABD FETÖ’ye sahip çıktığı müddetçe Türkiye’yi ve Türk kamuoyunu kaybedecek. Ben Amerikan yönetiminin tümden bu işin içinde olduğunu düşünmeyebilirim. Ama ABD’nin bugün artık şunu demesi lazım; ‘Bizim içimizde de birtakım olumsuzluklara karışmış kişiler var. Bunlar bu gruba destek vermiş olabilir. Araştırıyoruz’.

- CIA ve FBI’ın isimlerine FETÖ’yü destekleyen destekçi olarak iddianamede açıkça yer verilmiş. Yazılı bir belgede bu ifadeler yer aldıktan sonra ilişkiler bir şey olmamış gibi devam mı edecek?

Bakın Türkiye’de darbenin başlangıç saati belli. ABD’nin darbeye karşı yaptığı açıklamanın saati belli. Bir kronoloji çıkardım, yanlış hatırlamıyorsam ABD açıklaması 02.20’de geldi. O süreçte birkaç kez soruluyor. ‘İzliyoruz, bilgi alıyoruz’ diyorlar. Neyi izliyorsunuz? Tanklar sokağa çıkmış, insanların üzerine silahla ateş ediliyor. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bu yana ilk defa uçaklar şehirleri bombaladı. Cumhurbaşkanı Külliyesi’nin önündeki sivil insanlar vuruluyor. Meclis bombalanıyor. MİT kampusu bombalanıyor. Bunlar sadece 21.00-23.00 arası olan olaylar. Ama siz ancak 02.20’de darbeye karşıyız diyebiliyorsunuz. O saatten sadece 5-10 dakika önce MİT darbenin püskürtüldüğünü ve nokta operasyonlara başladığını açıkladı. Ve siz (ABD) ondan sonra açıklama yapıyorsunuz ancak. Bakın, Türkiye NATO ülkesi. Türkiye’de askerin müdahil olduğu herhangi bir olayı NATO’nun bilmeyeceğini düşünmek saflık olur. NATO’nun bildiğini ABD’nin bilmediğini düşünmemizi istemek de aklımızla alay etmektir. Uçaklar Meclis’in tepesinde saatlerce dönerken biz kendi aramızda ‘Bitmiyor mu bunların yakıtı’ diyorduk. Sonradan anlıyoruz ki İncirlik’ten tanker uçak kaldırılıp bu uçaklara ikmal yapıyorsunuz. Sonra oranın komutanı Amerika’dan sığınma talep ettiğine ilişkin haberler çıktı ortaya. ABD’nin tüm bu mekanizmadan habersiz olduğuna inanmamızı beklemek aklımızla alay etmektir.

 

"Olayın sıcaklığında yanlış yapanlar yargılanır"

 

- Diyelim ki ABD bir noktada Türk-Amerikan ilişkilerinin kendi bölgedeki çıkarları açısından önemini gözeterek Gülen’i iade etti. Türkiye’de devlet 15 Temmuz’un ardından Fetullah Gülen’in sokakta linç edilmesini falan engelleyebilir mi?

Yargılama süreci içinde olan bir kişinin hayatı devletin güvencesinin altındadır. Devlet onu sağlar.

- Mesela darbecilerin ifade sonrası görüntüleri işkence ve kötü muamelenin izlerini taşıyordu.

Türkiye Cumhuriyeti devleti işkenceye sıfır tolerans diye bir pozisyon almış, işkenceye ilişkin suçlara ağır cezalar getiren yasal düzenlemeler yapılmış. Devletin pozisyonu belli. İkinci tarafa geçince ise, olayın sıcaklığı içinde yanlış yapanlar olabilir. Kim yanlış yaparsa yapsın onunla ilgili süreç başlatılır. Ayrı bir yargılama süreci işletilir onlar için. Suç söz konusuysa kişilerin bireysel olarak o suçun cezasını vermesi gibi bir durum söz konusu olamaz. Yapılan yanlışlardan hareketle bir kişinin ülkeye iadesinin doğru olup olmadığını konuşmak konuyu yanlış zeminde tartışmaktır.

 

"Mesele iade dosyasının içeriği değil"

 

- 15 Temmuz öncesinde ABD devamlı ‘Bize bir iade dosyası gelmedi’ diyordu. Ancak 15 Temmuz’dan kısa süre sonra dosyanın ulaştığını teyit etti.

Adalet Bakanlığı’nda çalıştığım dönemde o kişiyle ilgili Selam Tevhid dosyası kapsamında İstanbul Başsavcılığı’nın bir iade dosyası hazırladığını biliyorum. Ben o dosyanın 2015’te gittiğini biliyorum ama Amerika’nın yaptığı açıklamalardan bunun işleme konulmadığını anlıyoruz. Şu an yeni delillerle, ana dosya kapsamında, darbe girişimine dair deliller ve ifadelerle yeni bir iade dosyası gönderilmiştir. Ama artık bu süreçten sonra mesele dosya değil ABD’nin Gülen’i gönderip göndermeme kararını vermesi.

 

"Kürt meselesinde hükümet benden habersiz ne yapıyor diye peşimizde"

 

- Fetullahçı örgütlenme Kürt sorununun çözümünü neden hedef aldı?

Türklük hatta ırkçılık vurgusunu çok kullanan bir grup. Ben bunun uluslararası güçler tarafından kullanıldığını düşünüyorum. Şunu net biliyorum; benimle ilgili telefon görüşmelerinin izlenmesinin tek nedeni Adalet Bakanlığı’ndaki çözüm süreciyle ilgili. O süreçle birlikte takibe alınmış birisiyim. Allah’tan en uzun konuşmam bir dakikanın altında. Burada motivasyon şu; bunlar Kürt meselesinde bir şey yapıyorlar, bizden habersiz acaba ne yapıyorlar? Benim üzerimden ve diğer aktörler üzerinden bunu takip etmeye çalışıyorlar. Bu ülkenin sorunlarını çözmesini istemiyorlar!

- Kürt siyasi hareketi de KCK davalarının arkasında hep Gülenci yapıcının olduğunu savunageldi. O zaman sizin söylediklerinizde şöyle bir çelişki yok mu; PYD çizgisine açıkça destek veren ABD bir yandan da Kürt meselesinin çözümünü istemeyen Gülenci yapıyla ittifak halinde.

Devletlerle örgütler arasındaki ilişkiler kullanmaya dayalı ilişkilerdir. Siz bir ihtiyaç için A örgütünü, başka bir ihtiyaç için B örgütünü kullanıyorsunuz. Onun için bu kullanma trafiğini birbirine karıştırmamak lazım. Ben FETÖ’nün kamunun içine yerleştirilmiş unsurları aracılığıyla Kürt meselesini nasıl çözüyor bu devlet merakıyla bilgi peşinde koştuğunu düşünüyorum. Ben örgütün küresel unsurlar tarafından Türkiye’nin ne yaptığının anlaşılması ve çözümün ötelenmesi için kullanıldığını düşünüyorum. Bahsettiğiniz yargılama süreçleri bunun bir aşamasıdır, sürecin aktörlerinin takip edilmesi bunun bir aşamasıdır. MİT TIR’larına ilişkin süreç başka bir aşamasıdır. Bunların hepsi Türkiye’yi bulunduğu pozisyona mahkûm etmektir. Amerika, Türkiye’nin sinir uçlarıyla oynuyor. PYD üniformalı Amerikan askerlerinin sınırlarımızda dolaşması Türkiye’nin sinir uçlarıyla oynamaktır. Bunlar Türk-Amerikan ilişkileri açısından çok olumsuz bir dönemin başlangıcı. PYD dediğiniz şey şematik olarak KCK üst yapılanmasının altındadır. Bunu Amerika da biliyor. Kandil’deki bir çok aktörün şu an orada olduğunu biliyoruz.

 

"İmralı'nın bağlı olduğu Bursa Jandarma Komutanı da darbeci çıktı"

 

- 15 Temmuz gecesi İmralı’ya yönelik herhangi bir kalkışma olmuş mu ya da olacağına dair bir planlama ortaya çıktı mı? Star gazetesinde İlhami Işık üst düzey bir kaynağa atfen kaleme aldığı yazıda Cougar helikopteriyle adaya gidecek bir timin sabah 4’te Öcalan’ı infaz etmeyi planladığını yazdı.

Bildiğim kadarıyla İmralı’da herhangi bir problem yok. Saat 04.00’te öldürülecekti falan diye bir hazırlık ben duymadım. Ama Bursa İl Jandarma Alay Komutanı (Albay Yurdakul Akkuş) şu anda tutuklu. İmralı Cezaevi’nin dış güvenliği Bursa jandarmasına bağlı. Bahsettiğiniz türde bir hazırlık vardıysa onun sorgulanmasından sonra ortaya çıkacak. Bildiğim kadarıyla onun üzerinden atamalarla ilgili yüzlerce isim çıktı. Darbe sürecini aydınlatan çok ciddi belgeler çıktı.

- Biz çözüm sürecinin aktörleri dinlendi falan derken aslında Gülenciler İmralı’daki çok kritik bir atamayı yapıp orayı içerden gözlem altında tutmayı başarmış.

Şu anda ortaya çıkan durum bu. Bu kişi darbenin parçası olmaktan tutuklu.

 

"15 Temmuz klasik sosyal tezleri altüst etti"

 

15 Temmuz’da millet kendi kaderini eline aldı ve muazzam bir erdem ve sağduyu içerisinde, bedeller ödeyerek geleceğini kurtardı. Artık hiç kimse din, laiklik, etnik veya mezhep ya da bir ideoloji adına bu halkı ya da devleti kurtarmaya kalkmasın. Bu halk, herkesten daha fazla kendini kurtarmış bir yüksek karaktere sahip olduğunu gösterdi. Halk birbirinin kimliğini sormadan ve sorgulamadan, ortak bir varoluş bilinciyle günlerce sokaklarda destanlar yazdılar. Bu, bütün klasik sosyal tezleri altüst eden müthiş bir olgudur. Millet üzerine düşeni yaptı, şimdi siyasetin millete layık olma zamanıdır.

Cumhurbaşkanımız eski Türkiye’nin Soğuk Savaş dönemi siyasetçi tarzını, gösterdiği kararlı tutum ile çöp etti. Kendi can güvenliği pahasına halkla birlikte direnişe önderlik etti. Bence Erdoğan; bu süreçte ortaya çıkan milli, yerli, onurlu toplumsal devrimin lideridir.