AKP neden kazanır, CHP neden kaybeder (1)

AKP neden kazanır, CHP neden kaybeder (1)

 İlyas Başsoy, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) “hep kazanan” bir parti olmasını, buna mukabil parlamentoda hakiki, güçlü bir muhalefet partisinin bulunmamasını kaygı verici bulan; bu nedenle de, CHP’nin güçlenmesini sadece istemekle kalmayıp, uzmanı olduğu “algı yönetimi”ne dair bütün bilgisini bu partinin hizmetine sunmaya çalışan bir sosyalist... Birgün gazetesinde yazılar da yazan Başsoy, 2009 yerel seçimlerinde Antalya’da CHP belediye başkan adayı Mustaf’a Akaydın’a seçimi kazandıran “mucize kampanya”nın yaratıcısı ve uygulayıcısı...

Kemal Kılıçdaroğlu, Antalya başarısının ardından 2011 Haziran seçimleri için onu davet etti, saatler boyunca dinledi. İlyas Başsoy Kılıçdaroğlu’na, yöntemlerini benimser ve uygularsa seçimi kazanacağını veya oylarını büyük oranda arttıracağını, fakat bilinen CHP yöntemlerini uygularsa “en fazla yüzde 26” alabileceğini yüzüne karşı söyledi.

Ne var ki, CHP 12 Haziran 2011 seçimi kampanyasını İlyas Başsoy’a vermedi.

Bunun üzerine o da, gerçekleştirdiği Antalya kampanyasında uyguladığı; çok isteyip de gerçekleştiremediği genel seçimler kampanyasını alabilseydi uygulayacağı iletişim stratejisini AKP Neden Kazanır, CHP Neden Kaybeder başlıklı bir kitapta toplamaya karar verdi.

En kritik nokta: Kampanya “siyasetsiz” seçmene yönelmelidir

İlyas Başsoy, çok temel ve çok basit bir kabulden yola çıkıyor: Bir siyasi kampanya, oyunu sadece “iş”e ve “hizmet”e bakarak veren “siyasetsiz seçmen”lere yönelik olarak yürütülmelidir. (Başsoy, bu seçmenlerin tamamını Selim Türkhan adını verdiği hayali bir kişiyle ifade ediyor, onların partisine de Selim Türkhan Partisi –STP diyor.) Kampanya STP tabanını etkilemeye yönelik olmalıdır, çünkü partilerin taşlaşmış tabanlarından birkaç parça sökmek bile zorken Selim Türkhan Partisi’nin (STP) tabanında “hizmetle tavlanmayı” bekleyen, oyunu her an değiştirmeye hazır milyonlarca seçmen vardır. Başsoy’a göre, AKP baştan beri çekirdek tabanıyla zımnî bir sözleşme yapmış ve onları, partinin bütün enerjisini “siyasetsiz” Selim Türkhanların oyunu almaya harcamasına ikna etmiştir. Yani AKP çekirdeği, seçimi kazanıp iktidar olabilmek için bunun kaçınılmaz olduğunu kabul eden ve gereğini yapan bir kitledir.

CHP ise tam tersine, sürekli olarak Çetin Altan’ın deyişiyle “Türk’ün Türk’e propagandası” misali kendi “çekirdek”ine propaganda yapan bir parti görünümündedir. Yönetim buna biraz da mecbur kalmaktadır, çünkü bunun dışına çıkıp mesela laiklikten biraz daha az bahsettiğinde aşağıdan homurtular gelmektedir. Fakat Başsoy’a göre burada temel sorumluluk, tabanını bu yönde eğitip gereğini yapmayan yönetimlerdedir. Ayrıca, yönetimler cesaret gösterip bunu yapsalar, “çekirdek”ten yine de büyük kopmaların olmayacağını görecek ve rahatlayacaklardır. Çünkü, adı üstünde; çekirdek çekirdektir, öyle kolay kolay kırılmaz. Hele ki, bu “fedakârlığı”nın seçim zaferi getireceğinin kokusunu alırsa...

Sonuçta şu olmaktadır: AK Parti sürekli olarak kendi çekirdeğini genişletirken, CHP, dünyada bir eşi daha bulunmayan büyüklükteki (yüzde 20) çekirdeğini bir türlü genişletememektedir. Dolayısıyla CHP seçmeni ile CHP tabanı hep aynı büyüklüğe tekabül etmektedir: Yüzde 20.

İlyas Başsoy’a göre, son iki seçimde AK Parti Selim Türkhanların tamamına yakınının oyunu aldı.

Antalyalı Selim Türkhanlar nasıl “tavlandı”

Başsoy’un kitabı iki bölümden oluşuyor. Antalya seçim zaferinin anlatıldığı birinci bölüm, Tayyip Erdoğan’ın sözlerinden oluşuyor: “Çok ama çok anormal bir durum...”

İlyas Başsoy, seçimlere iki ay kala ekibiyle birlikte İstanbul’dan Antalya’ya gittikten sonraki ilk karşılaşmalarında Mustafa Akaydın’a “tepki” değil “etki” ortaya koyacaklarını söylemiş. Yani CHP’ye ve adayına hiç sataşmayacaklarını, sadece kendi yapacaklarını anlatacaklarını söylemiş. “Nasıl yapacaksınız, hangi parayla” sorularına karşı da kampanyanın temel sloganını açıklamış: “Antalya Ankara’dan zengin...”

Şimdi burada “kaynak” meselesini çözecek ikna edici izahları tek tek sıralayamamam, çok inandırıcı olduklarını söyleyip geçeceğim. Öyle ki, ben Antalyalı olsaydım, tıpkı Antalyalılar gibi temel sloganı benimser, “Hakikaten ya, bizim Ankara’nın parasına ihtiyacımız yok ki” noktasına gelirdim.

İlaveten şunu da düşünürseniz, sloganın gücünü daha iyi anlayabilirsiniz: AK Parti ve Menderes Türel kesinlikle karşı çıkamazdı bu slogana... Kalkıp, “Hayır, Antalya zengin değil” gibi bir negatifliğe savrulamazlardı. Öte yandan “doğru” deseydi, bu defa da “takipçi” konumuna düşecekti.

Benim görebildiğim kadarıyla kampanyanın ikinci önemli noktası şu: Klasik CHP iletişim stratejisiyle yürünseydi Antalya’da yapılan yatırımların tamamı görmezlikten gelinecekken tam tersi yapılmış ve yapılanların takdir edildiği bir strateji uygulanmış. İlaveten de, bunların sürdürüleceği ve daha fazlasının yapılacağı duyurulmuş Antalya halkına. Böylece, Menderes Türel’in “başarı kültü” üzerinden propaganda yapması engellenmiş. Öyle ya, her teşebbüsünde, “tamam, biliyoruz, reddetmiyoruz, sağolun, Antalyalılar size minnettardır”la karşılanacak bir başarı propagandasının tadı mı kalır?

Başsoy, “Lütfen, Türkiye İsveç tipi bir seçim kampanyası görsün” diyerek Akaydın’ı ikna etmiş ve kampanyanın ilk günü elinde bir çiçekle Menderes Türel’i ziyaret etmesini sağlamış.

Bütün bunların sonucunda, başarıları takdir eden, böylece işbaşına geldiğinde kavga etmek bir yana “hizmet”ten başka bir şey düşünmediğini gösteren; hırçın olmayan; nazik, babacan bir Akaydın imajı Antalyalıların zihinlerine ve kalplerine yerleştirilmiş.

Kampanyanın bir aşamasında Başbakan Erdoğan Antep’te doğrudan Akaydın’ı hedef alıp “Bir de ‘yaparsa hoca yapar’ diye bir laf uydurmuşlar” deyince, İlyas Başsoy hemen telefona sarılıp Akaydın’ı aramış: “Hocam müjde, Başbakan takipçiniz oldu. Sanırım bu seçimi alacaksınız.”

İlyas Başsoy, ertesi gün “Başbakanım kızma, mutlu ol” billboard’unu hazırlamış. Şöyle diyor kitabında:

“Siyasetsiz seçmen için en ilginç olanı ise ‘Başbakanım’ sözcüğüydü. Rakip bir partinin adayı olduğu halde ‘Başbakanım’ diyerek sahiplenmek, daha önce örneği görülmüş bir durum değildi. Tek başına bu basit iyelik ekinin, Selim Türkhanları kazanmada çok önemli katkısının olduğunu gördüm.”

İlyas Başsoy, modern dönemin tersine post-modern dönemde seçmenlerin akıllarından çok duygularının sesini dinlediğine inanan bir iletişimci; zaten AK Parti ile CHP’nin bu noktada tamamen ayrıştığı kanaatinde:

“Hisleri küçümsemeyin. Pozitif bilim çoktandır teslim etti ‘his’lerin olağanüstü değerini... AKP ve CHP’nin temel farkı, birinin içgüdüsel veya bilinçli şekilde bu ayrımın farkında olması, diğerinin ise hâlâ 19. yüzyıl pozitivistleri gibi davranması. AKP post-moderndir, CHP ise modern.”

“Bu projeler bize vebal yükler”

Çok açık ki, yapıp edeceklerini sayarak ve bunları sürekli tekrarlayarak seçimi kazanmak, bir yandan da büyük riskler barındırır. Seçimi kazanan, fakat vaat ettiklerini gerçekleştirmek için yeterli hazırlığı olmayan bir parti, sonraki seçimleri de tehlikeye atmış olur.

İlyas Başsoy da kampanya sırasında aman hocam, demiş, açıkladığımız projeler bize vebal yükler. Kazanırsanız çok çalışmanız gerekecek.

Seçimi kazandığı gün geçmiş Akaydın’ın karşısına ve kendi hazırladığı, kusursuz olduğunu düşündüğü projelerle Başbakan’a gitmesini istemiş. Şöyle demiş:

“Siz bu seçimi ‘Başbakanım’ diyerek kazandınız, yine ‘Başbakanım’ diyerek projeleriniz için destek isteyin. Kabul etmezse, o ayıplı duruma düşer. Siz efendiliği elden bırakmayın.”

Fakat öyle olmamış, Akaydın projelerle Başbakan’a gitmek yerine projeleri unutmayı tercih etmiş..

İlyas Başsoy şimdi kendisini sık sık CHP’ye oy verenlerden özür dilerken buluyormuş.

Başsoy, kitabının “Bir seçim nasıl kaybedilir” başlıklı ikinci bölümünde ise 12 Haziran 2012 seçimleri için Kılıçdaroğlu’na nasıl bir iletişim stratejisi sunduğunu anlatıyor.

O strateji de tıpkı Antalya gibi başarıyı takdir eden ve hırçınlığı reddeden mesajlar üzerinden, partinin hizmet aşkıyla dolu olduğu algısını Selim Türkkanlara verme temeline dayanan bir strateji... Fakat çok daha radikal öneriler içeriyor. Bunlardan birine göre, CHP seçimleri kazandığı takdirde Sağlık ve Ulaştırma bakanlarının görevlerine devam etmelerini rica ediyor...

Kitabın bu bölümünü de cumaya anlatacağım.

Alper Görmüş /Taraf/ 06.12.2011