AKP'nin anayasa taslağı: Yine başkanın dediği olacak

AKP'nin anayasa taslağı: Yine başkanın dediği olacak

AKP bünyesinde hazırlanan yeni anayasa taslağında Meclis'in güçlendirilmesi hedefleniyor. Ancak Meclis'te iktidar partilerinin çoğunlukta olduğuna işaret eden hukukçular, "Değişen bir şey olmayacak" diyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın beş ay önce "Yeni anayasayı tartışmanın vakti gelmiştir" açıklamasından sonra AKP bünyesinde oluşturulan Yeni Anayasa Bilim Kurulu ilk çalışmasını tamamladı. Geçtiğimiz günlerde yeni anayasa taslağıyla ilgili Cumhurbaşkanı Erdoğan'a sunum yapan Bilim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Yavuz Atar, ayrıntıları kamuoyuyla da paylaşmaya başladı. Taslakta hükümet sistemini "Türk tipi başkanlık sistemi" olarak kurgulayan kurul, cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin getirdiği yasama, yürütme ve yargının tek elde toplanmasının yarattığı sıkıntıları aşmak için de parlamenter sistemdeki "kuvvetler ayrılığı" ilkesine de yer vermeyi planlıyor. 

Taslakta "denge ve denetleme sistemi"nin yeniden kurgulandığını belirten Atar, Meclis'i güçlendiren ve sistemdeki ağırlığını arttıran bir yaklaşım benimsendiğini söylüyor.

Yeni anayasa düzenlemesinde başkan için güvenoyu alma gerekliliği yer almasa da başkanın atadığı başkan yardımcıları ve bakanların meclis tarafından görevden alınabilmesinin de önü açılıyor. Dolayısıyla başkan yardımcıları ve bakanlar hem başkana hem de meclise karşı sorumlu olacak. Başkan yardımcıları ve bakanların görevden alınabilmesi için mecliste salt çoğunlukla önerge verilebilecek, ancak bu önergelerin kabulü için beşte üç oy çoğunluğu aranacak.

DW Türkçe'nin görüşünü aldığı AKP'liler ise "Biz hep güçlü meclis vurgusu yaptık ama sürekli meclisi zayıflattığımız eleştirisine maruz kaldık. Meclisi güçlendirmekten yanayız. Yasama, yürütme ve yargı çatışmadan çalışacak" diyor. 

"Tek adamlıktan farkı yok"

Ancak anayasa hukukçusu Prof. Ergun Özbudun, böyle bir sistemin pratikte işlemeyeceği kanısında. Özbudun bunun nedenini "Başkan yardımcılarını ve bakanları yine başkan atıyor. Muhalefetin onları görevden alacak meclis çoğunluğu sağlamaları da hep güç oluyor. Demek ki sadece başkanın dediği olacak. Başkan kendi parti grubunu nasıl yönlendirirse öyle olacak. Bunun tek adam rejimi diye eleştirilen cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminden farkı yok" şeklinde açıklıyor.

Başkanlık sistemlerinin yasama ve yürütmenin "sert ve kesin" biçimde birbirinden ayrıldığı, yargının da bağımsız olduğu sistemler olduğunu hatırlatan anayasa hukukçusu Prof. Serap Yazıcı da "Siz şimdi hem yasamanın hem yargının bir figürandan ibaret olduğu Türkiye'de gerçek bir kuvvetler ayrılığı prensibinin benimsenebileceğine inanıyor musunuz? AKP'nin tek amacı kuvvetler birliği sistemini daha etkin kılmak. Bunu yaparken de hukuku ciddiye almamak, algı yönetimi ile hareket etmek" değerlendirmesini yapıyor. 

Siyaset bilimci ve hukukçu Prof. Levent Köker

Siyaset bilimci ve hukukçu Prof. Levent Köker'e göre de AKP'nin yeni anayasa taslağında söz edilen "denge ve denetleme mekanizması" aslında bir "itiraf" niteliğini taşıyor. Köker, "Demek ki, kuvvetler ayrılığı şu anda yok, yargı bağımsızlığı yok. Denge ve denetleme yok. 'Denge ve denetleme getireceğiz' demek bugünkü sistem açısından acı bir itiraf" yorumu yapıyor.

Yeni anayasa taslağında bakanlara yazılı soruya ek olarak sözlü soru sorulması olanağının da olması isteniyor. AKP'liler, "Muhalefet istediğini sorsun. Bakanlar meclise gelip yanıt versin. Meclis; yürütmeyi böyle de denetleyebilecek" derken, anayasa hukukçusu Prof. Ergun Özbudun bunu "isabetli bir adım" olarak tanımlıyor. Ama Özbudun'a göre AKP hükümetinin bu sistemi pratikte işletmesi de mümkün görünmüyor.

Özbudun, "Anayasaya aykırı o kadar çok uygulaması var ki AKP'nin. Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin dört yılında da bu açıkça gözlendi. Şimdi AKP'nin müthiş bir güven sorunu varken bakanların sözlü sorulara yanıt vereceğine inanmak da hayal" yorumunu yapıyor.

"Ciddiye alınacak bir tarafı yok"

Peki AKP neden böylesi bir değişikliğe gidiyor? Özbudun bu soruya da şu yanıtı veriyor:

"MHP'nin onayını almadan hiçbir değişikliğe gidemeyecekleri ortada. Dahası AKP ile MHP'nin ortak bir anayasa metni üzerinde anlaşamadıklarını görüyoruz. Tek adam rejimine birtakım rötuşlar yapılmak isteniyor. Dostlar alışverişte görsün misali. Taslakta hukuki dayanağı olan, ciddiye alınabilecek bir şey yok."

Eski başbakanlardan Ahmet Davutoğlu liderliğindeki Gelecek Partisi'nin güçlendirilmiş parlamenter sistem önerisini de kaleme alan Prof. Dr. Serap Yazıcı'ya göre AKP'nin yeni bir anayasa taslağı hazırlamasının arkasındaki en önemli neden Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin ülkeye verdiği zararların halk tarafından anlaşılmış olması.

Yazıcı neden böyle düşündüğünü "Halk, ne olduğunu bilmeden Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne onay verdi. Devletin tüm yetkilerini cumhurbaşkanının elinde toplayan bu sistem, Türkiye'yi bataklığa sürükledi. Seçmene şimdi 'sizin için sistemi daha kabul edilebilir hale getiriyoruz' demeye çalışılıyor. Muhalefet de güçlendirilmiş parlamenter sistemde mutabık olduğundan, seçmen nezdinde itibar kazanmaya çalışıyorlar" sözleriyle açıklıyor.

Yargı bağımsız değil mi?

Prof. Dr. Levent Köker, yeni anayasa taslağında Anayasa Mahkemesi (AYM) üyelerinin seçiminde meclise daha fazla söz verileceği bilgisinden yola çıkarak "AYM üyelerinin seçiminde meclise daha fazla söz verileceği ne demek? Neden o zaman daha önce verilmedi? Yargı bağımsızlığından söz ediyorsunuz, 'yargı bağımsız değil' mi demek istiyorsunuz? Ortada müthiş bir karmaşa var. 'Kafalar net değil' diyeceğiz ama onun ötesinde bir şey var. Samimiyet yok" eleştirisini getiriyor.

Türkiye'de merkeziyetçi zihniyetten yerel yönetimin güçlendirileceği bir sisteme geçileceğini bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın söylediğini anımsatan Köker, "Şimdiki duruma bakın. Neredeyse tüm muhalif belediyeler kayyumla yönetiliyor. Bu kadar merkeziyetçi bir devlet olabilir mi? AKP'nin gözden kaçırdığı şey; milli kimlik tanımını nasıl yapacağıdır. Kürtleri anayasaya nasıl koyacağıdır. Türkiye'nin temel sorularına yanıt vermeden yeni anayasa yapılması mümkün değil" diyor.

MHP lideri Devlet Bahçeli partisinin 100 maddelik yeni anayasa taslağını AKP'den önce açıklayıp "Artık uzlaşmak ve yeni bir anayasa hazırlamak milli bir vecibedir" çağrısında bulunmuştu.

AKP, MHP'nin taslağını incelemiş olsa da iki partinin ortak bir metin üzerinde çalışma yapma imkanı henüz olmadı. MHP'nin de meclisi güçlendirmekten yana olduğunu ancak AYM'yi yüksek mahkeme olmaktan çok "özel statüde" değerlendirmek istediğini anlatan AKP'li yetkililer, özellikle bu konuda nasıl bir orta yol bulunacağı üzerine karşılıklı kafa yorduklarını, ama henüz sonuç alamadıklarını söylüyor.

"Demokratik anayasa yapma koşulları yok"

Peki iki partinin gerçekten uzlaşı sağlaması mümkün mü? Bu uzlaşı, Türkiye'yi yeni bir anayasaya götürür mü?

Koç Üniversitesi'nden siyaset bilimci Prof. Murat Somer

Koç Üniversitesi'nden siyaset bilimci Prof. Murat Somer, bu soruya yanıt verirken referandumla yapılan anayasa değişikliğini hatırlatıyor ve "Bugün Türkiye, seçilmiş iktidarın demokrasiyi ve kanun devletini kendi isteğiyle askıya aldığı bir dönemdedir. Yani demokratik anayasa yapma koşulları yoktur. Mevcut 2018 anayasası OHAL koşullarında yani 2017'de demokratik standartlarda meşru olmayan bir referandum ile kabul edilmiştir. Çünkü aleyhte olanların eşit şartlarda kendini anlatma imkânı yoktu" yorumunu yapıyor.

Türkiye'de 12 Eylül anayasasının da "aleyhte propagandaya izin verilmeyen antidemokratik koşullarda" geçtiğini söyleyen Somer, bu tür anayasaların meşruiyet sorunu yaşadığının bilinmesini istiyor. "Türkiye yeni, demokratik ve sivil bir anayasaya kavuşacaksa bu, çok taraflı bir yöntemle yapılmalıdır" diyen Somer, bunun nasıl olacağını şöyle açıklıyor:

"Yeni ve sivil bir anayasaya, demokrasiye geçişte uzlaşmış yeni bir iktidar koalisyonunun liderliğinde olabilir. Elbette mevcut otoriter yönetimin yöneticileri bu sürecin dışında kalacaktır ama tabanları ve tabanlarının kaygıları dahil olmalıdır. Demokratik anayasa için özellikle sağ siyasetin ama genelde Türk siyasetinin 'güç ve iktidar' anlayışını sorgulaması 'atayan patrondur' anlayışını terk etmesi elzemdir. Demokrasi her gücün sınırlı ve özerk olduğu ama yaptıklarından dolayı da hesap vermesi gereken bir rejimdir. Dolayısıyla örneğin meclisle yürütme arasındaki ilişkinin kurallarını nasıl düzenlerseniz düzenleyin, eğer bu iki organ birbirinin özgür iradesi kadar soru ve hesap sorma hakkına saygı duymazsa sistem işlemez."

Hilal Köylü / Ankara

© Deutsche Welle Türkçe