AKP'nin ilk dışişleri bakanı Yakış: ABD'li şirketlerin "istediğim gibi yatırım yapabilirim" diyeceğinden emin değilim, el altından çok büyük tavizler vererek belki cezbedilebilir

AKP'nin ilk dışişleri bakanı Yakış: ABD'li şirketlerin "istediğim gibi yatırım yapabilirim" diyeceğinden emin değilim, el altından çok büyük tavizler vererek belki cezbedilebilir

AKP döneminin ilk dışişleri bakanı olan ve 2016'da kurucusu olduğu partiden ihraç edilen Yaşar Yakış, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın ABD'li şirketlerle yaptığı görüşmeyle ilgili olarak, "Amerikalı şirket yöneticileri Türkiye’nin ne söylediğine değil, ne yaptığına bakacaktır. Türkiye’de yargının şimdiki durumu karşısında bir Amerikalı şirket sahibinin, Türkiye’de istediğim gibi yatırım yapabilirim, diyeceğinden emin değilim." değerlendirmesinde bulundu.

Eski bakan, "Ancak el altından çok büyük tavizler vermek suretiyle belki cezbedilebilir. Bunun doğru yolu önce hukuk, sonra ekonomiyi düzeltmektir. Yoksa Cumhurbaşkanı’nın telekonferansla verdiği sözlerle hareket edeceklerini zannetmiyorum" diye devam etti.

Cumhuriyet gazetesinden İpek Özbey'e konuşan Yakış, Erdoğan-Biden görüşmesiyle ilgili olarak da,  "Ben bu koşullar altında bir ülkeyle müzakereye başlamış olsaydım 'Karşımdaki ülke bu nedenlerle zayıf ve meşru çerçevede kendi ülkem açısından neler elde edebilirim' düşüncesi zihnimin arkasında hazır dururdu" diye konuştu. 

Yakış, ABD'nin "AKP iktidarının çökme arifesinde olduğunu hesaba katarak 'Dur bakalım, kendiliğinden çöksün, biz bir şey yapmayalım' diye düşünebileceğini" de belirtti.

 Yakış, kurucularından olduğu AKP'nin mevcut durumu ile ilgili olarak da, "Sosyal bilimlerde bir söz vardır, 'Her iktidar bozar, mutlak iktidar mutlaka bozar' diye. Buna 'Güç zehirlenmesi' diyoruz. Ak Parti’nin maruz kaldığı şey de bu güç zehirlenmesi" ifadelerini kullandı.

Yakış'ın Özbey'e yaptığı açıklamaların bir bölümü şöyle:

Erdoğan-Biden zirvesi bugün. The Washington Times, The New York Times gibi etkin gazeteler “Organize suç liderinin iddiaları Türk hükümetini sarsıyor” yorumuyla yayın yapıyor. Olan biten Erdoğan’ın Biden’a karşı elini zayıflatıyor mu?

Genç memurluğumuzdan bakanlığımıza kaç defa hazırlıklarını yaptık. 40 yıllık diplomasi tecrübem bana şunu söylüyor: Böyle bir durumda görüşeceğiniz insanın birçok eksiklikleri varsa pek tabii ki yapacağınız toplantı sırasında ondan tepe tepe yararlanmak istersiniz. Şimdi de öyle zannediyorum, içinde bulunduğu bu durum nedeniyle Türkiye’nin bu zayıflığından ABD’nin yararlanmaması mümkün değil; pek tabii isteyecektir. Belki bu iktidarın çökme arifesinde olduğunu da hesaba katarak “Dur bakalım, kendiliğinden çöksün, biz bir şey yapmayalım” diye de düşünebilirler. Ama Türkiye’yi zayıf olarak yakaladıklarını göz önünde bulundurarak müzakere yürüteceklerini tahmin ediyorum. Ben bu koşullar altında bir ülkeyle müzakereye başlamış olsaydım “Karşımdaki ülke bu nedenlerle zayıf ve meşru çerçevede kendi ülkem açısından neler elde edebilirim” düşüncesi zihnimin arkasında hazır dururdu. Eminim ki Amerikan delegasyonunun zihninin arkasında böyle bir düşünce vardır.

G7 zirvesinin kapanışında Biden “Yolsuzlukla mücadele konusunda anlaştık, yolsuzluk hükümetlere zarar veriyor. Paravan şirketler ve kara para aklama sorunlarına el atacağız” dedi. Türkiye bu cümleden ne anlamalı?

Hukuki bağlayıcılıktan ziyade Biden’ın uluslararası alanda başlatmak istediği bir hareketin işareti bu. Mesajın muhataplarından biri de elbette Türkiye ve ikili görüşme sırasında bundan rahatsızlık duyacaktır. 

ABD Dışişleri Bakanı Blinken, daha masaya bile oturulmamışken “Türkiye ile aramızdaki ayrılıklar sır değil. Birçok açıdan bir NATO müttefikinin davranması gerektiği gibi davranmıyor” derken Milli Savunma Bakanı Akar, muadiliyle görüşmesinin olumlu geçtiğini anlatıyor. Bu farklı yaklaşımın diplomasi dilindeki anlamı ne?

Amerika’nın kurumsal yapısı, yapılan görüşmeleri onların nasıl değerlendirdiğini gösterdiği için çok önemli. Türkiye tarafı da ister istemez kendi açısından hangi alanlarda güçlüyse o güçlü alanları vurgular. Daha doğrusu eşit koşulların olduğu bir ortamda böyle zamanlarda bir görüşme olduğunda ortak bir metin ortaya çıkarılır. Bu ortak bir bildiri şeklinde de olabilir, her iki tarafın bağımsız olarak açıklayacağı ortak metin şeklinde de olabilir. Aynı saatlerde aynı metni açıklarlar. Bu, iki taraf arasında mutabakatın yüzde yüz olduğu anlamına gelir. Eğer taraflardan biri bir şey, öbürü başka bir şey söylüyorsa tam bir mutabakat yok demektir. Farklı açıklamaların arkasında yatan neden budur. 

-AKP iktidarının ABD ile en zor görüşmesi denebilir mi?

Daha da kötüye gitme ihtimali hâlâ var. Amerika NATO müttefikimiz. Benim NATO’da çalıştığım dönemlerde “Amerika NATO demektir” diye bir ifade vardı. Hâlâ da söyleniyor. Dolayısıyla Amerika NATO’ya çok önem veren bir ülkedir. Türkiye, Ortadoğu’da çok kritik bir jeo-stratejik bölgeyi işgal eden, ABD’den sonra en büyük orduya sahip olan bir ülke. Böyle bir ülkeyi bugünkü koşullarda, yani ABD Rusya’yla dalaşmışken, Çin’i tehlike olarak görürken Türkiye’yi sokak ortasında harcayacak şekilde davranması zordur. Ama Türkiye’nin belki şimdiki iktidarının sona ereceği ve sonra düze çıkacağı, ilişkilerin normale döneceği düşüncesini taşıdığı, böyle bir beklenti içinde olduğunu düşünüyorum. Biden ile Trump zamanında olduğu gibi canı istediği zaman telefon ederek görüşebileceği dönemi geride bıraktık. Biden, ancak 90 günden sonra telefon açtı ve o da olumsuz bir şey söylemek içindi. Bütün bunlar şunu düşündürtüyor: Biden’ın 40 yıldan daha fazla senatörlük tecrübesi var. Biden’ın kurumsal yapılara önem veren bir başkan olacağını düşünüyoruz.

Erdoğan yakın zamanda ABD şirket yöneticileriyle bir görüşme yaptı. Amerikan şirketlerine teşvik yoluyla taviz gündeme gelmiş midir?

Amerikalı şirket yöneticileri Türkiye’nin ne söylediğine değil, ne yaptığına bakacaktır. Türkiye’de yargının şimdiki durumu karşısında bir Amerikalı şirket sahibinin, Türkiye’de istediğim gibi yatırım yapabilirim, diyeceğinden emin değilim. Ancak el altından çok büyük tavizler vermek suretiyle belki cezbedilebilir. Bunun doğru yolu önce hukuk, sonra ekonomiyi düzeltmektir. Yoksa Cumhurbaşkanı’nın telekonferansla verdiği sözlerle hareket edeceklerini zannetmiyorum.