T24 yazarı, Bilgi Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapan Murat Paker, seçimlere iki hafta kala hem toplumun hem de liderlerin ruh halini değerlendirdi. Siyasi partilerin psiko-politik açıdan performanslarını da yorumlayan Paker, "Toplumun adalet ve hakikat duyguları çok yaralanmış durumda. AKP'li seçmen daha önce çok coşkuyla destekledikleri o partiyi şimdi o kadar coşkuyla destekleyemiyorlar ve savunamıyorlar. Bu seçimlerde AKP’nin paçayı kurtarmaya çalışan bir yerde olduğunu görüyoruz" dedi.
Birikim Dergisi'nde de yazılar kaleme alan Murat Paker, AKP'nin en güçlü yanının devlet imkânlarını kullanabilmesi olduğuna dikkat çekerek, "AKP’deki bu keyfiyeti, kural tanımazlığı görüyor" dedi.
CHP için "İkinci parti olmanın dışında pek de başka bir avantaj görmüyorum açıkçası" yorumu yapan Paker, "En zayıf yanı, Devlet kuran, tek parti rejimini uzun süre devam ettirmiş ve bu tarihiyle övünen, sonrasında sosyal demokrat parti olduğunu söyleyen dünyada başka bir örnek yok" diye konuştu.
"Ezilenlerin sesi olma, her tür rengi içinde bulundurmaya çalışan tavrı ve lideri HDP'nin güçlü yanları" diyen Paker, "Kürt hareketine yönelik önyargılar dezavantajı" ifadesini kullandı.
Paker, MHP için ise şunları söyledi:
"Toplumda kuşaklar boyunca o tedrisatın ana malzemesi olan Türk milliyetçiliğine dayandığı için hazır bir malzemesi var. Türkiye’de milli eğitim sisteminden geçen sıradan vatandaşın kulağı MHP’nin söylemlerine çok açık zaten. Böyle bir avantajı var. Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi söylemiyle uyum içerisinde bir parti. Değişen dünya ve Türkiye koşullarına uygun yeni açılımlar üretmekte kendi çerçevesi çok elverişsiz olması en zayıf yanı."
Hürriyet gazetesinden Cansu Çamlıbel'in sorularını yanıtlayan (25 Mayıs 2015) Paker'in açıklamalarından bazı bölümler şöyle:
Söyleşinin tamamı şöyle:
- Seçimlere iki hafta kala toplumun psikolojisi ne durumda?
- Pek çok kamuoyu araştırması hâlâ yüzde 20’ye yakın kararsız seçmen olduğunu gösteriyor. Sonuçta kocaman bir toplum. Çok büyük genellemeler yapmak doğru olmasa da sosyal psikolojik açıdan öne çıkan bazı özelliklerden bahsedilebilir. Daha önceki iki genel seçimle karşılaştıralım. AKP’nin ilk iktidara geldiği 2002 seçimlerinde bir heyecan vardı ama ondan sonraki iki seçimde AKP’nin kazanacağını biliyorduk ve o anlamda çok heyecan yoktu. Bu seçimde heyecan ve belirsizlik dozunun önceki iki seçime göre artmış olduğunu, daha politize bir seçim sürecinden geçmekte olduğumuzu söyleyebiliriz. Daha çok insan ilgili ve sanki politik hareketlilik önceki iki seçime göre çok daha fazla. İkinci söylenebilecek şey şu; bu seçimlere gelirken yaşadığımız 2-3 yıl nedeniyle toplumda ciddi bir hakikat ve adalet yaralanmasıyla karşı karşıyayız. Toplumun adalet ve hakikat duyguları çok yaralanmış durumda. Gezi olayları ve o sırada üretilen yalanlar; Kabataş’tı, camiydi... Oralardan başlayan daha sonra 17-25 Aralık yolsuzluk süreçleriyle zirve yapan bir durum. Toplumun önemli bir kesimi aslında hakikatin ne olduğunu bilse bile başka nedenlerle hakikat olmayan versiyona inanıyormuş gibi yapıyor.
- ‘Hakikat olmayan versiyona inanıyormuş gibi yapan’ seçmen kime verecek oyunu?
- Bunların bir kısmı muhtemelen hiç oy vermeyecek, bir kısmı başka partilere oy verecek. Geçen seçimde AKP’ye verenlerin çoğu, yüzde 70-80’i yine verecek. Ama yine de biliyoruz ki AKP’lilerin bile yarısı başkanlık rejimini desteklemiyor. Dolayısıyla AKP’ye oy verenlerin çoğu bir tür mecburiyet hissinden, kerhen, başka tarafa vermeye eli gitmediği için verecek. Daha önce çok coşkuyla destekledikleri o partiyi şimdi o kadar coşkuyla destekleyemiyorlar ve savunamıyorlar. Bu da hem AKP yönetimini hem de seçmenlerini önceki seçimlere göre çok daha defansif, savunmacı bir pozisyonda olmaya itiyor. Bu da bizim son iki seçimde alışık olmadığımız bir tavır. Bu seçimlerde AKP’nin paçayı kurtarmaya çalışan bir yerde olduğunu görüyoruz.
- Hakikat olmayan versiyona inanıyormuş gibi yapıp ona göre oy vermek tuhaf bir durum değil mi? Bahsettiğiniz toplum kesimleri neden en azından hakikati sorgulamaya başlamak yerine bunu tercih ediyor?
- Çünkü alternatiflere bakıyor. CHP’nin çoğunlukta olduğu bir iktidar olsa çok daha kötü durumda olacaklarını düşünüyorlar. ‘Bizi çok dışlayacaklar, horlayacaklar’ diye düşünüyorlar. AKP’ye oy veren muhafazakâr kesim Cumhuriyet tarihi boyunca horlandığını, ötelendiğini, ikinci sınıf vatandaş olduğunu hissediyor. Doğru-yanlış, onu tartışmayalım ama öyle hissediyor. Şimdi artık AKP’nin o ikinci sınıf statülerini ortadan kaldırdığını hissediyor. AKP onları ana akıma taşıdı, artık merkezdeler. AKP’nin en büyük kaldıraçlarından biri eski vesayet rejimiyle korkutmak. Katı laik, yukarıdan bakan, elitist, fazla batıcı, entegre etmeyen, saygı duymayan bir tutumla korkutmak. Eski askeri bürokratik vesayet düzeni kendisinin doğru bildiğini mutlak doğru olarak kabul ederdi. AKP iktidarı sırasında AB yolunda yapılan reform çabalarıyla, bir yüzleşme ihtimali olarak beliren Ergenekon davalarıyla falan Türkiye şöyle bir noktaya gelmişti. Bu eski rejimi tasfiye etmenin, bütün farklılıkların eşdeğerlilik temelinde bulunabileceği yeni bir demokratik zemini kurabilmenin kıyısına gelinmişti. AKP referandumdan ve 2011 genel seçimlerini kazandıktan sonra bu imkânı büyük bir hovardalık ve nobranlıkla kısa sürede harcadı. ‘Herkes eşdeğerlidir’ deyip bir demokratik sıçrama yapma imkânı varken eski rejimin yaptığının aynısını yaptılar. ‘Benim dediğim mutlak doğrudur ve bunu topluma dayatırım’ noktasına saptılar.
- Muhafazakâr seçmeni eski vesayet rejimine dönmekle korkutmanın 2014’teki iki seçimde belli ölçüde başarılı olduğunu gördük. Bu seçimde aynı kesimin dini duyarlılıkları daha da fazla hedefleniyor gibi. Kuran ve Kâbe tartışmaları nedeniyle HDP’ye verilen destekte bir miktar geriye gidiş olduğu tespitini yapanlar var. Din unsuru siyasette satan bir şey mi hâlâ size göre?
-Muhtemelen bir miktar etkisi var ama çok büyük mü, bilmiyorum. Daha önceki seçimlerde muhtemelen daha fazla alıcısı olurdu. AKP şimdi kaybetme paniği nedeniyle giderek dozu artan bir tehdit ve korkutma kampanyası yürütüyor. İslam üzerinden tehditler, ‘bunlar dinsiz’ demeye getiren bir söylem. Bir yandan da Yalçın Akdoğan üzerinden ‘HDP barajı geçerse çözüm süreci biter’ tehdidi savuruyor. Bunların bir miktar alıcısı olabilir. Ama belki ondan daha fazla tepki de çekiyor, çünkü acizlik gösteriyor. Güya çözüm sürecini yürüten iktidar partisi demokratik kurallar içerisinde rekabet eden başka bir partiye ‘Barajı geçerseniz çözüm süreci biter’ diyor. Bu neresinden bakarsanız bakın siyasi olarak bir iflas itirafı.
- CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu buna benzer şeyler söylüyor. Çözüm sürecini devam ettirip parlamento zeminine taşımaktan bahsediyor.
- Evet ama yine de defansif. ‘Parlamentoya taşırız ama İmralı’yla görüşmeyiz’ diyor. AKP’ye yaklaşıyor ama yine de gönül rahatlığıyla ön alamıyor. Bir de tabii CHP’nin kendi tarihinden gelen müthiş bir batıcı, ceberut laikçi bir damarı var. Ulusalcı damardan bir miktar arındılar ama yine de var içlerinde. Bu da özellikle mütedeyyin kesimlere güven vermiyor. Onu değiştirmek için çok daha fazla çabalaması lazım.
- CHP’nin muhafazakâr kesimi kazanmaya yönelik hamlelerinin işe yaramadığını mı düşünüyorsunuz?
- Çabalıyor ama o kadar ağır bir tarihsel yük var ki, bu iş vakit alacak. CHP o tarihe sahip çıkarak bunu yapamaz. Tarihiyle yüzleşmesi gereken başlıca parti CHP’dir Türkiye’de. Şimdi bile o yanlışlıkların üzerinden yüzeysel geçiliyor. Dersim konusunda bile CHP net bir şey söyleyemiyor. Alevilerin önemli kısmı hâlâ CHP’ye oy veriyor. Ama onlar da Sünni mütedeyyin kesim gibi. Alternatifi daha kötü gördüğü için ona veriyor. Bir de maalesef Türkiye’de lidere bakıp oyunu belirleme unsuru çok ağırlıklı. Türkiye’de şu anda iki tane lider var; biri Tayyip Erdoğan, biri de Selahattin Demirtaş. Lider enerjisi veren bu iki isim. Diğerleri liderlik koltuğunu doldursalar bile kitlelerde böyle bir titreşim yaratamıyorlar. İyi insan olabilirler, bunları hiç tartışmıyorum. Keşke Türkiye liderliğe bu kadar önem vermeyen bir ülke haline gelse, o zaman demokratik olgunluk daha da ileri taşınmış olur.
- Erdoğan ve Demirtaş lider enerjisi veren iki isim dediniz. Ama ikisinin liderlik modelleri çok farklı aslında. Demirtaş’ın liderlik algısının yükselişi aslında toplumun ‘masaya yumruğunu vuran, baba gibi lider’ takıntısı olmadığını mı gösteriyor?
- Toplumun hiç öyle bir takıntısı yok. Ama o liderlik tarzının da bir alıcısı var. Titreşim yaratan, toplumla temas kuran lider dediğimizde şunlar önemli: Liderin bir kere karşısındaki kitlenin haleti ruhiyesini okuyabilme, o ruha seslenebilme becerisinin olması lazım. Bunu Demirtaş gibi daha mizahi bir yolla, kendisiyle de dalga geçerek, çok daha esnek ve şenlikli bir şekilde de yapabilirsiniz. Daha buyurgan, daha üstten konuşan bir şekilde de yapabilirsiniz. Önemli olan o duygusal teması kurabilme. Bu teması toplumdaki korkuları besleyip büyütme, manipüle etme yönünde de kullanabilirsiniz, yatıştırma ve ufuk genişletme yönünde de kullanabilirsiniz. Ama dinleyenlerin ‘bu adam bizim dilimizden konuşuyor’ diye hissedebilmesi lazım. Bu ne Bahçeli’de ne de Kılıçdaroğlu’nda o kadar olamıyor. Onlar kitleyle teması çok kuramayıp, kendilerini anlatmaya çalışıyor.
- Davutoğlu?
- Davutoğlu da o kadar titreşim yaratabilen bir lider değil. Ustasını taklit etmeye çalışıyor ve kendisini beğendirmeye çalışıyor gibi bir görüntü veriyor. Ama Tayyip Erdoğan’ın da, Demirtaş’ın da böyle bir kumaşları var.
- Doğal liderlik kumaşı mı o?
Doğal lider demek istemiyorum ama kişiliklerinden gelen kalabalıklarla temas kurabilme becerileri var. Tabii bu gerekli ama yeterli bir şey değil. Başka bir sürü koşulun da o işi pişirmesi lazım. Tayyip Erdoğan da 10-15 yıl önce şimdiki gibi bir lider değildi. Bir sürü siyasi durum ve kadroları onun bugünkü gibi bir lider olmasına katkıda bulundu. Ama geldiğimiz noktada Tayyip Erdoğan artık kendi kitlesinde büyük titreşim yaratabilen bir noktaya gelmiş durumda. Bunun tabii bedeli de oldu. Toplumun yarısını kendine küstürmek, nefret ettirmek pahasına yaptı bunu. Çok sert bir şekilde yaptı. O nedenle de toplumun çoğunluğuna hitap edebilen bir lider olma şansını kaçırdı.
- HDP Türkiye’nin batısında kazandığı sempatiyi hangi koşulda kaybeder?
- HDP ‘Bütün farklıların saygı göreceği bir zemin yaratmak zorundayız’ diyor. Ha, bu dediğini yapmaz da, bütün ezilenlerin partisi olarak devam etmek yerine içinden bir parçanın tahakküm ettiği bir yere giderse tabii kendini inkâr etmiş olur ve biter.
- Yani Kürtçülük yapmaya başlarsa....
- Kürtçülük demeyelim, o başka bir şey. Ama tabii örneğin sadece Kürtlerin haklarıyla ilgilenirse o zaman HDP’ye ihtiyaç olmaz, bu proje biter.
- Baraj altı kalırsa HDP, siyasi çizgi olarak oraya geri dönüş çok hızlı olur mu?
- Sanmıyorum, en azından HDP bunu istemez. HDP bir tür melezleşme projesi. Şu anda tabii ki en büyük parçası Kürt özgürlük hareketi. Dengeler birkaç yıl öncesine göre biraz değişmiş olsa da kadroların ve seçmenlerin çoğunluğu oradan. Kürt özgürlük hareketinin bir açılım projesi olarak başladı ve destek buldu. Meseleye soldan bakan Türkiyeli bütün ezilen parçaların bir araya gelip kendi kimliğini koruyabileceği, ortak sesin melez bir ses olacağı bir proje hedefiyle ortaya çıktı. Barajı geçerse bu melezlik güçlü bir karşılık bulacak. Barajı geçmese bile bu melezleşme süreci devam edebilirse bir sonraki seçimde çok daha büyük bir destek bulabilir. Ama hiç karşılık bulmazsa, başka türlü darbelere maruz kalırsa, yeni hükümet çözüm, barış sürecini geliştirmezse, kendi içine kapanıp büzüşürse, tekrar parçalara ayrılırsa bu Türkiye için hiç hayırlı bir şey olmaz.
Partilarin psiko-politik açıdan karnesi: AKP:
- En güçlü yanı: Devlet imkânlarını kullanabilmesi. - En zayıf yanı: Devlet imkânlarını kullanabilmesi. Bu muhtemelen aynı zamanda en zayıf noktası çünkü giderek daha fazla insan AKP’deki bu keyfiyeti, kural tanımazlığı görüyor.
MHP:
- En güçlü yanı: Toplumda kuşaklar boyunca o tedrisatın ana malzemesi olan Türk milliyetçiliğine dayandığı için hazır bir malzemesi var. Türkiye’de milli eğitim sisteminden geçen sıradan vatandaşın kulağı MHP’nin söylemlerine çok açık zaten. Böyle bir avantajı var. Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi söylemiyle uyum içerisinde bir parti. - En zayıf yanı: Değişen dünya ve Türkiye koşullarına uygun yeni açılımlar üretmekte kendi çerçevesi çok elverişsiz.
CHP:
- En güçlü yanı: Sonuçta ikinci büyük parti olup, her şeye rağmen yüzde 25 civarında oy alıyor olmak insanların zihninde bir iktidar alternatifi izlenimi veriyor. İkinci parti olmanın dışında pek de başka bir avantaj görmüyorum açıkçası. - En zayıf yanı: Devlet kuran, tek parti rejimini uzun süre devam ettirmiş ve bu tarihiyle övünen, sonrasında sosyal demokrat parti olduğunu söyleyen dünyada başka bir örnek yok. CHP’nin zorluğu büyük eşitsizlikler ve haksızlıklar üzerine kurulmuş bir devletin kurucu partisi olup da sonradan bu haksızlıklarla mücadele etmesi gereken sosyal demokrat parti olmaya soyunmak. Yapılamaz bir şey demek istemiyorum. Bir takım adımlar da atılıyor ama çok zor bir şey.
HDP:
-En güçlü yanı: Ezilenlerin sesi olma, her tür rengi içinde bulundurmaya çalışan tavrı ve lideri güçlü yanları. -En zayıf yanı: Kürt hareketine yönelik önyargılar dezavantajı. Kanlı bir tarih var tabii orada, anılar taze. Aşılması için, yüzleşmeler için zaman gerekiyor.