AKP'li Aydın Ünal: Meclis'e "Beni evlendirebilir misin, Hacc kurasını sağlayabilir misin?" diye gelenler var

AKP'li Aydın Ünal: Meclis'e "Beni evlendirebilir misin, Hacc kurasını sağlayabilir misin?" diye gelenler var

AKP Ankara Milletvekili ve Yeni Şafak yazarı Aydın Ünal, vatandaşların TBMM'yi ziyaret etmesiyle ilgili olarak "İltimas ve torpil arayışının sonu yok. Trafik polisi ceza yazdı diye, bankada sıra var diye, 23 Nisan'da kızım Başbakan'ın koltuğuna oturabilir mi diye, kredi borcumu sildirebilir misin, beni evlendirebilir misin, oğlumu üniversiteye kaydettirebilir misin, kızım sınıfta kaldı notunu yükselttirebilir misin, Hacc kurasının sağlayabilir misin diye gelenler bile var" dedi.

Aydın Ünal'ın "Anayasso" başlığıyla yayımlanan (27 Ekim 2016) yazısı şöyle:

"Şavata'dan Angara'ya ses getmiir / Biz getmeğe guvvatımız hiç yetmiir / Malımız yoh / Yolumuz yoh / Angara'ya ses verecek dilimiz yoh / Ganadımız, golumuz yoh / Bu ne biçim memlekettir hey babo?” “Yerin, yurdun, adresesin bilmirem / Angara'da: Anayasso / Ellerinden öpey Hasso / Yap bize de iltimaso / Bu işin mümkini yoh mi hey babo?” Bu şiir, 1960'ların sonunda Şemsi Belli tarafından yazılmış, 1971 yılında da Selda Bağcan ve Moğollar tarafından seslendirilerek bir neslin hatırasında silinmez yer edinmişti. Ankara'nın ne kadar uzak, ne kadar ulaşılamaz olduğunu en iyi anlatan şiir ve ezgilerden biriydi. Ankara, şimdi 81 vilayetin tamamına yakın bir başkent. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Ankara'nın millete ne kadar yakınlaştığını bazı ilginç rakamlarla da ortaya koymuş: Yayınlanan Faaliyet Raporu'na göre, 1 Ocak – 28 Eylül 2016 tarihleri arasında Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni 319.133 vatandaş ziyaret etmiş. Yani ortalama 1 milletvekili, bu dönemde 580 kişiyi ağırlamış. Ziyaretçi otoparkına 35 bin araç gelmiş. Toplamda 961.725 kişiye yemek verilmiş. Çay ocaklarından ise 6.355.000 bardak çay, 516.000 fincan kahve içilmiş. “Anayasso” şiirinde feryat eden Hakkarili, yol olmadığını, hastane olmadığını, Zap Suyu'nu geçerken hasta çocukların boğulup öldüğünü anlatıyor. AK Parti döneminde, 81 vilayetin tamamında ihtiyacı karşılayacak hastaneler, sağlık ocakları inşa edildi; ambulans sayıları kat kat artarken, paletli ambulanslar, kar araçları, helikopter, uçak ambulanslar devreye girdi. Yollar yapıldı, okullar açıldı, en ücra köylere, hatta yaylalara, mezralara kadar ulaşıldı. Buna rağmen, insanlar neden akın akın Ankara'ya geliyorlar? Kuşkusuz bir çok ziyaretçinin haklı gerekçesi var, çözüm bekleyen derdi var. Ancak, hem iktidar, hem de muhalefet milletvekilleri, mesailerinin önemli bir kısmını, “iltimas”, “torpil” taleplerini dinlemekle geçiriyorlar. İltimas ve torpil arayışının sonu yok... Trafik polisi ceza yazdı diye, bankada sıra var diye, 23 Nisan'da kızım Başbakan'ın koltuğuna oturabilir mi diye, kredi borcumu sildirebilir misin, beni evlendirebilir misin, oğlumu üniversiteye kaydettirebilir misin, kızım sınıfta kaldı notunu yükselttirebilir misin, Hacc kurasının sağlayabilir misin diye gelenler bile var. Tayini Doğu illerine çıkan, 1 gün bile görev yapmadan Batı'ya tayin isteyen öğretmen, doktor, hemşire, polisler, memurlar var. En çok işittiğimiz söz ise, “bir telefon etseniz bu iş olur...” Ankara'da bir milletvekiline ulaştığında her meselesinin çözüleceğine, her işinin yoluna gireceğine inanan epeyce insan var. Meselenin daha kötü yanı şu: Eğer seçmenin bu taleplerini karşılamaz, ilkeleriniz dairesinde ve adalet duygusuyla meseleye yaklaşırsanız, “iş yapmayan milletvekili” oluyorsunuz; talepleri karşılarsanız, “becerikli vekil” oluyorsunuz.  Sistemin bu şekilde işlemesi, toplumun her geçen gün daha da yozlaşmasına, çürümesine, temel değerlerinin erozyona uğramasına kapı aralıyor. Böyle bir sistem, bürokrasiyi daha da tembelleştiriyor, milletvekilini kendisine borçlu hale getirmeye çalışan fırsatçı bürokrata daha fazla imkan sağlıyor. Köyün, ilçenin, ilin en tabii ihtiyaçları için bile milletvekili devreye girmek zorunda kalıyor. Vazifesini yapmayan memurun yükü de milletvekilinin üzerine biniyor. Şehirler, plansız, programsız, “ne alırsam kar” anlayışıyla koparılmış popülist yatırımlarla sağlıksız şekilde büyüyor. Talepleri “adalet” terazisinde tartanlar kaybediyor; “gemisini yürütenler” kazançlı çıkıyor. Milletvekili, bir yandan işini yapmayan memurun işini yüklenen, bir yandan da hesap sorulamayan bürokrat adına millete hesap veren kişi oluyor. Sistemdeki ve sistemden topluma sirayet eden bu çürüme, artık sürdürülemez bir noktaya, hatta uçuruma ilerliyor.  Bu çürüme, sistemle birlikte var olan, hatta Osmanlı Devleti'nin gerileme dönemiyle birlikte ortaya çıkan bir çürüme. AK Parti Hükümetleri, 14 yıl boyunca bu çürümenin önüne geçme mücadelesi verdiler. Bir yandan Zap Suyu'nun ötesine kadar yol, hastane, okul, adalet, emniyet götürmenin gayreti içinde oldular, bir yandan da kamuda yeniden yapılanmanın kavgasını verdiler. Ne var ki, her seferinde statüko partilerinin ve iş yapmayan, yetkisini de sorgulatmak istemeyen bürokratik vesayetin direnciyle karşılaştılar. Başkanlık sistemi diyoruz ya... Meseleyi isimler üzerinden tartışmayı bir bırakabilsek, millete dokunan kısmını konuşmak mümkün olacak. Güçlü, ekibiyle gelen, bürokrasiye tam anlamıyla hükmedebilen bir Başkan, devletin tam anlamıyla, tıkır tıkır çalışmasını sağlayacaktır. O zaman hiç kimse sesini Ankara'ya duyurmak için feryat etmek, “Anayasso” demek zorunda kalmayacak; yılda 400 binden fazla insan sorun çözmek için Ankara'ya gelme ihtiyacı hissetmeyecektir. Kimse doğal hakkı için torpil arama zilletine düşürülmeyecek, kimse de haksızlık için torpil arama gayretine girmeyecektir. Ankara, nerede olması gerekiyorsa, çağırılmadan orada olacak, varlığını hissettirecektir. En önemlisi, milletvekili işte o zaman milletvekilliği yapmaya, asıl işi olan yasama ve denetim faaliyetlerine yoğunlaşmaya başlayacaktır. “Türk Tipi Parlamenter Sistem”, devleti ve milleti içten içe çürütüyor; önlem almazsak, içinde yaşayabileceğimiz bir sistemimiz bile kalmayacak.