AKP İstanbul Milletvekili Mehmet Metiner, Habertürk yazarı Nagehan Alçı'nın Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki 'FETÖ' yapılanmasına ilişkin söylediği "Darbeci Kemalistler marifetiyle enfekte olmuş orduya karşı bir panzehir arayışı" sözlerine tepki gösterdi. "İyi niyetin de sınırı var" diyen Metiner, Alçı'nın sözleri için"15 Temmuz ve sonrasındaki aleni gerçeklikten sonra bu taşeron örgütün geçmişine yönelik olumlayıcı laflar etmek objektiflik değil bir başka şeydir. Zinhar kabul edilemez" dedi.
Nagehan Alçı ise, tepki çeken "panzehir" benzetmesine ilişkin olarak bugün (27 Kasım 2017) yazısında şunları söyledi:
Türkiye’de haberlerin çarpıtılmasına alışığız da artık iş meşhur Bektaşi fıkrasına dönüp gülünç bir hal almaya başladı. Benim karşı çıktığım“Gülenistleri askeri vesayetin panzehri görmek” olgusundan benim savunduğum gibi haberler yapılması absürt. Açık konuşalım: TSK’nın 27 Mayıs ile başlayan darbecilik ve sivil hükümetleri aşağılama geleneğine karşı birçok siyasetçi bu ülkede Gülen’in devlet içinde örgütlenmesine olumlu baktı. Sadece AK Parti değil, tüm merkez sağ gelenek bunu yaptı. Demirel, Özal, Çiller, Yılmaz, hatta Bülent Ecevit bile Gülen’i destekledi ve devlet içinde örgütlenme iddialarına kulaklarını özellikle kapattı. Bu somut bir tespittir. Peki bunun sebebi neydi?
Şuydu: Seçilmiş başbakanlara askeri vesayetin devleti hiçbir zaman güvenmedi ve doğru düzgün istihbarat bile vermedi. TSK’ya göre devlet kendisiydi, hükümetler ise ekonomik konularla uğraşırdı. Son 50 yılın siyasi anılarına baktığımda ben bu siyasetçilerin hepsinin devlet içinde Gülenistlerin varlığını -çok detaylı olmasa bile- bildiğini ve kendilerine yararlı olduklarını düşündükleri için izin verdiğini düşünüyorum. Ecevit’in en yakınlarından biri bile bana yıllar önce kritik konulardaki istihbaratı kendilerine Gülencilerin verdiğini ve klasik devletin Ecevit’i çoğu yerde dinlemediğini ve bilgi vermediğini anlatmıştı. Düşünün Ecevit’e bunu yapan sistem Erdoğan’a neler yapmaz?
Yani maalesef askeri vesayet, sivil siyasetçileri devlet içi Gülenist ağa adeta mecbur etmişti. Gülen örgütlenmesi işte bu yüzden sağ gelenek tarafından askeri vesayetin panzehri olarak görüldü ama bugün anlaşıldığı üzere bu çok yanlış bir düşünceydi. Bir yanlışı başka bir yanlışla kapatma anlayışı da bizi Gülenist vesayet rejiminin eşiğine getirdi. Gülenistler askeri vesayetin yerine geçmek istedi fakat yine bu ihaneti bitiren bir sağ kanat siyasi lider olan Recep Tayyip Erdoğan oldu. Erdoğan olmasaydı hiçbir güç ve hiçbir kurum 50 senelik mazisi olan Gülenizmi tarihe gömemezdi.
Mehmet Metiner'in (27 Kasım 2017) başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Biz bir gerçeği geç fark ettik.
Daha doğrusu küresel ölçekli bir tehdidi...
FETÖ’nün küresel ölçekteki bu tehdidin içerdeki ayağı olduğunu geç fark etmemizin bedeli de çok ağır oldu.
Geç fark ettiğimiz gerçek şu: F.Gülen denilen deccal, sonradan değil en başından itibaren devşirilmişti.
FETÖ, küresel efendiler tarafından en başından itibaren kurgulanmış bir taşeron örgüttü.
Bu örgütün elbette taraftar toplamak ve devlete sızmak için farklı devrelerde başvurduğu yöntemler farklı olmak zorundaydı.
“Dini görünümlü” olması gerekiyordu.
Bu durum hem dinin deformasyonu, hem de kitleleşmek için olmazsa olmaz bir öneme sahipti.
F.G. denilen deccal, bir projeydi.
Örgütü adım adım büyütüldü.
İçerde devasa ekonomik, kültürel, siyasi ve sosyal bir güce dönüştürüldü.
Dışarıda ise küresel boyutlarda bir nüfuza kavuşturuldu.
Dünyanın her bir yerinde efendilerine başka türlü hizmetler sunmak için tasarımlanmış bu örgüt; hem Müslümanları emre amade bir topluluğa dönüştürmeyi, hem de dinin özünü boşaltarak küresel sistemin emrinde yeni bir din oluşturmayı amaçlıyordu.
“Hizmet hareketi” deyimi aslında tam da bunu ifade ediyordu.
Lakin biz bu gerçeği iş işten geçmek üzereyken anladık.
Bizim geç anlamamız bazı yıkımları beraberinde getirmedi değil.
Bunun siyasi eleştirisini iyi niyetle yapanlara karşı boynumuz kıldan ince.
Ancak herkes şu hakkı teslim etmeli ki; bu örgütün gerçek amacı fark edildikten sonra Erdoğan liderliğinde girişilen mücadele, devleti ve ülkeyi bir işgal sürecinden kurtarmıştır.
Ne yazık ki bu çetin mücadele süreçlerinde daha önce “F tipi tehdit”e dikkat çekenler saf değiştirmiş ve Erdoğan’a karşı kendilerini FETÖ’nün yanında konumlandırmaktan kaçınmamışlardır.
Bu açıkça şu anlama geliyor: Demek ki içerdeki ihanet sadece FETÖ’den ibaret değil.
Bir başka deyişle, FETÖ’nün iplerini elinde tutan “üst aklın” içeride başka kılıklarda taşeronları var.
Zahiren birbirinin amansız hasmı gibi görünen “üst aklın aparatları“ Erdoğan düşmanlığında bir cephede buluşturulmuş bulunuyorlar.
O yüzden “Birlikte iyi salladık!” diyenlere dikkat edilmeli.
İslâmcı ve liberal mahallelerde de mebzul miktarda bu anlayışın uzantıları yok değil.
Şuna hiç kuşku duymuyorum kendi adıma: “Üst aklın” içerdeki tüm aparatlarıyla hedef aldığı Erdoğan liderliği tasfiye edilemezse yönelecekleri hedef AK Parti’yi değiştirip dönüştürmek olacaktır.
AK Parti’nin içine yönelik hamleler kılık değiştirerek devam edecektir.
Bu tehdidin hasımlardan gelmeyeceğini söylemeye gerek yok.
“Üst aklın” Erdoğan hasımları olarak konumlandırılmış unsurları Erdoğan liderliğini tasfiye etmek için uğraşırlarken hısım olarak bilinen unsurları da bir yandan AK Parti’nin istikametini bozmaya, bir yandan da Erdoğan’ı rafine yöntemlerle itibarsızlaştırma yoluna gideceklerdir.
Tabii bütün bunları doğrudan Erdoğan karşıtlığı üzerinden değil, Erdoğan savunusu üzerinden yapacaklardır.
AK Parti’in kendi başına bırakılacağını düşünenler varsa yanılıyorlar elbet.
Cumhurbaşkanı’mızın bu gerçeğin farkında olması AK Parti’nin istikameti ve selameti açısından büyük bir imkan.
Lakin topyekûn hepimizin içimize salınmak istenen hamleler ve zihnimize zerkedilmek istenen mülahazalar konusunda sürekli teyakkuz halinde olmamız gerekiyor.
15 Temmuz deneyiminden sonra hâlâ FETÖ’ye, daha doğrusu FETÖ’nün geçmiş evrelerine dair bir biçimde olumlayıcı yaklaşımlar geliştirmek kanımca çok tehlikeli bir zihni dönüşüme sebebiyet verir.
Geçmişte bu hareketin dini bir hizmet hareketi olduğunu, ülkenin demokratikleşme sürecine katkı sağladığı ama sonradan devşirilerek yanlış bir mecraya sürüklendiği tarzında mülahazalar hangi niyetle yapılırsa yapılsın yanlış ve tehlikelidir.
Hele hele kanlı 15 Temmuz ve sonrasındaki aleni gerçeklikten sonra bu taşeron örgütün geçmişine yönelik olumlayıcı laflar etmek objektiflik değil bir başka şeydir.
Kimse kusura bakmasın, FETÖ’yü geldiğimiz bu noktada hâlâ “Darbeci Kemalistler marifetiyle enfekte olmuş orduya karşı bir panzehir arayışı” şeklinde tanımlamak zinhar kabul edilemez.
Milletin ordusunu enfekte eden malum darbeci güruha karşı söylenecek her söz az kalır.
Lakin o mücrimler üzerinden FETÖ’yü “panzehir arayışının sonucu” gibi gösterme gereğinin niye duyulduğunu anlamak mümkün değil.
Bu sözlerin sahibesini tanımıyor olsam iyi niyetinden kuşku duyacağım.
Fakat iyi niyetin de bir sınırı olduğu unutulmamalı.
FETÖ bugünüyle neyse, dünüyle de odur.
FETÖ’nün dününe dair olumlayıcı/arkalayıcı laflar etmek hangi akla hizmettir? diye sorulur elbet.